Ahmet Koçak yazdı; DİNDAR
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Ramazan Beyle bir çay bahçesinde buluştuk. Yazılarımı okuyormuş. O nedenle benimle tanışmak istemiş. Birlikte çay içerken onu tanıma fırsatım oldu.
Almanya’da çalışmış uzun yıllar. Maaşını alınca hemen Türk Lirasına çevirir öyle gönderirmiş Türkiye’ye. Kur artışından doğan gelirin haksız kazanç olduğunu düşünürmüş.
“Para durduğu yerden para kazanırsa bu haksız kazançtır. Hem de ülke ekonomisine zarardır.” diye açıkladı. Bu duruma şaşırdım. Birkaç yıl para biriktirdikten sonra Türkiye’ye dönüp bir tekstil atölyesi açmış. Bu günlerde işleri azalsa da geçmişte kazandığı ile idare ediyormuş.
Birlikte beş dekarlık, etrafı tel çitlerle çevrilmiş tarlasına gittik. Tarlada küçük bir ahşap kulübesi vardı. Kuzine sobasını yaktı. Isındık. Fırınına ufak patatesler attı. Yan komşusu kaçak villayı kondurmuş.
“Siz neden yapmadınız Ramazan Bey?” diye sordum.
“Ben yasal olmayan hiçbir şey yapamam. Ne zaman imar gelirse o zaman yaparım.” diye yanıt verdi.
Suyu ve elektriği yoktu barakanın. Çay hazırladı. Közlenmiş patateslerle çay içtik. Çaylarımızı içerken söyleşmeye devam ettik. Bahçede ekili lahana, pırasa, ıspanak, havuç göze çarpıyordu.
“Suyunuz yok. Yazın da domates, biber yetiştiriyor musunuz?” diye sordum.
“Baharda her şeyden ekerim.”
“Nasıl suluyorsunuz?
“Şu gördüğünüz beş tonluk depoyu doldurur, kurduğum damlama sistemiyle sularım.”
“Komşudan su almayı düşünmediniz mi?”
“Komşunun suyu kaçaktır. O bedavadan sular. Ben o suyla ürün yetiştiremem. Komşu önerdi kabul etmedim. Köyden traktörle su getirtir depoya doldururum. Bu düzeni kuramadığım ilk sene ürünleri pet şişelerle evden getirdiğim bidonlarla sulardım.”
İlginç bir adamdı. Söylediklerinin gerçek olduğunu etrafta gördüklerim anlatıyordu. Bahçeye gitti. Kökünden söktüğü lahana, ıspanak ve pırasaları kulübeye taşıdı. Tekrar gidip, kürekle çıkardığı havuç ve turpları getirdi. İkinci gidişinde ben de ona yardımcı oldum. Kışın yağan yağmurlarla kendiliğinden yetişen ürünleri poşetlere doldurdu. “Bu sizindir Ahmet Bey. Afiyetle yiyin” dedi. Çok fazlaydı verdiği şeyler. “Teşekkür ederim de bunlar bana fazla gelir. Ziyan olur. Şu kadarı bana yeter.” dedim. “Olsun. Alın lütfen. Komşulara, yakınınızda oturan yoksul insanlara verirsiniz” dedi.
Her zaman yaptığım esprinin yeri geldiği için yine yaptım; “ben yazılarımda sık sık zenginleri sevdiğimi söylerim. Sizi de sevdim. Zengin biri hareketli ve bereketliyse daha da iyidir. Bak ne güzel sizin ve benim çevremde olan insanlar bu zenginlikten yararlanacaklar.” dedim. Hafif gülümsedi.
Topladığımız, poşetlere doldurduğumuz sebzeyi birlikte arabasının bagajına doldurduk. Taşırken konuşmaya devam etti:
“İşçilerime, komşularıma, etrafımdaki yoksul ailelere dağıtırım. Bunu on beş günde bir yaparım. Yazın yetişenleri de önce kendi ihtiyaçlarıma ayırırım. Kalanları da eşe dosta dağıtırım. Ağaçlarım da çok güzel meyve verir. Yazın da davet ederim sizi meyveler yetişince.” dedi. Teşekkür ettim. Bursa’ya dönmek için yola çıktık. Yolda:
“Bir ay önce bahçeli bir ev aldım. Kardeşlerden biri eve masraf etmiş. O masrafları ödememi istiyor. Saat dörtte yolumuzun üzerinde bir kahvede buluşacağız. Onunla görüştükten sonra sizi evinize bıraksam olur mu?” diye sordu, “olur” dedim.
Kahvede bekleyen adamın yanına oturduk. Çay söyledi. Çaylar bittikten sonra çantasından çıkardığı siyah poşeti adama uzattı. “Bu poşette istediğin para var buyur” dedi. Adam parayı çıkarıp saydı. Geri poşete koydu. Tekrar arabaya bindiğimizde:
“Ramazan Bey, adama o parayı neden ödediniz? Örneğin bir araba satın aldınız. Arabanın sahibi “ben debriyaj balatasını değiştirmiştim. Onun parasını da istiyorum.” dese öder misiniz? Arabayı o haliyle aldınız.”
“Bu olay ona benzemiyor. Ben evi ucuza aldım zaten. Önce yaptığı masrafı kardeşlerinden almak istemiş, vermemişler. Onlar vermeyince beni arayıp sızlandı. Ben de elimde para kalmadığını, iki ay sonra ödeyebileceğimi söyledim ve bu gün ödedim. ‘Ağlayanın malının gülene faydası olmaz’ derler. O hep haksızlığa uğradığını düşünecekti. Şimdi bir sorun kalmadı. Ben de gönül rahatlığıyla evimde oturabilirim. Kul hakkı yemekten çok korkarım.”
Gerçek adının yazılmasını istemeyen bu insanın sonradan icralık olan başka bir kardeşe de yardım ettiğine tanık oldum.
Ayrılırken, “dünya böyle güzel insanların yüzü gözü hürmetine ayakta kalıyor” diye düşünmeden edemedim.
ahmet.kocak16@hotmail.com