Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; DÖRT KADIN ANLATTI

11.02.2024

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Dar gelirli ve çok çocuklu ailelerde büyüyen, büyüse de acı anıları akıllarından bir türlü çıkmayan kadınlar anlattı;

Sizi de Ben Döverim

“İkinci sınıfları okutuyordum. Bir gün bir kadın veli benimle görüşmek istemiş. Görüştüm, sınıfta bir erkek çocuk kızını üç aydır döver dururmuş. “Neden bana söylememiş?” diye sordum.  Döven çocuk: “Eğer öğretmene ve ailene söylersen seni öldürür toprağa gömerim.” diye tehdit etmiş çocuk da korkusundan kimseye söyleyememiş.  Issız yerlerde yakalayıp dövmeye devam etmiş.  Banyo yaptırırken hep morluklar görürdüm vücudunda. Sorduğumda, “oynarken düştüm.” derdi hep. Geçenlerde sıkıştırınca gerçeği öğrendim ve size bildirmek için geldim hocanım.”

O çocuğu teneffüslerde izlemeye başladım. Diğer çocukları döverken gördüm. Kolundan tutup sınıfa aldım. Zaten başarısız ve problemli bir öğrenciydi. Böylece; o çocuk şikâyet etmemiş, ben yakalamış olduğumdan onu öldürüp toprağa gömme tehlikesi de ortadan kalkmıştı.

Çocuğa yarın anne veya babasından birisinin okula gelmesini söyledim. Ertesi gün annesi geldi. Durumu anlattım. Kadında çocuğu ile ilgilenecek bir durum göremedim; beslenme yetersizliğinden avurdu avurduna çökmüş, benzi kireç gibi, zavallı bir durumdaydı. “Hocam beni dinlemez. Yedi çocuğum var yetişemiyorum. Üst sınıflara giden diğer kardeşlerinden de şikâyetler geliyor.  Ben ne yapayım? Dövün onu!” dedi.

Baktım kadından hayır gelmeyecek, “kocan gelsin onunla görüşeyim.” dedim.  Ertesi gün çocuğun babası gelmiş. Veliyi müdür odasına aldım. Olaydan okul müdürüne bahsetmiştim. Baktım adam sarhoş gibi. Ne içtiyse? O çevrede insanların uyuşturucu içtikleri söyleniyordu. Adam ayakta zor duruyor; okul müdürünün, benim söylediklerimizi anlayamıyor, “beni neden çağırdınız?” deyip duruyordu. Müdür ve ben durumu tekrar tekrar izah ettik. Adam:

Ben ne yapayım? Dövün sıpayı? Beni neden çağırıyorsunuz? Benim kaybedecek bir şeyim yok!” derken masaya yaslandı. Birden öfkelendi. Eliyle masa üzerindeki evrakları yerlere saçtı.

“Görevinizi yapın. Öğretmen değil misiniz? Ben kimseden korkmam! Kaybedecek bir şeyim yok.  Ben de sizi döverim!” falan diye saçmalayıp duruyordu. Müdür güvenlik görevlisini çağırdı. Görevli adamı dışarı sürükleyerek götürürken hala bağırıyordu:

Beni bir daha çağırmayın. Dövün. Benim kaybedecek bir şeyim yok. Ben ölmüşüm zaten!”  Bu olaydan sonra çok tedirgin oldum. Okula gidip gelirken hep etrafı kollamaya başladım.”

Taştaki Simit

“Altı kardeştik ve çok yoksulduk. Bir evin bodrum katında otururduk. Ev sahibimizin karısı bizi küçük görür, küçük görüşünü hemcinsi olan annemi sözleri ile ezerek gösterirdi.

Bir gün ev sahibinin torunu simit yiyordu. Ben de hiç simit yemediğimden onu izliyordum. Yedi yedi sonunda kalan küçük parçayı bir taşın üzerine bıraktı. Yerken seli sümüğü simide bulaşmıştı ama bendeki simit yeme arzusunu yenemeyip kalan parçayı ağzıma atmıştım. Bizi izleyen ev sahibinin karısı anneme:

Kız kız senin kız bizim oğlanın sümüklü simidini yedi ya!” deyip kahkahayı basmıştı. Bu olayı hiç unutamadım. Annemin ezilmesi, bizim ezilmemiz yıllarca sürdü gitti. Bu ve benzeri olaylar ruhumda onarılmaz yaralar açtı.”

Okuma Arzusu

“Altı kardeştik. En büyükleri bendim. Babam amelelik yapar, bazen iş bulur bazen bulamazdı. İlkokulu bitirdikten sonra ortaokulda okumayı çok istedim. Babam: “Okul masraflarını karşılayamam. Hem kız çocuğu okumaz.” diye karşı çıktı. Bir gün okul müdürüne gidip okumayı çok istediğimi, kayıt olmak istediğimi söyledim. “Baban gelsin. Camekânda yazılı olan evrakları getirsin kaydedelim.” diyerek beni başından savdı. Kayıt olamadım. Okul bahçesine gider arkadaşlarımı izlerdim. Arkadaşlarımı okul çıkışlarında bekler, onlarla okuldan geliyormuşum gibi eve gelirdim.

Bunalıma girdim. Doktora götürmek yerine hocalara, ocaklara götürdüler. Tabi bir faydası olmadı. Yaşım on beş olunca evlendirdiler. Hiç mutlu olamadım. Kocam beni boşadı. Baba evine de gidemezdim.  Kız kuran kursunda temizlikçilik yapmaya başladım. Ardından bir tarikata girdim. Tarikat yurdunda karın tokluğuna çalışıyorum. Otuz yaşındayım elli yaşında gösteriyorum.”

Topraktan Fasulye Toplayıp Yemek

“Süleyman Demirel’in hep başbakan, işçi olan babamın hep sinirli olduğu yıllardı. Altı kardeştik. Anacağımız bulur buluşturur alüminyum tenceremizi kaynatırdı. Hiç unutmam o akşam bol sulu taze fasulye pişirmişti ki, suyuna ekmek banıp karnımızı doyuralım.

Babam gelene kadar sofra kurulmazdı. Babam geldi. Her zamanki gibi burnundan soluyordu. Annem sofraya yemeği koydu. İlk banakları mutlulukla suyuna banmıştık ki babam birden: “Bu nasıl yemek? Fasulyenin çorbası mı olurmuş? Ben böyle bir hayatı istemiyorum. Bu kadar çocukla ne yapacaktım?” diye bağırırken tencereyi toprak zeminli, evimizin tabanına döktü.

Müdüründen, şefinden yediği azarların acısını bizden ve annemden çıkarırdı. O, annemi döverken (her zaman yaşandığından kanıksamıştık)biz çocuklar suyu toprak tarafından çoktan emilen fasulyeleri toplayıp sabahtan beri aç olan midemize indirmekle meşguldük…”

Devletler elli, yüz yıllık planlar yapmalı; ekonomiyi, eğitimi, tarımı, hayvancılığı, sanayiyi planlarken; nüfus artışını da planlamalı ki çocuklar yukarıdaki gibi hayat yaşamasınlar.

ahmet.kocak16@hotmail.com

 

 

 

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>