Haberde Bursa

HAFİZE BEYSİM GÜN(Hafize Besimova)

07.03.2022

12 Eylül 1945 tarihinde çiftçi Besim Bey ile ev hanımı Hayriye Hanım’ın kızı olarak Bulgaristan’ın Varna kentine bağlı Staro Orahava Vameaski’de (Aşağı Çiftlik ilçesi) doğan Hafize Beysim Gün’ün 55. Sanat yılı kutlamasına gittim. Tarih; 5 Mart 2022, yer: Tunaboylular-Deliormanlılar Derneği, saat: 18.00

Hafize Beysim Hanım da dahil konukların pek çoğunu tanımıyorum. Yetmişli yıllarda Türkiye’nin nüfusu kırk beş milyon civarındaydı. Köyümüze o yıllarda bir milyar nüfusu olan Çin’den biri gelmişti. Türkiye’nin nüfusunu sordu. Kırk beş milyon olduğunu söyleyince; “Ooo, ne kadar az. Desene burada herkes birbirini tanıyor” demişti. Çinli’ninki de kuru iftira. Herkes birbirini tanıyor da altmış yıldır yaşadığım ülkede çok az insan tanımama ne demeli? Yirmi beş yıldır yaşadığım Bursa’da buradaki davetlilerden pek çoğunu neden tanımıyorum?

Derneğe girişte iki güzel göçmen kızı karşıladı beni. Biri yakama kardelen çiçeği takarken diğeri sağ bileğime; kırmızı beyaz örgülü orlon ip üzerinde minik bir nazar boncuğu olan bileklik bağladı.

Aklımdan geçen: “Bu insanlar Bulgaristan göçmeni. Mavi, yeşil gözlülerin nazarı çok değermiş derler. Konuklara nazarları değmesin diye nazar boncuğu takıyorlar demek ki…”

Giriş katta masalara meyve suları ve çeşitli pastalar koymuşlar. Oturup onlardan atıştırdım. Program başlamadan sigara içmek için bahçeye çıktım. Bir masada iki güzel kadın sohbet ediyordu. Boş masalar varken, izin isteyip (kibar adamım) yanlarına oturdum. Biri folklor kıyafeti giymiş; Ankara’nın Dikmeni dizisi oyuncusu Gözde Kansu’ya benziyor; onun ağzı küçük ve sarışını gibi. Onlar konuşurken kedinin ışığı takip etmesi gibi bir o güzele bir diğer güzele bakıyordum. Tanrım, cennetinde miyim yoksa!…

Aklımdan geçen: “Folklor gösterisi var herhalde bu güzel kız da oynayacak. Zevkle izlerim artık…”

Karşıdaki bankta esmer güzeli bir kadın oturuyor. Fotoğrafımı çekmesini rica ettim. Uzattım çarkıt telefonumu. Sağ olsun kırmadı, güler yüzle karşıladı. Fotoğrafımı çekti.” İki kez çektim. Artık hangisini beğenirseniz beyefendi.” Dedi. Ne kadar nazik bir kadın!…

Aklımdan geçen: “Bu kadın göçmene benzemiyor. Sanatçının hayranlarından biri herhalde…”

Yollar, merdivenler birbirinden şık insanlarla dolu. Gülümseyerek hoş geliş ediyorlar. Yabancı insanların arasındayım ama hiç yabancılık çekmiyorum. Biri dikkatimi çekti; çok eğilerek, nezaketle selamlıyor konukları. “Hoş geldiniz efendim” diyor. İçim acıdı. Pos bıyıklı, eskiden gür ve uzun saçları varmış besbelli. Yaş ilerleyip önler tamamen, yanlar kısmen dökülmüş. Sadece arkada kalmış onlara da dokunmamış, uzadıkça uzamışlar dökülen saçlara inat.

Aklımdan geçen:” Yazık! Ne kadar da efendi bir adam. Konukları karşılasın, ikramlarda yardımcı olsun diye tutulmuş bir çaycı olmalı…”

Konukları üst kata aldılar. Ortalama bir dairenin salonu büyüklüğünde. Olan sandalye ve plastik taburelere oturduk. Böyle bir yerde toplanmak Pandemi ortamında beni rahatsız etse de bir eve konuk olmuşuz da dostlarla söyleşiyormuşuz sıcaklığı verdi küçük salon. Büyük salonların soğukluğu yok. Kendimi evimde gibi hissettim. Karşımızda günün kahramanı sanatçı, yanında sunucu Halime Yıldız, onun yanında da derneğin yöneticisi; genç, yakışıklı Süleyman Ulusoy oturuyor.(İsimleri internetten tedarik ettim.)

Halime Hanım programa Hafize Beysim Hanım’ın şiirleri ve onu sevenlerin, ona aşık olanların ona yazdıkları şiirleri okuyarak başladı. Çok güzel ses tonu ve sunuşu var. Yanımdakine soruyorum: “Kim bu kadın?”

“ Aaa tanımıyor musunuz? Bu derneğin eğitimden sorumlu yönetim kurulu üyesi, Bilim-Sanat Merkezi Öğretmeni Halime Yıldız.” Dedi. Öğretmen olduğunu duyunca daha bir yakın hissederek sevgiyle dinlemeye devam ettim.

Salondaki konukları incelemeye başladım. En önde lacivert takım elbiseli iri yarı biri oturuyor.

Aklımdan geçen: “En öndeki iri yarı adam da neyin nesi? İri gövdesi ile sahnedekilerin önünü kapatmış. Salonda sorun çıkarsa ortalığı yatıştırsın diye tutulmuş bir badigart olmalı…”

Şair, yazar, çevirmen Nihat Altınok çıktı karşıya; “Beni anons ederken şair diye çağırmayın!” diye fırça çekti. Ne sert adammış! Tam kabuğuma çekilmeye hazırlanırken hafif gülümsemesiyle geri kabuğumdan çıktım. Fırçasını hafifletmek istercesine devam etti: “Ben şiir yazıyorum ama şair değilim. Şairlere büyük saygım vardır. Beni gülmece yazarı diye çağırın isterim. Neyse, konumuza dönelim, yetmişli yıllar… Dediler ki mahalleye üç güzel kız kardeş gelmiş Bulgaristan’dan. En güzel giysilerimi giydim. En güzel parfümümü sıktım. Öyle bir koku ki, tüm mahalleyi sardı kokum. Yürüdükçe ayın etrafını saran gurup gibi kokum da benimle geliyor. Başladım evlerinin önüne doğru yürümeye. Gencim, yakışıklıyım, geriye taranmış dalgalı saçlarımı son kez düzelttim.(burada eli o günkü gibi saçlarına gitti ama o dalgalı gür saçlardan eser kalmamıştı ve alnından tepesine kadar eli bir tel saçla karşılaşamadı.) Evlerinin önünden geçerken pencereden gördüm o meşhur üç güzeli. İçlerinden biri en güzeliydi. Gülünce çıkan gamzeleriyle ışıklar saçıyordu etrafa. Bulgaristan Radyosu’nda türküler söylemiş, meşhur bir sanatçıymış. Vuruldum tabi. O güzelliğe her erkek vurulurdu. Bir suçum, günahım yoktu. Yıldırım aşkıydı bu.(Burada kendisini gülümseyerek, siyah Fötr şapkasının altından dinleyen sanatçıya baktı gülümseyerek; yine hayran, yine aşk dolu) Onları tanıyan bir arkadaşım vasıtasıyla bir eğlence mekanında buluştuk, tanıştık. Dans bile ettim kendisiyle. Tam aşkımı ilan edeceğim anda, “gitmeliyim” dedi. “Ne gitmesi?” dedim. Üzgün ve şaşkınım. Daha yeni başlamıştık. “Kimse duymadı ama ben evlendim. Eşimle buluşmam gerek” demesin mi? Tüm hayallerim yıkıldı.” dedi. O günkü hayal kırıklığını yüzüne yerleştirerek Hafize Beysim Hanım’a bir daha baktı acı acı…

Sunucu: “Halk müziği sanatçısı, yazar, şair (Şair demeseydiniz keşke; gülmece yazarı Nihat Bey yine kızmasın) tiyatromuzun duayeni, gururumuz Hafize Beysim’in belgeselini çeken belgeselci İsmet Arasan’ı davet ediyorum.” Dedi. Sahneye benim çaycı sandığım adam çıkmasın mı? Aklımdan geçenlerin mahcubiyeti içinde dinledim. Ne kadar bilgili ne kadar alçak gönüllü ne kadar güzel bir insanmış meğer. “Ağaç meyvesi olunca başını aşağı salar” sözü bu sanatçıyla bir anlama bürünmüştü…

Benim folklorcu sandığım güzel kadın da on bir yıllık tiyatro oyuncusu çıkmasın mı. O da sahnede Hafize Abla’sı ile anılarını anlattı tane tane.(adını internetten bile bulamadım. Umarım yazımı okur da adını yazar yorumunda) Ardından üzerindeki bindallısıyla(folklor ekibinden değilmiş) seyircilerin arasında dolaştı da konuklara hoşluklar yaşattı.

“Şimdi de TRT sanatçısı Rüstem Avcı’dan bir türkü dinlemeye ne dersiniz?” Dedi göçmen olduğunu tahmin ettiğim sunucumuz. O badigart sandığım adam çıktı karşıya. THM sanatçısıymış. Bir kez daha aklımdan geçenlerin yanılgısını yaşadım. “Sazım arabada kaldı. Ben sazsız da söylerim. Mikrofon da istemem. Beş yüz kişilik salonda sesimi en arkalara duyurabilirim.” Diye sözlerine başladı. Biri arkadan; “Düdüksüz düğün mü olurmuş?” diye laf attı. Duymazlıktan geldi. Başladı Rumeli türküleri söylemeye. Hakikaten güzel söyledi. Konuklar olarak biz de coştuk, ona eşlik ettik.

Sunucu yine güzel ses tonu ile: “Hafize Abla’yla uzun yıllar çalışan Arzu Bayraktutan’ın duygu ve düşüncelerini alalım şimdi de” Dedi. Arka sıralardan dışarıda resmimi çeken esmer güzeli kadın sahneye çıktı. Ayakta anılarını anlatmaya başladı güzel Türkçesiyle. Yanımdaki arkadaşa: “Bu hanım kim ki?” dedim. O: “Tanımıyor musun? ( Zaten ben kimi tanıyorum ki? Böyle bir dernek olduğunu da şimdi duydum. Allah beni kahretmesin emi!) AVP tiyatrosu müdiresi Arzu Hanım. Babası eski Yıldırım kaymakamı ve eski validir.” (Anam anam! Ben bir müdireye, bir vali kızına mı resmimi çektirmişim? Bilsem zahmet verir miydim hiç. Tanımamam bana neler yaptırmış.)

AVP eski müdürlerinden Bora Özkula sahnede; “Hafize Hanımla ilk kez Ankara’da oyuncu olduğum yıllarda tanışmıştım. Sonra o da AVP kadrosuna dahil oldu. Türkmen Güzeli oyununu oynuyordu.” Dedi yüzüne baktı. Hafize Hanım: “Ben o oyunda hiç oynamadım” deyince başka bir oyun adı söyledi. O, o oyunda da oynamadığını söyleyince o konuyu atlayıp sözlerine devam etti. (“Adamda ne hafıza varmış” diye düşünerek hafızasına hayranlık duymamız güme gitti böylece.) Sözlerine devam etti: “Bir keresinde tiyatroya geç kalmıştı. Müdür neden geç kaldığını sorunca göçmenliği tuttu: “Amaaan! Kaç kuruşsa veririz be ya!” dediğini hiç unutamam” diyerek sözlerini tamamladı.

Burada Hafize Beysim Hanım söz aldı: “Ankara deyince aklıma geldi. Ankara Tiyatrosuna ilk gittiğimde yakama bir kardelen çiçeği, koluma da biz göçmenlerin “marteniçka” dediğimiz bileklik takmışlardı da çok hoşuma gitmişti. Ben de konuklarıma aynını yapmak istedim” deyince benim nazar değmesi tezim de çürümüş oldu böylece. Aklımdan geçenler sınavda verdiğim yanıtlar olsaydı sıfır almış, sınıfta kalmıştım.

Zeki Baştürk davet edildi. O da sanatçıyla tanışmasını, sanata verdiği önemi, öğrencilerini tiyatroya sık sık götürdüğünü, hatta bazen tiyatronun okullarına gelişini anlattı. (Yanımda oturan ve “bu kim?” sorularıma yanıt veren kişi değerli dostum Zeki Baştürk’tü.)

Ardından Fehmi Enginalp sahnede yerini aldı; “Hafize Hanım’ın çalıştığı tiyatronun arkasındadır iş yerim. Çok uzun yıllardır tanışırız kendisiyle. Ben Karamanlıyım. Ataları Karamandan Bulgaristan’a göç eden soydaşlarımız oldukları için onları hep hemşerim olarak görürüm. Çok güzel günlerimiz olmuştu Hafize Beysim’le.” Dedi.

Halime Yıldız, kutlamaya katıldığımız için içten teşekkürlerini sundu. Sazını arabadan getirten Rüstem Avcı balkan türküleri söylerken yanında durup fotoğraf çektirdik. Etrafı boşalınca; bana alttan alta bakan ve içinden; “bu da kimmiş?” diye geçiren Hafize Beysim Hanım’ın ellinci sanat yılını kutladım. Yanına oturup resim çekindim. Bir kutlama da böylece sona erdi.

Biliyorum yazım uzun oldu beni bağışlayın ama; böyle dev bir sanatçıyı ve sanatının elli beşinci yılı kutlamasını kısa yazamazdım.

ahmet.kocak16@hotmail.com

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>