Ahmet Koçak yazdı; DÜDÜKLÜ TENCERE
Köşe yazarımız Ahmet koçak makalesinde;
Deniz öğretmen kesik benizli biriydi. Sabah eli yüzü kıpkırmızı olmuş halde öğretmenler odasına geldi. Dikkatimi çekti sordum:
–Ne oldu Deniz Bey, biri mi sinirlendirdi de yüzünüz kıpkırmızı?
-Hayır.
–İyi misiniz?
-İyi değilim. Rica ederim konuşturma beni. Konuşunca yüzüm acıyor. Sonra anlatırım, dedi.
–Sen şimdi ders de anlatamazsın. Benim iki dersim boş dersine ben girerim, dedim başıyla onayladı.
Ertesi gün acıları biraz azalmıştı. Diğer öğretmenler de merak içindelerdi.
–Bugün kızarıklıklar azalmış. Anlatmak ister misin Deniz Bey, merak içindeyiz, dedim, Anlattı:
-Dün hanım düdüklü tencerede taze fasulye pişiriyordu. Çocuklar acıkmış, annelerini sıkıştırıp duruyorlardı. Yemek pişmiş, hanım tencerenin kapağını bir türlü açamamış. Bana söyledi “Havasını aldın mı?” diye sordum “evet” dedi. “Çok uğraştım açamadım. Evin erkeği olarak iş başa düştü. Ben de uğraştım bir türlü açamadım. Keseri elime alıp yavaş yavaş vurarak açmaya uğraştım. Birden bire bomba patlamış gibi bir ses çıktı. Tencerenin kapağı kafamın üzerinden mermi gibi uçtu mutfağın duvarına çarptı. Elim yüzüm kaynar sular ve buharlar içinde kaldı. Tüm fasulyeler etrafa saçıldı. Sesi duyan koştu geldi. Buhardan göz gözü görmüyordu. Yer gök fasulye olmuştu. Tencere bu kadar fasulyeyi nasıl aldı diye şaşırdım. Buharların içinden üzerime yapışmış fasulyeler ve salça bulaşıklarıyla çıkınca korktular. Hemen ellerime yüzüme diş macunu sürdüler. Mutfağa sağlam girdim sakat çıktım. Hanıma: “Ben okumuş adamım. Buhar gücünün koskoca trenleri, vapurları yürüttüğünü bilirim. Havasını almamışsın!” diye kızdım. Kızsan ne olacak? Olan oldu bir kere. Böylece mutfak battı, çocuklar ve biz aç kaldık. Bir de yüzüm yandı. İşte yüzümün kızarmasının nedeni budur arkadaşlar, dedi. Yasemin hanım:
–Aman hocam geçmiş olsun! Utanılacak bir şey yapıp kızarmasından iyidir, dedi.
O gün bugündür ben düdüklü tencereden çok korkarım. Düdüklü tencereyi gördüm mü Deniz öğretmenin yanık yüzü gelir aklıma.
Bizim düdüklü tencerenin kilit düğmesi bozulmuş, sallayınca şıkır şıkır sesler geliyor kapağından. Hemen titizlendim. Kapaktaki vidaları söktüm. Kapak, yayların ittirmesiyle dağıldı. Yanlardaki sıkıştırma demirleri, vidalar, yaylar etrafa saçıldı. İçini ilk kez görüyordum. Güya açıp bakacaktım ve her şeyin yerini öğrendikten sonra şıkırtı yapan şeyi yerine takıp vidalayacaktım. Tekrar toplamak istedim toplayamadım.
Servisine götürdüm kapalıydı. Komşularına sordum, “üç gün gelmeyecek” dediler. Geri eve döndüm çaresiz.
Bizim pazarda çaydanlık, tencere tamir eden, parlatan biri var. Ona göstermek geldi aklıma. Pazara gidip ona sordum. Hemen ilgilendi. Tezgâhına bir poşet malzeme bıraktım. Kapağı aldı eline dizmeye başladı. Ben de onu dikkatle izledim. Kendi kendine konuşarak çalışmaya başladı,
–Ha, demek ki şu şuranınmış, bu buranınmış, şuradaki vida kaynağından kopmuş. Yaylardan biri yok. Dur bakalım bir şeyler uydururuz, derken bir kadın demlik getirdi. Ustaya uzattı. Usta bir çekiçle ucu kırılmış tutamağı kırdı yenisini takıp vidaladı, yirmi lira istedi. Kadın:
-Ben bu çaydanlık takımını yirmi liraya almıştım. Sen sapına yirmi istiyorsun, diye sızlanarak parayı verdi. Usta yine benim kapağa yoğunlaştı. Her şeyi yerleştirdi. Gelen giden müşterilerden dolayı bir türlü toplayamadı. Ben onu dikkatle izlediğim için hepsinin yerini öğrendim.
–Abi kafam karıştı yapamadım, dedi poşet içinde iade etti.
Eve geldim. Artık düdüklü tencere kapağı hakkında uzman haline gelmiştim. Her şeyi yerine yerleştirip vidaladım. İçine su doldurup denedim. Patlarsa beni ve mutfağı fasulye içinde bırakmasın diye. Eskisi gibi çalışmaya başladı.
“Bakmakla usta olunsa kediler kasap olurdu “ atasözü de sayemde geçerliliğini yitirmiş oldu. Bakarak öğrenip yaptığım işler: Su tesisatı, fayans döşeme, boya badana, duvar örme, beton kalıbı çakma, motor tamiri, elektrik kablosu döşeme ve bilumum elektrik işleri, saz ve org çalma, çelik çatı, tarla ve bahçe işleri, saç ve sakal tıraşı… Say say bitmez.
ahmet.kocak16@hotmail.com