Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; İKİ RESİM ARASINDAKİ FARK-1

02.12.2023

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

İlkokul resmimle şimdiki resmimi gösterip “iki resim arasındaki farkı bulun.” desem hemen dersiniz ki; “onu bilmeyecek ne var, birinde siyah önlüklü öğrencisin(Resimde ön sırada ouraanlardan ellerini öne uzatmış çocuk benim.), diğerinde siyah önlüklülerin öğretmenisin.” Ben sizin göremediğiniz benim yaşayarak öğrendiğim fakları anlatayım istedim bu yazımla:

Eğitimi bitirip 1979 yılı, Kasım ayının 11’inde bir köyde göreve başladım. İkinci sınıfları verdiler. Hiç biri okuma-yazma bilmiyordu. Geçen yıl okutan öğretmen çok çalışmış ama bir türlü okutamamış kerataları. Güya ara sınıf aldık ama aslında birinci sınıf.  Ben de stajyer öğretmenim ama ondan farkım sorumluluk duygum gelişmiş, ‘eyvah! bu çocukları okutabilecek miyim?’ endişesi içindeyim. O oldukça rahat, kendine güveni tam olduğu için okutamamış. En fazla kazaya usta şoförler yaparmış. Çocukların kaderi de benim kaderime benziyor. Ben de ikinci sınıfta okumaya başlamıştım.

Kolları sıvadım. Kendi ellerimle, dilimi çıkara çıkara fiş cümleleri yazdım. Tümden gelim metodunu uygulamaya başladım. Aralık ayında hepsi okumaya başladı. Ya eski öğretmenleri kovaladı ben yorulduklarında alıp okuttum ya da ben başardım bilemiyorum.

Müfettiş mart ayında geldi beni teftiş edip stajyerliğimi kaldırmak için. Çocukları okuttu. Hepsi okuyor ama çok yavaş okuyabiliyorlar. Ben:

Hocam bu sınıfı Kasımda aldım. Hiç biri okuyamıyordu. Aralıkta hepsi okudu. Zamanla hızlanacaklardır.(Aslında ben süper öğretmenim!)” desem de bana inanmamış olmalı ki, iyi rapor verdi. ‘İyi’ iyidir. Stajyerliğin kalkmasına yetiyor nasıl olsa. Meselenin iç yüzünü bildiğimden, kendimi ispatlamış olmanın öz güveni ile çeşitli okullarda aldığım dokuz tane birinci sınıf öğrencilerimi aralık, ocakta okumaya geçirdim hep.

Bir toplantıda Müfettişin biri anlatmıştı:

“Bir okula gittim. Mayıs ayında çocuklardan hiç biri okuyamıyor. Hayret ettim,

Hocam bunu nasıl başardınız? Çocukları kendi hallerinde bıraksanız hepsi okumaya geçerdi. Siz nasıl bir yöntem uyguladınız da çocukların okumasına engel oldunuz?” dedim…” Geçen yılki arkadaş ne yapmıştı da yirmi öğrenciyi okutamamıştı? Ben de o müfettişin dediği gibi yapıp çocukları kendi hallerine bıraktım. Baktım hepsi okuyor…

Profesör olan bir köşe yazarının yazısında okumuştum,

Uzun yıllar okula gittim. Yani ömrüm okullarda geçti diyebilirim. Geçenlerde düşündüm; ‘yirmi yıla yakın öğrenim hayatım oldu. Bu kadar okudum. Okul bana ne öğretti?’ diye. Okulun bana tek öğrettiği şeyin okuma yazma becerisi olduğundan başka bir şey gelmedi aklıma.” yazmıştı da hayret etmiştim. Hakikaten okuma yazma sihirli bir şey. Harfler yan yana dizilerek bir olayı, duyguyu, düşünceyi velhasıl her şeyi konuşmadan, yazarak anlatıyorsunuz. Okuyan da sizin yazdıklarınızı okuyup anlıyor. Hakikaten sihirli bir şey okuma yazma değil mi?

İki resimdeki farklardan biri de; yakışıklı genç, dinamik bir öğretmen yıllar içinde yer çekimi ve yılların etkisiyle yaşlandı. Önceleri saçlarında beyazlıklar (Kimisinin önce göğüs kılları ağarmaya başlar)  başladı. Ardından tüm kıllarına yayıldı. Bıyıklarında çıkan beyaz kılları makasla kesip ayıklayınca onlardan kurtulacağını sandı. O kestikçe onlar arttı.  O sırma saçlar döküldü. Eskiden sıcakta alnı terler, alnını silerdi. Şimdi terini tepesinden başlayıp alnına doğru siliyor. Soğuktan ve güneşten korunmak için şapka giymeye başladı kel kalmış başına. Sanki saçından dökülen kıllar kulaklarından daha gür bir şekilde çıkmaya başladı. Berbere gittiğinde o kılları ağda ile aldırırken kadınların çektikleri acıları elli yaşında yaşayarak öğrendi.

Hareketleri yavaşladı. Gözleri bozuldu. Gözlüksüz okuyamaz; ne uzağı ne yakını göremez hale geldi. Kulağında olmayan sesler duymaya başladı. “Acaba yaşlanınca kulağımın duyma frekansı yükseldi de dünyanın dönerken çıkardığı sesi mi duyuyorum?” diye düşünerek kulak gözünün açıldığını sandı.

Gözünün önünde hayali sinekler uçuşmaya başladı. Önceleri garip karşılayıp şaşırsa da zamanla sineklerine alıştı. Onlarla yaşamaya, ‘şurada bir sinek vardı nereye gitti acaba?’ diye kaybolan sineğini aramaya bile başladı. Yunus peygamberin vücudunu yiyen kurtlardan düşeni –nasibini yesin diye- geri yerine koyduğu gibi o da kaybolan hayali sineğini yerine koymak istedi.

Yürürken hafif aksamaların ardından baston kullanmaya başladı. Beli hafif bükülünce boyu beş santim kısaldı. Eskisi gibi deliksiz uyuyamaz oldu. Gecenin ikisinde üçünde uyanıp kahvaltı etmeye başladı. Elindeki deriyi sıkıp bıraktığında gençken ‘cıv’ diye yerine giden deri artık beş dakika sonra yerine gider oldu. Önce yüzü, ardından boğaz derileri kırışmaya başladı. Görünmeyen yerlerindeki kırışıklıkları kimse görmeyince kendisi de görmezden geldi. Eline bakınca ilk kahverengi benek oluştuğunu gördü. Bu benekler gittikçe artsa da, “yok canım ben daha yaşlanmadım.” diyerek faydasız teselli verdi kendisine. (Devam edecek)


ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>