Ahmet Koçak Yazdı; BÜYÜK FELAKET SONRASI…
Köşe yazarımız Ahmet Koçak asrın felaketi sonrasını kaleme aldı. Koçak;
Geniş bir coğrafyayı etkisi altına alan deprem felaketinin içindeyiz. Verdiği hasarın, can kaybının acısı hepimizi derinden sarstı. Sarsıntılar da, yetersizlikler de sürüyor. Hâlâ yıkıntılar altında binlerce insan var. Enkaz kaldırma devam ediyor. Öncelik, hayatta kalanların yaşamlarını sürdürebilecekleri yardımlardadır. Beslenme, barınma, sağlık, eğitim sorunları sürüyor…
Devlet, sivil toplum örgütleri bölgede yaraları sarmaya devam ediyorlar. Yara o kadar büyük ki sarılması aylar, yıllar alacak. Bir anda on üç milyon insan evsiz, eşyasız, yiyeceksiz, işsiz ortada kaldı. Birçok adsız kahramanın yanında “yaptığım yardım boşa gitmesin. Halk duysun” diye kendini gösterme yarışı da sürüyor bir yandan. Bunun bir tarafında da siyasetçiler var. Problem büyük olunca tartışmalar da büyük oluyor ister istemez.
Baba ölür; cenazesi ortada iken evlatları başlar miras kavgasına ya, depremden sonra yaşadıklarımız buna benziyor. Cenaze ortada iken siyasi getirim savaşı iyice görünür hale geldi.
“Geç kaldın ve daha fazla insanın kaybına neden oldun.”
“Hayır, geç kalmadım. Hemen müdahale ettim.”
“Yardımlarda yetersizsin. İlk iki gün hiçbir yardım olmadı. Biz de olmasak vatandaşın hali perişandı.”
“Yalan söylüyorsun. Yardımlar hemen ulaştı. Aç açıkta kimse kalmadı.”
“Yirmi yıldır ülkeyi yönetiyorsun. İmar afları çıkardın. Afete koşacak kurumlara liyakatsiz insanları doldurdun. Tüm suç sendedir.”
“Hayır, benim hiç suçum yok. Ülke yönetmek kolay mı? Para lazımdı ayrıca oy da almam da lazımdı. Onlar ilahiyat mezunudurlar. Sen dine mi karşısın? Tüm suç sizdedir.”
“Dini değerleri öne sürerek üzerimizde baskı kuramazsın. Kurumların başına işinin ehli kişileri atamazsan sonuç böyle olur. Aradan on sekiz gün geçti hala aç, açıkta insanlar var. Yardımları organize edemiyorsun.”
“Bazı televizyonlar yanlı yayın yapıyor. Onları izliyorsun herhalde. Canımı sıkma televizyonlarınıza ceza yazarım, kapatırım.”
“Kapatamazsın. O kanalları izleyerek eksiklikleri görebilirsin. Her şeyi iyi mi göstersinler. Olanı gösteriyorlar. Halkın haber alma özgürlüğü yasalarla güvence altındadır.”
“Kapattım. Hadi ne yapacaksın? Seçimi de ertelerim bak!…” Kavga hâlâ sürmektedir.
Tüm bu ve benzeri tartışmalar sürerken olan, depremzedelere oluyor. Siyasetçi puan kaybetmeme, deprem üzerinden puan devşirme peşinde. “Durun! Hele bir yaşayanların sorunlarını çözelim. Enkazı kaldıralım bunları sonra tartışırız” diyen yok. Varsa yoksa siyasi getirim.
Dünyada daha iyisi çıkana kadar en iyi yönetim şekli demokrasidir diye biliyoruz. Bizde demokratik işleyişte çok sorunlar var.
Demokrasi dışında; babadan oğula geçen krallıklar, seçimle gelen diktatörlükler, İslam cumhuriyetleri, gibi yeryüzünde çeşitli yönetimler var. Sosyalizmle yönetilen bir tek Küba kaldı.
Krallık ve şeriatla yönetilen bir ülkede üç yıl yaşadım. O ülkelerden bilimde, sanatta, teknolojide söz sahibi; mutlu ve huzurlu insanların çıkması mümkün değildir. Çıkmıyor da zaten. Avrupa ülkelerinde de bulundum. İnsanların çoğunluğunun mutlu, huzurlu olduklarını gördüm. Kullandığımız her teknolojik aleti onlar buldular. O nedenle güçlü ekonomileri var. Biz de onlar gibi olalım istiyoruz. Geri toplumlar gibi olmak, yaşamak istemiyoruz elbette.
Yönetime gelebilmek için halkın oyuna muhtaç olan siyasetçiler çok hatalar yapıyorlar. Merkezi ve yerel yönetimler seçilebilmek için her yola başvuruyorlar. Seçildikten sonra da akılcı yönetim yerine yanlışlara imza atıyorlar. O yanlışlar tabana da yayılıyor. Denetimler zayıflıyor ve sonuçları facia oluyor.
“Bana oy ver sana ayni ve nakdi yardım yapayım. Kaçak binanı affedeyim. Çocuğuna iş vereyim. İhale vereyim. Makam vereyim. Benim için çalış aylık para vereyim…” diyor siyasetçi. Çalışmadan, üretmeden para verilir mi? İş ver emeğinin karşılığını alsın. Seçilmek, tekrar tekrar seçilmek için verdikçe veriyor… Ne yapsın siyasetçidir, Kendisini seçmene beğendirmesi gereklidir. Bu işte bir yanlışlık yok mu?
Cumhuriyetimizin kurucusu, önderimiz Mustafa Kemal Atatürk; “Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdur.” demiş ve tüm yönetenlere yol göstermiş.
Demokrasinin çok eksiklikleri olduğunu, bizimki gibilerin daha da sorunlu olduğunu, iyi bir yönetim şekli olmadığını yaşayarak görenlerdenim.
Yirmi birinci yüz yılda krallık olmaz. Sosyalizm çöktü. Komünizm hayal. İnsanlık savaşlarla, kuraklıkla, doğal afetlerle boğuşuyor. Demokrasiler de bizi mutlu, huzurlu yapamıyor.
Bilim insanları bu konuda kafa yormalı, çağımıza uygun yeni bir yönetim şekli bulmalıdırlar bence.
ahmet.kocak16@hotmail.com