Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; MÜFETTİŞİM RECEP NAS İLE SÖYLEŞİ-3

05.02.2024

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

A.K. : “Öğrenim ve mesleki yaşamınızdan kısaca bahseder misiniz?”

NAS: Öğretmen okulunu bitirince dokuz yıl köy öğretmenliği yaptım. Çocukları, öğretmenliği seviyordum, mutluydum. Çevrem, özellikle Köy Enstitülü yazar Hasan( Kıyafet) Ağabey etkiledi beni. Örneği ilginçti. Okuyorsun, kendini yetiştiriyorsun ama şimdi koyaktaki bir avcısın sen, tarama alanın dar. Okursan tepeye çıkarsın, daha çok kişiye ulaşırsın, dokunursun. İstanbul Atatürk Eğitim Enstitüsü’nde okudum. Sekiz yıl ilköğretim müfettişliği yaptım. Ama sevmedim bu işi. Ben öğretmen okullarına öğretmen olmak istiyordum… 1981’de MEB yüksek öğretmen okulu öğretmenliği için sınav açtı. O sınavı kazandım, Necatibey Yüksek öğretmen Okulu’na atandım. YÖK kurulunca üniversitede öğretim görevlisi olarak çalıştım. Emekli olduktan sonra da ders vermeyi sürdürdüm, böylece 44 yıl öğretmenlik yaptım.”

A.K. : “Mesleki anılarınızı yazdığınız kitaplarda yeri geldikçe yazdığınızı söylemiştiniz. Öğretmenlik, müfettişlik ve akademisyenlikte yaşadığınız ilginç olaylar ve anılar olmuştur, desem anlatacak çok yaşanmışlıklarınız vardır. Paylaşmak ister misiniz?”

NAS: “ ‘Er öğretmen’ sanıyla öğretmenliğimin üçüncü yılında Ordu-Ulubey-Dikenlice Köyü’ne atanmıştım Önceki köyüm Bursa-Gemlik- Narlı Köyü’ydü, yıl 1962. Bursalıların bildiği gibi deniz kıyısında şirin bir köy. Ulaşımı kolay, gazetem her gün geliyordu. Şimdi burada köylülerin ‘depebaşı’ dedikleri yerde ben nasıl duracaktım… Ben silahaltındayken babam yaşamını yitirmiş, üzülmeyeyim diye bana bildirmemişler, buraya gelmeden köyüme uğrayınca öğrendim. Üzülüyorum, bunalıyorum. Birden öğretmenimizin salık verdiği kitap geldi aklıma: Üzüntüyü Bırak, Yaşamaya Bak, Dale Carnegie’nin. İstanbul’dan getirttim. Okuyorum, kitaptaki bir şiir aklımı başıma getirdi. Üç dizesini söyleyeyim: “Eğer dorukta çam olamazsan / Koyakta bir çalı ol, ama ol / Derenin kenarındaki en güzel çalı sen olmalısın.” Kapattım kitabı, neyim ben? Köy öğretmeni, öyleyse bugünden tezi yok en iyi köy öğretmeni olmak için çalışacağım. Okuyordum ama keyfe keder, roman, öykü, şiir… Eğitim kitaplarını da okumaya başladım. Meğer ben hiçbir şey bilmiyormuşum, bilmediğimi de bilmiyormuşum. Okumak, kendini yetiştirmek akıntıya karşı yüzmeye benzer, durursan gerilersin. İşte o anda başladım ben öğretmenliğe.

Müfettişken, kasım ortalarıydı, 2. sınıfı teftiş ettim. Sınıf zayıf, ikirciksiz yetersiz verebilirim. İyi ama ben sadece ölçtüm, işin bir de değerlendirme yönü var. Öğretmenle konuştum, eşinden ayrılmış ‘terk-i diyar ‘eylemiş, bu sınıfı da alalı iki ay olmuş olmamış. Baktım iyi niyetli, ‘iyi’ rapor gönderdim. Aradan üç dört ay geçti, milli eğitim müdürlüğündeyken, bir öğretmen sizi görmek istiyor dediler. O öğretmen. “Hocam” dedi. “Verdiğiniz o ‘iyi’yi hak etmek için ben çok çalıştım, gelip beni bir daha teftiş etmenizi istiyorum.” Kazandım, insan yitirmek çok kolay, kazanmak zordur. Ben zoru seçtim, kazandım. Güven, güveni doğurur.

Atanan, doğuya giden öğrencilerimle yazıştım. Neler eksik kalmış, hangi sorunlarla karşılaştınız, yazın bana, demiştim. Mektup yağdı bana, özellikle 1985-1992 arası. Hepsine de yanıt veriyordum. Bir öğrencim ailesiyle gitmiş. Diyor ki, ben eğitimle ilgi bir söz söylesem, nerden biliyorum bunu, Recep Hocam söylemiştir, dermişim, farkında değilim. Bir gün gene babama bir söz söyledim, Recep Hocam anlatmıştır, dedim. Babam bıyık altından güldü. “Kızım, tutturmuşun Recep Hocam söylemiştir, Recep Hocam anlatmıştır. Kızım, bu sözü geçen hafta ben söyledim sana.”

 Öğretmen iz bırakacak, ama yanakta değil, yürekte.”

A.K. :  “ Kırk yıl önce sınıfımda beni denetlediniz. Müfettişim, amirim olarak söyleşi yapma önerimi kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak söyleyeceklerinizle söyleşiye siz son verin lütfen.”

R.NAS: “Asıl ben teşekkür ederim, onurlandırdınız beni. Eli öpülesi, eğitim emekçisi öğretmenlere sesleneyim. Koşullar ağır, geçim zor. Ama bu çocukların suçu değil. Öğretmen adayları bana sorarlardı, Hocam siz hep gülümsüyorsunuz, sizin hiç mi derdiniz yok. Ben de derdim ki, hani bir türkü var ya, bir offf çeksem karşı dağlar yıkılır, bir oofff çeksem Uludağ yıkılır, ama ben bunları sınıfa getirmem. Sınıfa güler yüzle girsinler. Yapmacık da olsa bir gülüş insanı rahatlatırmış, Sonraki neşeli bir kahkahaya kapı aralar bu gülüş. Neşeli, gülümseyen insan girdiği yere ışık saçar. Öğretme coşkusu öğrenciye öğrenme coşkusu olarak yansır. Gülmek, güldürmek dersin ciddiyetini bozmaz, tersine renk katar, ilgiyi toplar, coşku yaratır. Gülüş cümbüş işlenen deste öğrenme kolaylaşıyor, öğrenilenler kalıcı oluyor. Korku ve baskı altında öğrenilenlerse kalıcı olmaz.

Günümüzde iyi bir öğretmenlik için bilgili olmak yetmiyor. Öğretme-öğrenme sürecinin verimli olması için öğretmenle öğrenci arasında çok özel bir sevgi bağının kurulması gerekir. Sevin ki sevilesiniz. Dersi iyi düzenlemek gerekli de yetmez, etkili öğretmen sevecen, cana yakın, şakacı, neşeli, sevilen, halden anlayan öğretmendir. Bir de okuyup kendilerini geliştirsinler. Kendilerini yenilemezlerse yinelerler. Altan Erbulak tiyatrocular için ‘oldum‘ demek, ‘öldüm‘ demektir dermiş. Bu öğretmenler için de geçerlidir”

A.K. : “Değerli öğretmenim güzel bir söyleşi oldu. Çok şeyler öğrendim. Söyleşiyi okuyacak veli ve öğretmenler de çok şeyler öğreneceklerdir. Tekrar teşekkür ediyor, sağlıklı günler diliyorum.”

ahmet.kocak16@hotmail.com 

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>