Ahmet Koçak yazdı; ÖĞRETMENLER GÜNÜ-2
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Günümüzde Öğretmenler;
Doksanlı yıllarda bu günkü gibi üniversite mezunları çoğalmış, hükümetlere dert olmuştu. Daha önceki yıllarda imam hatip ve diğer meslek liselerinden mezun olanlara fark derslerinden sınavdan geçirilerek ilkokul öğretmeni olarak atadıkları gibi; atanamayan meslek lisesi öğretmenleri, ziraat mühendisleri, veterinerler, işletmeci, iktisatçı, mühendisler ilkokullara öğretmen olarak atadılar. Ortaokul ve liselere bu şekilde atama yapıldığına ben tanık olmadım. “Amaan ilkokul değil mi herkes yapar. Okuma-yazma ve biraz da hesap öğret gitsin işte!” düşüncesiyle yapıldı tüm atamalar. İçlerinden çok başarılı öğretmenler çıktığına tanık olduğum gibi onların gelişi ile öğretmenler odaları tekdüzelikten çıktı, söyleşiler farklı boyutlara taşındı. O nedenle ilkokul öğretmenleri her işten anlarlar. Muhasebe, hayvancılık, ziraatçılık, marangozluk, demircilik gibi konularda bir sorununuz varsa ilkokullara gidin mutlaka bir bilen çıkar. Bu onların suçu değil elbette; örneğin beni bir ile vali olarak atasalar gider koltuğa oturur, hemen kolları sıvarım…
Eskiden öğretmen ve vekil öğretmenler vardı. Vekil öğretmenler ilkokulda sınıfına girdiği öğretmenin aylığının üçte ikisini alırdı. Aylığı otuz bin lira olsa yirmi bin lira geçerdi ellerine. Okuyan pek fazla olmadığından ortaokul ve lise mezunları vekil öğretmen olarak atanırlardı.
Günümüzde öğretmenler; kadrolu, ücretli, uzman, sözleşmeli öğretmen (yakında sınavı yapılınca başöğretmen) adıyla devlet okullarında görev yapıyorlar. Özel okullarda da özel okul öğretmeni olarak kimi zaman asgari ücretin biraz üzerinde; çoğunlukla asgari ücreti altında görev yapmaktadırlar. Market ve diğer iş yerlerinde okullardan daha çok atanamamış öğretmen çalıştığını da yazanlar oldu.
Hükümetler asgari ücretin altında kimse çalıştırılamaz derken kendisi ücretli öğretmenleri asgari ücretin altında çalıştırmaktadır. Bir ücretli öğretmenin eline sekiz, dokuz bin lira geçiyor. Ücretli öğretmenler; raporlu, izinli, kadrosu olup atama yapılmamış okullarda geçici olarak çalışmaktadırlar. Atamalarda öncelik branşlarda olurken öğretmenlikle ilgisi olmayan iki veya dört yıllık fakültelerden mezun olanlar da ücretli öğretmen olarak görevlendiriliyor okullarda.
Öğretmenlerin Saygınlığı;
Saygınlık öncelikle iyi kazanmakla olur. Geliri iyi olan insan kendine güvenir, yürüyüşü bile bir başka olur. Ben boşuna zenginleri sevmiyorum değil mi? Yoksul, borç içinde yaşayan biri nasıl kendisine saygı duysun? Nasıl öğrencilere iyi örnek olsun? Kafasında bin bir problemle uğraşırken nasıl mesleğine motive olsun? Bunu bir kenara koyduktan sonra sorunun başka boyutlarına geçeyim;
Köyde öğretmenlik yaparken şehirlerarası otobüste yanıma bir banka şefi bindi. Mesleklerimizi sorduk; ben öğretmen olduğumu söyledim. Şef bey çok saygılı davranıyor, sayın hocam diye hitap ediyordu. Yarım saat seviyeli söyleşinin ardından branşımı ve nerede görev yaptığımı sordu, söyledim. Biraz sonra ayak ayaküstüne attı. Koltuğa yayılarak oturdu. Yarım saat sonra “hoca”, on beş dakika sonra “ula hoca” diye hitap etmeye başladı. Espriler yapıp kendisi gülerken dizlerime şaplaklar atmaya başlaması dikkatimi çekti. Branşımı söylediğime pişman oldum. Tam sıra el ense çekme aşamasına geldiğinde yolculuğumuz sona erdi de kurtuldum.
Bu anımı öğretmenler toplantısında anlatırdım. Branş öğretmenlerinin koltuklarını kabartırken, sınıf öğretmenlerini uyarırdım; “köye gidip, köylüye dönmeyin. Köylüyü de eğitin; çağdaş, akılcı düşünebilen insanlar yapmaya çalışın. Siz öğretmensiniz; saygınlığınıza gölge düşürecek davranışlar içinde olmayın. Sizin yüzünüzden ben neler çekiyorum” diye de espri yapardım.
Emekli de olsam okul bahçelerine girer gözlemler yaparım. Erkek ve kadın öğretmenleri gördüğümde onların okulda hizmetli olabilecekleri gelir ilk aklıma. Saç sakal birbirine karışmış, kot pantolonlar, montlar, spor ayakkabılarla görünce; “eline değnek, yanına bir kangal köpek ver hemen koyunları otlatsın.” düşüncesi geçer aklımdan. Kılık kıyafet yönetmeliği değiştirilip serbest kıyafet getirilince öğretmenler acayip kıyafetler giymeye başlamışlar. Demek ki, bakanlık o yüzden üzerlerini örtmek için önlük giydirmeye çalışıyor son günlerde.
Benim zamanımda takım elbise, kravat, boyalı ayakkabı, günlük sakal tıraşı zorunluydu. Öğretmenin giysisinden siyasi düşüncesi anlaşılmazdı. Okul bahçesine giren biri kimin öğretmen olduğunu şık giysisinden anlardı. Çocuklara da iyi örnek olurlardı.
Geçen yine okul bahçesine girdim bir bayram törenini izlemek için. Elli, elli beş yaşlarında kravatlı, şık takım elbiseli bir adamın yanına gidip “Hocam” diyerek okulla ilgili bir şey sordum. Şık giyimli beyefendi:
“Ben öğretmen değilim. Emekli savcıyım. Üzgünüm sorunuza yanıt veremeyeceğim “ dedi. Ah benim eski kafam!
Almanya’da görevlendirilen bir arkadaşım okula her gün takım elbise kravatla gidermiş. Avrupa’da öğretmenlerin kıyafetleri serbestmiş şimdiki bizdeki gibi. Bir Alman öğretmen:
“Değerli meslektaşım neden böyle giyiniyorsunuz? Yoksa baloya mı davetlisiniz?” demiş. Bize her gün baloydu eskiden. Olayın bir de bu yönü var tabii.
Bir de -özellikle din kültürü öğretmenlerinin saygınlığını yerle bir edecek- ÇEDES(Çevreme Duyarlıyım Değerlerime Sahip Çıkıyorum) projesi adıyla bir uygulama konuşuluyor son günlerde. Okullara imamlar, şeyhler görevlendirilip bu bilgileri onlar vereceklermiş. Okullarda yöneticilerin yarıdan fazlası imam hatip lisesi çıkışlı veya İlahiyat Fakültesi mezunu diyorlar. Önde okul yöneticileri ardında din kültürü öğretmenleri ve diğer öğretmenler: “Ne münasebet! Biz bu bilgileri vermekten aciz miyiz? Ne işi var imamların okullarımızda? Derhal bu uygulamadan vaz geçin bizi küçük düşürmeyin!” diye protesto yürüyüşleri yapmalarını bekledim. Olmadı. Birkaç aydın sendika dışında ses çıkaran olmadı.
Konu öğretmenlik olunca yazdıkça yazasım geliyor. “Okuyanın da canı var. Yazıktır!” diye düşünerek; on seri sürecek yazımı burada sonlandırayım.
Tekrar ÖĞRETMENLER GÜNÜMÜZ KUTLU OLSUN!
ahmet.kocak16@hotmail.com