Ahmet Koçak Yazdı; AZERİ ŞAPKALI ADAM
Köşe yazarımız Ahmet Koçak kaleme aldığı yazıda hatıralarını yazdı. Koçak; ” Ufak ve dizel arabayı az yakıyor diye almıştım. Bir yılda akaryakıta yapılan yüzde üç yüz zamdan sonra binemez oldum. Evin önünde altı aydır yatıyor “elleri cebinde hali perişan” şarkısındaki gibi, üzeri tozlu hali perişan… Yıkamacıya götürürdüm arada bir. İşe yaramayınca yağmurlar yıkıyor artık. Lastikleri patlak terk edilmiş arabalara döndü zavallı.
Polyanna gibi bakarım dünyaya biraz. Akaryakıt zamlarından da faydalanmak istedim. Belediye otobüsleri ile daha sık seyahat etmeye başladım.
Altmış yaşımı geçince indirimli kart almıştım. Bursa’da belediye otobüslerinde tam bilet beş buçuk liradır. İndirimli kart ile dört lira yetmiş kuruşa seyahat ediyorum. Altmış beş yaş üzeri arkadaşlara otobüsler bedava. Bana hava atıyorlar. Şurada iki yılım kaldı bedava kart için. (“Altmış beş yaşına bir an önce gelmek için can atacaksın” deseler inanmazdım)
Yine belediye otobüsündeyim. Yanımda kırk yaşlarında bir adam oturuyor. Cep telefonundan gazeteleri okuyor. Karşı koltukta iki yaşlı kadın oturuyor. Kadının biri yanındaki kulağı az duyan diğer yaşlı kadınla bağırarak konuşuyor. Daha yaşlı olanı:
“Eve misafir gelecekti unuttum otobüse bindim” dedi. Diğeri:
“O zaman in otobüsten karşı duraktan binip geri eve git” dedi.
“insem geri eve gidemem ki! Ben en iyisi Setbaşı’na kadar gideyim. Oradan dönüş otobüsüne binmeyi biliyorum. Oradan binerim.” dedi daha yaşlı olanı.
Yanımdaki adamın cep telefonu ekranı çarptı gözüme. Benim resmim var ekranında. Görünce heyecanlandım. Hangi yazım olduğunu gözlüksüz seçemedim. Gözlüğü takıp, adamın telefonuna doğru eğilip bakamazdım. Yerimde kıpırdanmaya başladım. Yazımı gülümseyerek okudu. Yazı bitince etrafa bakarak gözlerini dinlendirirken; bir bana bir gazetedeki resmime baktı
“Abi sen Ahmet Koçak mısın?”
“Evet” dedim. On dakikadır yanında oturduğum halde yeni gelmişim gibi elini uzattı tokalaştık. Yazılarımı beğenerek okuduğunu söyledi. İlgisine teşekkür ettim. Sonraki durakta indi.
Ayakta duranlardan ellili yaşlarda, bir elli boylarında, Azeri şapkalı, kaliteli takım elbiseli, kravatlı, sinekkaydı traşlı, minik bıyıklı, kahverengi deri çantalı adam yanıma oturdu. Boyunun tersine yüzü büyük; iyi beslendiği, kendine iyi baktığı anlaşılan ışıltılı yüzünü bana döndürerek baktı. Adam kısa boylu ama bakışları, tavırları bir doksan boyunda dünya şampiyonu öz güvenine sahip gibi.
Önümüzdeki ikili koltuk boşalınca yaşlı kadınlar da önümüze geldiler. Konuşmaya devam ediyorlar. Onları duyan öz güvenli adam:
“Özür dilerim, bu hanım nereli? “ dedi bağırarak konuşan esmer kadına. O:
“Bu kadın seksen beş yaşındadır. Benim komşum olur. Almanya’da evi var. Aslen Iraklı. Bursa’yı pek bilmiyor. Ben yardımcı oluyorum.” dedi.
“Allah razı olsun senden” diyen adam onu savuşturduktan sonra Iraklı kadına doğru eğilerek Arapça bir şeyler söyledi.
“Siz de Arap mısınız?” diye sordum.
“Hayır” dedi. “Nerelisiniz?” soruma,
“Karadeniz” diye yanıt verdi. Hangi ilden olduğunu bulma işini bana havale etti. Diğer yaşlı kadına: “Özür dilerim hanım efendi siz nerelisiniz?” diye sordu. Kadın:
”Hataylıyım” deyince
“Hataylı çok öğrencim oldu. Hataylıları çok severim. Benim okuttuğum öğrencilerimden on dört savcı, on iki hâkim, yirmi beş doktor, sayısını bilmediğim mühendis ve diğer mesleklerden var” dedi. (O kadar yıl öğretmenlik yaptım bende onda biri bile yok) Bir meslektaşla karşılaşmanın sevinci ile:
“Öğretmen misiniz?” diye sordum
“değilim” diye geçiştirdi. Benden hoşlanmadığını sezdim. Öndeki kadın:
“Ortalık pek pahalandı. Geçinemiyorum. Kocamdan kalan maaşla yaşıyorum. Yetmiyor. Hükümetimizi çok seviyorum. Oyum yine onların” dedi durduk yere(insanın neresi acıyorsa canı oradadır). Heybeti büyük, kendi küçük adam:
“Hanım efendi özür dilerim de böyle düşünmenize, hükümetimize sahip çıkmanıza ziyadesiyle memnun oldum. Allah senden razı olsun. Şükretmek bizim en güzel hasletlerimizden birisidir” dedi. Kadın:
“Ben Allah’a hep dua ederim. Allah’tan sonra anne ve babama dua ederim.” Azeri şapkasını düzelten adam boğazını temizledi kadına doğru eğilerek:
“Hanım efendi özür dilerim de dua silsilenizi yanlış buldum haddim olmayarak. Müsaadenizle düzelteyim; önce Allah’a sonra peygamber efendimize, daha sonra ilk Müslümanlara, dört halifeye, Ensar’a, sahabeye, velilere, evliyalara, muttakilere, ümmeti Müslümana, onlardan sonra Allah’ın izniyle anne ve babanıza dua etmelisiniz.” Onu dinleyen kadının kafası karıştı. Anne ve babasının listedeki yerine baktı en sonlarda yer aldıklarını görünce yüzünü biraz ekşitti.
Bu ağır konuyu değiştirmek için adama:
“Beyefendi mesleğiniz nedir?” diye sordum. Sorumdan hoşlanmadığı izlenimini gözlerine yerleştirip: “İlahiyat mezunuyum” dedikten sonra Iraklı kadına yine Arapça bir şeyler söyledi. Sonra diğer kadına ne konuştuklarını açıkladı:
“Ben on üç dil bilirim. Iraklı teyzeye dedim ki: “Bu ablam sizi çok seviyor. İmanlı da biridir. Sen de onu sev.” dedim.” Bu sözleri duyan yaşlı kadın, memnun bir ifadeyle arkada oturan adama bakarak: “Sağ ol abi” dedi. Adam rahatsız oldu. Işıl ışıl yanan gözlerini kadına çevirerek:
“Özür dilerim de ben sizin küçük kardeşinizim kabul buyurursanız efendim. Ben de bu abla gibi Almanya’ya sık sık giderim. Benim Almanya’da üç yerde işyerim var. Orada da Müslüman kardeşlerime vaazlar veririm, talebe yetiştiririm. Allah’a hamdüsenalar olsun geçinip gidiyorum işte.” dedi. Ben yine duramadım:
“Ne iş yaptınız da öyle zengin oldunuz?” Suratını ekşiterek:
“Ben talebe okuturum. Konferanslar veririm. Hala da veririm. Buraya da bu nedenle geldim.” dedi. Meseleyi anladım…
Kendi küçük, heybeti büyük adam kaliteli giysileri ve çantası ile Tophane durağında indi. Kadınlara “Allah’a ısmarladık” diyerek veda etti. Ben yokmuşum gibi bir şey demeden otobüsten indi. Dedim ya, Azeri şapkalı adam benden hiç hoşlanmadı…
ahmet.kocak16@hotmail.com