Prof. Dr. Hilmi Özden Yazdı; TÜRKİYE’NİN SİSTEMATİK İSTİLA ve PARÇALANMA PLANI
I-Dinler arası diyalog ve hoşgörü maskesi altında Anadolu coğrafyasında tüm Ermeni kiliseleri restore edilerek açılmış tepelerine heybetli haçlar takılmıştır.
II-2254 kilometrelik Suriye sınırımızın mayın temizleme ihalesi 2000’li yıllarda İsrail’e ihaleye verilmek istenmiştir. TBMM’den 196 milletvekilin Anayasa mahkemesine başvurusu ile bu ihale iptal edilmiştir[1]. Daha sonra mayınlar İsrail dışında bir firmaya temizlettirilmiştir.
III-Bu süreçte Arap Baharı yutturmacası ile Kuzey Afrika ve Ortadoğu kan gölüne dönüştürülmüştür. Şam’daki Emevi Camiine Putin ziyaretini gerçekleştirmiş ve Türkiye’yi kuşatma mesajını vermiştir. ABD ise on binlerce tır dolusu ağır mekanize askeri mühimmat ve aracı PKK/PYD’nin hizmetine vermiş ve onları Türkiye’ye karşı eğitmeye devam etmektedir. Her ülkenin kendi adına kurdurduğu terör örgütü IŞİD/DAEŞ ise sadece Müslüman Türk (Türkmen) kanı ve emperyalistlerin isteğine uymayan bölgenin etnik gruplarının kanını dökmüştür.
IV-Türkiye’ye kaçmaları istenen Suriyeliler ise mayınsız araziden Türkiye’ye oluk oluk geçmişlerdir. Türkiye’de piyon bir Emevi-Arap devletinin alt yapısı her geçen gün oluşturulmaktadır.
V-Kontrolsüz bir şekilde yabancılara toprak satışı devam etmekte ve vatandaşlık hakkı verilmektedir[2].
VI-Ermenilerin 1915 tehciri yüksek oranda Osmanlı Devleti tarafından Suriye topraklarına yapılmıştır. Bu çıkarılan Ortadoğu savaşı ve Sayks Piko anlaşmasının 21.yy versiyonu ile bu bölgedeki Ermeniler Türkiye’ye kazasız belasız intikal ettirilmektedir. Her biri atalarının ayrıldıkları şehirlerde ikamet etmeye başlamıştır. Türkiye’de kalıcı bir Ermeni devletinin alt yapısı her geçen gün kurulmaktadır.
Cevdet Küçük’ün SYKES-PICOT ANTLAŞMASI yazısından bu antlaşmanın detayları okunmaktadır:
“I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti’nin Asya’daki topraklarının paylaşılması konusunda yapılan gizli antlaşma (16 Mayıs 1916).
I.Dünya Savaşı’ndan önce Osmanlı Devleti’nin tasfiyesi konusunda anlaşamayan İtilâf devletleri savaş esnasında da bir iş birliği sağlayamadılar. Birinin elde ettiği başarı diğerleri için hoşnutsuzluğa yol açıyor, her devlet diğerlerinin istilâsına karşı kendi nüfuz bölgesini titizlikle koruyordu. İngiltere ve Fransa’nın Çanakkale’den yeni bir cephe açmaya karar vermesi Boğazlar üzerinde tarihî emelleri olan Rusya’yı telâşlandırdı. Müttefiklerinin İstanbul’a yerleşmesinden endişe eden Rusya Boğazlar’ın kendisine verilmesini istedi (4 Mart 1915). Aralarında bir anlaşmaya varmadan bu kadar önemli bölgenin Rusya’ya bırakılmasını doğru bulmayan İngiltere ile Fransa, Rusya’nın İttifak devletleriyle anlaşması tehlikesini de göze alamadılar. İngiltere, Osmanlı toprakları üzerindeki taleplerinin yerine getirilmesi şartıyla Rusya’nın isteklerini kabul edebileceğini bildirdi (12 Mart). Fransa, Osmanlı Asyası’nın da paylaşılmasını önerdi (23 Mart). Petrol zengini Arap topraklarını ele geçirmek amacıyla Araplar’la gizli görüşmeler yapan İngiltere önce Rusya ile anlaşmak gerektiğini bildirdi. Büyük Ermenistan vaadiyle Ermeniler’i kışkırtan Rusya, Doğu Anadolu ile Çukurova’yı istiyordu. Mersin ve Adana’nın Fransa’ya verilmesini kabul etmesi üzerine Fransa da Boğazlar’ın Rusya’ya terk edilmesine razı oldu. (10 Nisan). Karşılıklı notalarla imzalanan antlaşmaya göre İstanbul ve Çanakkale boğazları, Marmara denizi, Midye-Enez hattına kadar Güney Trakya, İstanbul Boğazı ile Sakarya nehri ve İzmit körfezi arasındaki bölge, Gökçeada ve Bozcaada Rusya’ya veriliyordu. Rusya da İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı Devleti’nin diğer bölgelerinden uygun görecekleri yerleri almalarını ve Osmanlı egemenliğinden ayrılacak Arap ülkelerinin bağımsızlığını tanımayı kabul ediyordu. İstanbul Antlaşması adını alan bu ilk gizli paylaşım yeni antlaşmaların yapılmasına yol açtı. Çanakkale savaşlarında zorlanan müttefikler savaşa katılması için İzmir ve çevresini Yunanistan’a vermeyi kararlaştırdılar (12 Nisan). İtalya ile imzaladıkları Londra Antlaşması’yla da (26 Nisan), Oniki Ada ile Trablusgarp’taki işgalini tanımayı taahhüt ettiler. Ayrıca Asya Türkiye’si paylaşıldığında İtalya’ya Akdeniz bölgesinden bir pay verilecekti. Buna karşılık İtalya, müttefikler yanında savaşa girmeyi ve müslümanlara ait kutsal yerlerinin bağımsız bir İslâm devletinin egemenliğinde bırakılmasını kabul ediyordu.
Savaşın başından beri İngilizler’in Osmanlı yönetimine karşı isyana teşvik ettikleri Mekke Emîri Şerîf Hüseyin, İngiltere’ye askerî iş birliği teklifinde bulundu. Karşılığında bütün Arabistan yarımadasını içine alacak ve kendi idaresine bırakılacak müstakil bir Arap devleti kurulmasını ve halifeliğin Türkler’den alınmasını istiyordu. İngiltere, Arap bağımsızlığını desteklemeye hazır olduğunu ve halifeliğe de bir Arap’ın getirilmesine çalışacağını bildirdi (24 Ekim). Araplar buna mukabil bağımsızlıklarını kazandıktan sonra İngiltere’nin Basra ve Bağdat vilâyetlerindeki özel durumunu tanıyacaktı. Ancak İngiltere, Türkçe konuşulan bölgelerle Fransa’nın istediği Suriye kıyılarını, Şam, Hama, Humus, Halep, Musul ve Filistin’i antlaşmanın dışında bırakmıştı. Şerîf Hüseyin ise yalnızca Türkçe konuşulan Mersin ve Adana gibi bölgelerden vazgeçtiğini bildirdi (5 Kasım). İngiltere, Şerîf Hüseyin’in en büyük rakibi Necid Emîri İbn Suûd ile de gizli bir antlaşma imzalayarak Şerîf Hüseyin’e vaad ettiği Necid topraklarında ve Basra körfezi kıyılarında (Küveyt hariç) İbn Suûd’un bağımsızlığını tanımayı taahhüt etti (26 Aralık). İngiltere’nin bu ikiyüzlü politikasından habersiz olarak Halep ve Beyrut konusundaki iddialarını sürdüren Şerîf Hüseyin, İngiliz-Fransız ittifakını bozmamak için Suriye ve Lübnan üzerindeki isteklerinin çözümünü savaştan sonraya ertelediğini bildirdi. Türkler’e karşı savaşa hazırlanabilmeleri için kendilerine para ve silâh yardımında bulunulmasını ve barış sırasında Araplar’ın yalnız bırakılmaması konusunda güvence verilmesini talep etti (1 Ocak 1916). Şerîf Hüseyin’in İngiliz-Fransız ittifakını bozacak davranışlardan kaçınma yolundaki yazısını senet saydığını ve istenen yardımın yapılacağını bildiren İngiltere Araplar’ın yalnız bırakılmayacağı konusunda da güvence verdi. (30 Ocak).
İngiltere, Arap ayaklanmasını garantiledikten sonra Osmanlı Asyası’nın paylaşılması konusunu görüşmek için Fransa’dan bir temsilci göndermesini istedi. İngiltere’nin Araplar’la gizlice anlaşmasından memnun olmayan Fransa, Beyrut eski konsolosu François Georges Picot’yu özel temsilci olarak yolladı. İngiltere de Dışişleri Bakanlığı müsteşarı Sir Mark Sykes’ı görevlendirdi. Kasım 1915’te iki devlet arasında Londra’da başlayan görüşmeler uzlaşmayla sonuçlandı (3 Ocak 1916). Genelde İngiltere’nin bakış açısını yansıtan antlaşma taslağına göre İngiltere Beyrut’un Suriye’de kurulacak Arap devletinin içinde yer alması önerisinden, Fransa da Filistin’in Suriye’nin bir parçası olması isteğinden vazgeçiyordu. Bölgenin sadece kendi egemenliği altında bulunması iddiasından da vazgeçen Fransa, Filistin’de uluslararası bir rejim kurulmasını ve Basra’dan Filistin’e kadar uzanan bölgenin İngiltere’nin kontrolüne veya egemenliğine verilmesini kabul ediyordu. Buna karşılık İngiltere, Fransa’nın Suriye’nin sahil bölgesi ile Kilikya’nın tamamını almasına ve İran sınırına kadar uzanan bölgenin Fransız nüfuzuna bırakılmasına onay veriyordu. İtalyanlar’dan gizlenen antlaşma taslağının Rusya tarafından onaylanması gerekiyordu. Sykes ve Picot, Petrograd’a giderek antlaşma taslağını Ruslar’a gösterdiler (11 Mart). Çanakkale başarısızlığının yol açtığı iç huzursuzluğu yeni toprak kazanımlarıyla gidermeye çalışan Rusya, Ermeniler’in yardımıyla işgal ettiği Doğu Anadolu’dan çıkmayacağını açıklayarak artık Ermenisiz Ermenistan siyaseti gütmeye başlamıştı. Fransız etki alanının İran sınırına kadar uzanmasını Rusya’nın güneye doğru genişlemesini engelleyeceğini ileri sürerek taslağa karşı çıktı. Ruslar ancak Trabzon, Erzurum, Bitlis, Muş ve Siirt ile Türk-İran sınırını içeren kuşağın kendilerine verilmesi karşılığında antlaşma taslağını onaylayabileceklerini bildirdiler. Sinop Limanı’nın da Rusya’nın etki alanına dâhil edilmesini istemeleri yeni bir Fransız-Rus anlaşmazlığına yol açtı. İngilizler, Kerkük üzerindeki iddiasından vazgeçmesi karşılığında Fransa’ya Sivas-Kayseri bölgesinden ek toprak verilmesini önerdi. Öneriyi kabul eden Fransa ile Rusya arasında imzalanan antlaşmayla (26 Nisan) Aladağ, Kayseri, Akdağ, Yıldızdağ, Zara, Eğin ve Harput arasında kalan topraklar Fransa’ya verildi. Erzurum, Van, Bitlis, Muş, Siirt ve Trabzon Rusya’ya bırakıldı. Trabzon’un batısındaki sınır daha sonra belirlenecekti. Buna karşılık Rusya, Suriye ve Mezopotamya’nın İngiltere-Fransa arasında paylaşılmasını kabul etti.
Rusya’nın onayını aldıktan sonra İngiltere ve Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması imzalandı (16 Mayıs 1916)[3].
Sykes Pikot Antlaşması tarihin çöplüğüne Türkiye Cumhuriyeti tarafından atılmasına rağmen hâlâ gündem demde midir?
F.Gregory Gause (Vermont Üniversitesi’nde siyaset bilimi profesörü, Basra Körfezi’nin Uluslararası İlişkileri kitabının yazarıdır ) The Washington Post gazetesinde “Is this the end of Sykes-Picot?” (Sykes-Picot’nun sonu mu?) 20. Mayıs. 2014 yazısında:
“Sykes-Picot’un sonu” ifadesi kullananlar için; slogan ve yanlış adlandırma olduğunu ifade etmektedir. Sözlerine şöyle sürdürür: “1916 Sykes-Picot anlaşması, Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap (ve bazı Türk ve Kürt) topraklarının İngiltere ile Fransa arasında bir ön bölünmesini sağladı, ancak nihai sınırlar 1920’deki San Remo konferansında iki güç tarafından belirlenmiştir. Sykes – Picot, Kuzey Irak’ı Fransa’ya vermişve Kutsal Topraklar için uluslararası bir rejim öngörmüştü. San Remo, Fransa ve İngiltere’nin sonradan çizeceği sınırlar için Milletler Cemiyeti’ne onay vermiştir. Lübnan, Suriye Fransız, Ürdün, Filistin İngiliz mandasına bırakılmıştır ve İngiliz mandası olan Irak, Osmanlı’nın üç vilayeti olan Bağdat, Basra ve Musul’dan oluşturulmuştur. Fransa ve İngiltere’nin yaklaşık yüz yıl önce elde ettiği jeopolitik muafiyetin bu dünya için çok daha uzun olmadığı sonucuna varılmamalıdır. İngiltere’nin eski mandası Filistin artık tamamen İsrail kontrolü altındadır (Gazze kısmi bir istisna ve Batı Şeria egemenlik konusunda bir belirsizlik içindedir). Irak, Lübnan ve Suriye (Fransa’nın 1939’da İskenderun/Hatay’ı Türkiye’ye bırakması dışında) inşa edildikleri gibi kalmıştır. “Filistin” ile “Ürdün” arasındaki İngilizlerin çizdiği sınır, yıllardır olduğundan daha istikrarlı görünmektedir. Irak devletinin yıkımı yakın zamanda değildir 1991’de ülkenin kuzey ve kuzeydoğusunda Batı tarafından korunan (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararıyla) Kürt bölgesinin kurulması gerçekleştirilmiştir. Uluslararası güçler, Osmanlı sonrası doğu Arap dünyasını inşa ettiler. Sömürge yetkililerinin, sömürgecilerle işbirliği yapan yerel seçkinlerin ve ardından bağımsız devlet yöneticilerinin, değişen derecelerde başarıları ile gerçek devletler inşa etmeye çalıştıkları bölgesel alanlar yaratmışlardır. Hiçbir Rus, Çinli veya Avrupalı lider, Ortadoğu haritasının yeniden düzenlenmesi için uluslararası bir konferans önermemiştir. Devletlerin kendileri kendi içinde parçalanabilir. Ortadoğu da ki kavgalar kalacak gibi görünüyor. En azından resmi olarak ve uluslararası hukuk açısından, Fransız ve İngilizlerin yaklaşık yüz yıl önce çizdiği sınırlar içinde ne kadar kırılgan olursa olsun “Sykes-Picot” yaşamaktadır” F. Gregory Gause’un The Washington Post gazetesindeki bu yazısı[4] önümüzdeki yıllarda henüz ölmediğine inanılan hayalet antlaşmanın Türk toprakları ve Orta Doğu üzerinde dolaştırılacağa benzemektedir. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Syks-Picot’un şu haritasını unutmamalıdır:
Diğer taraftan bilindiği üzere son yıllarda Türkiye’ye Suriye’den gelen sığınmacıların milyonlarca rakamı net değildir. Sığınmacıların bir kısmı paralarını kaybetmeden (hırsızlıklar istisna) gelebildikleri halde her ne hikmetse kimliklerini kaybetmekte (hâlbuki böyle bir durumda kimlik en önemli resmi belgedir) ve beyan üzerine yeni kimlikler çıkartılmaktadır[5].
1915- 1916 Ermeni tehciri iskan (Yusuf Sarınay (Proje Yöneticisi), Osmanlı Belgelerinde Ermenilerin Sevk ve İskanı (1878-1920), T. C. Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Ankara, 2007.) bölgeleri haritası ile iskan belgesi örnekleri.
Suriyeli sığınmacılar sınırdaki il ve ilçelerimizdeki konaklama kamplarını tercih etmeyip Anadolu’nun muhtelif illerine keyfi gelişleri ise bugüne kadar kontrol edilememiştir. Harita okuyamayan milletler coğrafyalarını koruyamazlar. 1915 Ermeni tehcirinin yapıldığı yerler ile IŞİD/DAEŞ ve PYD işgal haritası bire bir örtüşmektedir. Bu sayede Anadolu’ya sağlanan tersine göçün yahut sözde geçici sığınmacıların % kaçı daha önce tehcir edilen Ermenilerdir? Yıllardır dikkatlerden kaçan; yurdumuzda ilginç olan yeniden Ermeni yerleşim hazırlıkları aşikâr hale gelmiştir.
Tekrar vurgularsak:
- Yurdumuzun her tarafında turizm bahanesi ile Ermeni kiliseleri restore edilmiş, haç dikilmiştir. Ve bu faaliyetler şuurlu yahut şuursuz bir çılgınlıkla devam etmektedir. Çünkü turizm masum bir maskedir.
- Ermeni kiliselerinin restore edildiği il, ilçe, kasaba vb. yerleşim yerlerinde şu an ibadet yapacak yeterli (hatta hiç) Ermeni cemaati yoktur.
- Fakat farklı il veya ilçelerden destek için diğer kiliselere gidilmektedir.
- Restorasyon çalışmaları maalesef güzel dinimizin ismi kullanılarak her hangi bir dernek heyeti tarafından desteklenebilmektedir[6].Yıllarca “dinler arası diyalog” adı altında yapılan gaflet hatta ihanet projesine toplumun önemli bir kısmı dikkat etmemiştir. Hâlâ çoğu kimse “Allah indinde din ancak İslam’dır”(Al-i İmran suresi/19.) ayetini hatırlamamaktadır. Dinler arası, hiçbir kimse veya kurum İslam adına diyalog geliştiremez. Laik demokratik devlette ise böyle bir faaliyet kabul edilemez. Sadece devlet ve tüm vatandaşlar birbirlerinin dinlerine, inançlarına yahut inançsızlıklarına saygılı olmalıdır.
Diğer taraftan İsrail’in binlerce yıllık projesi Arz-ı Mev’ud’u da düşünürsek Anadolu vatan toprağı Büyük İsrail projesinin son perdesi olmaya hazırlanmaktadır. TAHRİF EDİLMİŞ TEVRAT’A GÖRE ARZ-I MEV’UD’DA Arz-ı Mev’ud yani “Vaad Edilmiş Topraklar” meselesinin kökeni tahrif edilmiş Tevrat’ın Çıkış 3:8 bölümünde yer alan “içinden süt ve bal akan topraklar” ve “Kenan Diyarı” ifadeleridir. Tahrif edilmiş bu kitaba göre Yahudilerin Tanrısı Kenan Diyarı’nı bir zamanlar İsrailoğulları’na vermiştir. Konu, Aziz Paulos tarafından tahrif edilmiş İncil’e de yazılmıştır. Buna göre tahrif edilmiş İncil’in Sayılar 34:1-12 bölümünde bu topraklar güneyde Mısır Nehri, Zin Çölü, batıda Akdeniz, kuzeyde Hor Dağı, doğuda Ürdün (Şeria) Irmağı ve Lut Gölü ile sınırlıdır. Tekvin 15:18’de ise Aynı gün, Tanrı İbrahim’e “Senin soyundan gelenlere Mısır Nehri’nden Büyük Nehre, Fırat Nehri’ne kadar uzanan toprakları veriyorum” diyerek bir antlaşma yaptı demektedir. Yine Çıkış, 23:31’de de Tanrı İsrailoğulları’na Sınırlarınızı Kızıl Deniz’den Filistin Denizi’ne, çöllerden Fırat Irmağı’na kadar belirleyeceğim taahhüdü vardır. Büyük Ermenistan ve Büyük İsrail projeleri YÜCE TÜRK MİLLETİNE biçilen son ölüm gömleğidir. Oynanan tiyatronun bu perdesini anlamayanlar tiyatro salonunda sahneyi göremeyen miyop (uzağı görememe) ve astigmat (net görememe) topluluklardır.
ABD, İsrail, Rusya ve AB Türkiye’ye son darbeyi vurmak üzere hazırlanmaktadırlar. Bu öldürücü darbe’nin tek çaresi, panzehiri; İLİM, İŞİ EHLİNE VERMEK, ADALETLİ OLMAK, AKLI KULLANMAK ve İŞLETMEK ile SABIRLI (mücadele azmi) olmaktır. “Rabbim, ilmimi arttır” de (Tâ-hâ/ 114.ayet), “Gerçekten Allah, size emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emreder”(Nisa suresi/ 58.ayet) De ki: Rabbim adaleti emretti(A’raf suresi 29.ayet), “Allah, pisliği, aklını kullanmayanlar üzerine bırakır.(Yunus Suresi/ 100.ayet) Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.(Bakara suresi/153.ayet).
VII- 2020’li yıllarda bunları söyleyenlere yazanlara Türk ırkçısı, paranoyak ruh hastası diyecekler ve toplum nezdinde küçük düşüreceklerdir.
VIII-Türkiye’deki Sami kardeşler: Emevi zihniyetli Arap ve Siyonist İsrail ile Taşnak-Hınçak Ermeni lobisi birlikte çalışmaktadırlar.
Türkiye Cumhuriyeti bunu görmediği ve anlamadığı takdirde ki Sayks Pikot anlaşmasının yeni versiyonunda Türklere bir çakıl taşı bile bırakılmaması planlanmaktadır. Bunlarla birlikte dünya ve Türkiye: Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün “Yurtta sulh cihanda sulh” vasiyeti ile badireleri aşacaktır. Çağların lideri her zaman Türklerin ve tüm mazlum milletlerin kahramanı bir kez daha unutulmamak üzere hatırlanacaktır.
[1] Anayasa Mahkemesi Başkanlığından: Esas Sayısı: 2009/45 Karar Sayısı : 2011/88 Karar Günü: 2.6.2011, Resmî Gazete Anayasa Mahkemesi Kararı: 28 Mart 2013 Perşembe Sayı : 28601.
[2] Arslan Bulut, Vatanın Tapusu Bakın Nasıl Devrediliyor? Yeniçağ Gazetesi, 14 Şubat 2020 Cuma.
[3] Cevdet Küçük, Sykes-Picot Antlaşması, TDV İslâm Ansiklopedisi, 2010, İstanbul, 38. cilt, ss. 204-206.
[4] https://www.washingtonpost.com/news/monkey-cage/wp/2014/05/20/is-this-the-end-of-sykes-picot/
[5] Arslan BULUT, Ermenilere de vatandaşlık mı? 13.07.2016: “Hilmi Özden‘in gönderdiği “Özel Büro” imzalı bir yazıda “Suriyeli 3.5 milyon mültecinin geldiği yerler ile 1915 tehciri ile gönderilen Ermenilerin iskan edildiği yerler aynı yerlerdir. Bu gelen 3.5 milyon insandan kaçı Ermenidir?” diye soruluyor”. http://www.yenicaggazetesi.com.tr/ermenilere-de-vatandaslik-mi
[6] Her ilde Emniyet Müdürlüğü “Dernekler masasında” bu tip derneklerin mütevelli heyetleri ve dernekler kayıtlıdır. İç İşleri Bakanlığı Göç İdaresi Başkanlığının haricinde Avrupa Birliği proje destekli kurulan derneklerin faaliyetleri (Sivil Toplum Örgütleri) şeffaf olmalı ve Türk Milleti bilgilendirilmelidir.