Ahmet Koçak yazdı; KÂĞITTAN UÇAK
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Değerli Sanatçımız Hafize Beysim GÜN Facebook’tan Tunaboylular Deliormanlılar Derneği’nin konser davetini paylaşmış. Konseri Hafize Beysim GÜN Korosu verecekmiş. Bursa’da Türk Sanat Müziği konserleri çok fazla veriliyor ve çoğuna katılıyor, yazıyorum. Bu konser halk müziği olunca; Hafize Hanımın yetiştirdiği ve yöneteceği konser olunca gitmeye karar verdim.
Bursaray Üniversite 2 trenine bindim ve tam saatinde orada olacağım. Trende altmış, altmış beş yaşlarında; yüzü “ben göçmenim” diyen, mavi gözlü bir bey dikkatimi çekti. Elindeki market poşetinden kapağı olmayan bir eski kitap çıkardı. Kitap sayfalarının arasında önceden yapıp koyduğu kâğıttan uçaklar vardı. Birini eline aldı; annesinin elinden tutup ürkek ürkek yolculuk eden kız çocuğuna uzattı;
“Al bakalım güzel kız. Bak bu oyuncak uçaktır. Önce şöyle kanatlarını açacaksın sonra havaya doğru atacaksın.” derken uçağı havaya attı. (Yaparak yaşayarak öğrenme metodu uyguladığına göre bir eğitimci olmalı, diye düşündüm.) Uçak asık suratlı, gözleri telefonlarında olan yolcuların aralarından uçup bumerang gibi tekrar adamın olduğu bölgeye geldi. Adam uçağı havada yakalayıp çocuğa uzattı:
“Bak bu uçak benden sana armağandır. Evde uçurur eğlenirsin.” derken kızın saçlarını okşadı. Bu olay tren yolculuğunu sıradan olmaktan çıkardı. Yolculardan genç bir kadın ayağa kalkıp:
“Amca buyurun oturun.” dedi. İçimden; “bu kadın da uçak istiyor anlaşılan” düşünceleri geçerken adam;
“Teşekkür ederim. Oturun oturun. Lütfen rahatsız olmayın. Siz bayanlar (bayan yerine kadın demesini yeğlerdim.) ayakta iken biz rahat edemeyiz. Biz, “Cennet anaların ayakları altındadır,” deyip onlara etmediklerini bırakmayan yobazlardan değiliz. Cenneti bu dünyada ayaklarının altına sermek isteyen insanlarız.”
Allah Allah! Bu nasıl bir adam? “Biz” dediği kim? Birazdan; “bendeniz belediye başkan adayı falan…”diye başlayacak diye bekledim. Öyle bir şey olmadı. Kadın ısrar edince:
“Lütfen oturun. Bir durak sonra ineceğim” derken kitabın arasından bir uçak çıkarıp kadına uzattı. Yanımda oturan kadının kucağındaki erkek çocuğunu görünce gözleri parladı. Bir uçak da ona uzattı. Tam nasıl uçuracağını anlatacaktı ki tren durdu kapılarını açtı. Hemen kitabı poşete koyup kapıya yöneldi. Geç kaldığı için binen yolcu hücumuyla karşılaştı.
“Af edersiniz, af edersiniz Özür dilerim.” diye diye kalabalığın binmesini bir kenarda bekledi. Tam kapı kapanma sesi duyulduğunda inebildi. Yanımda oturan kadın:
“Ne güzel bir adammış!” dedi ortalığa. Yanında oturduğum için üzerime alınıp;
“Evet. Güzel bir adammış! Ben de kâğıttan uçak yapıp kitap arasına doldurarak çocuklara dağıtmayı hep düşündüm ama utandığım için hiç gerçekleştiremedim. Adam benim düşündüğümü yaptı.” diye yanıtladım. (Beni de güzel bir adam sansınlar diye söyledim. Gerçekte öyle bir düşüncem hiç olmadı. Sizler düşündünüz mü?)
Kadın ve etraftaki yolcular kıskançlığıma gülümsedi. Bir adam bir vagonu güzelleştirip inmişti. İkinci güzelleştiren olarak ben de indim. Günahları boyunlarına da; biz indikten sonra arkamızdan neler konuştuklarını merak etmiyor da değilim.
Nazım Hikmet Kültür Merkezi’nden içeri girdim. Görevli kadına konserin nerede verileceğini sordum. Kadın burada öyle bir konser olmadığın söyleyince Facebook’a girdim ve Hafize Hanım’ın paylaşımına baktım ki, konser Ataevler Mahallesi Uğur Mumcu salonundaymış. Saat dörtte sunulacak konseri kaçırmanın üzüntüsü içindeyim. İstediğini elde edemeyen insanların şaşkınlığı ile dışarıda dolanıp durdum. Ataevler’in dört durak geride olduğu, trenin de bedava olduğu aklıma gelince hemen istasyona doğru yola çıktım. Haritadan salonun tren istasyonuna uzaklığına baktım. Trenden inip başladım bilinmeze doğru yürümeye. Salonu on beş dakika sonra zor bulabildim.
Salon dolmuş, tek olan kapısından dışarı taşmış. Ben taşan yerdeyim ve salonun ucundan az bir yerini görebiliyorum. Trendeki güzel adamdan öğrendiğim yöntemi uyguladım; “af edersiniz, özür dilerim” diye diye ilerledim sahnenin yarısını görebilecek yere ancak ulaşabildim. Yarım resimler çektim.
Hafize Hanım sarı saçlı, renkli gözlülerin çoğunlukta olduğu koristleri, solistleri yönettiği yemezmiş gibi seyircileri de yönetiyordu yılların deneyimi ile. Akışlarla, türkülere eşlik edişlerle tüm seyircileri de korosuna katmayı başarıyordu ve tarih 24 Mart 2024’ü gösteriyordu.
Sahnede çok yönlü; halk müziği, tiyatro ve sinema sanatçılığı yanında şiir, roman, öykü ve anı kitapları olan dev bir sanatçı vardı. İlerde devleşecek sanatçılar yetiştiriyordu. O da Naim Süleymanoğlu gibi Bulgaristan’da yetişmiş; orada ünlenmiş, yüreğine sanat ateşini doldurarak ana yurduna göç etmiş; Bulgaristan’ın kaybı bizim kazancımız olmuş bir sanatçımızdır.
Ayakta fazla kalamadığım, yeni katılanlarla gerilere düştüğüm; en sonunda sahneyi hiç göremediğim yerdeyken konserin sonunu göremeden konserden ayrıldım.
Trende yine gelişimdeki gibi güzel bir olayla karşılaşmayı bekledim, olmadı. Her zaman kâğıttan uçak dağıtan insanlara rastlanmazdı bu memlekette.
Trendeki adam ve sahnedeki sanatçıları görmek benim bu günlük kazancım oldu.
ahmet.kock16@hotmail.com