Ahmet Koçak yazdı; ÇAĞDAŞ HUKUKLA YARGILANMAK
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Suudi Arabistan Cidde Uluslararası Türk Okulu’nda görev yapıyordum. Saçlarım uzamıştı. Her zaman gittiğim İskenderunlu berber Ali’nin dükkânına gittim. Berber koltuğuna oturdum. Tıraşa başladı. Berberlerin sohbetleri tatlıdır. Gece saat on bir olduğundan benden başka müşteri de yoktu. Ali de başından geçen kötü bir olayın etkisindeydi. Her zamanki gibi sohbet etmiyordu. Yüzünden acı çektiğini anlayıp sordum:
– Ali ne oldu kıvranıp duruyorsun?
– Sorma hocam! Üç gün önce başıma bir felaket geldi?
– Hayırdır ne oldu?
– İki hafta önce içkili yakalandım. Hapse attılar. El arabasıyla yere dökülen pilavları elimle yiyerek beslendim. On beş gündür dükkân kapalıydı. Yargılandım. Kadı bana iki yüz kırk kırbaç cezası verdi. Üç gün önce seksen kırbaç vurdular. Seksen kırbaçtan sonra bayılmışım. Hayatımda öyle bir acı çekmedim. Bu kırbaçlardan sonra ölürüm sandım. Ama ölmedim. Cezamın infazından sonra beni serbest bıraktılar. İki ay sonra yaralarım iyileşince seksen kırbaç daha vuracaklar. İki ay sonra bir seksen kırbaç daha yiyip cezamı bitirmiş olacağım. Üç gün evde yüz üstü yattım. Aslında hiç gelmemem lazımdı ama evde usandım da bu akşamüstü açtım dükkânı. Soranlara hastayım deyip geçiştiriyorum. Eğer Arap müşteriler duysa bir daha bana selam bile vermezler. Sen yabancı değilsin diye anlattım. Aman kimseye söyleme hocam, dedi.
Kırbaç cezası, kelle kesme cezası verildiğini, namaz vakitlerinde asker zoruyla camiye götürülüp zorla namaz kıldırdıklarını biliyordum ama cezayı çekmiş birini görmemiştim. Tıraş bitince:
–Ali usta sakıncası yoksa yaralarını görmek istiyorum, dedim. O da:
-Burada olmaz da dükkânın arkasındaki odaya geçelim göstereyim, dedi.
Kapıyı kilitledi. Yabancı ve Arap esnafın namaz vakitlerinde camiye gidiyormuş gibi işyerini içeriden kilitleyip mutavvadan (sskerlerle denetim yapan din görevlisi) saklandıkları arkadaki odaya geçtik. Ali sırtını açtı. Zaten kırbaç cezası yediğini anlattığında gözlerim fal taşı gibi açılmıştı, yaralarını görünce temelli hayretler içinde kaldım. Sırtında, baldırlarında kahverengi, kırmızı, mor renklerde kırbaç izleri, gri ve beyaz renkli iltihap izleri vardı. Çok üzüldüm. Yaralarının resmini çekmek istediğim. Kabul etmedi.
-Olmaz hocam. Bu ülke çok tehlikeli! Çektiğin resimler herhangi bir yerde çıkarsa kellemi alırlar, dedi. Ben de hassasiyetini anlayıp ısrar etmedim ama resim hafızamdaydı.
Biraz sonra;
– Hocam sen burada yenisin. İçki falan da bulamıyorsundur. İstersen sana rakı ikram edebilirim, dedi.
–İçki içmem. Ya, Ali daha yeni kırbaç yemişsin daha akıllanmadın mı? Ne rakısı? dedim.
-Hocam bunlar bana ceza verdiler ama içki içmeyi hiç bırakmayı düşünmüyorum. Daha da kızgınım. Türkiye de suç olmayan bir eylem burada suç. Ben Türkiye’ye de Atatürk’e de kurban olurum. Orada iş bulsam buraya adımımı atmazdım. Hadi getireyim de içelim, dedi.
Bir litrelik pet şişede rakıyı getirdi sehpaya koydu. Ona:
–Ali sen de içme yine yakalanırsın! dedim.
– Bu kırbaç acısının bedenimde ve ruhumda açtığı acıları ancak rakı ile azaltabiliyorum, dedi.
Birkaç yudum içti.
–Hadi seni evine bırakayım, sarhoş olacaksın. Yine yakalanırsın!” dedim. Yarım litrelik pet su şişesine rakı doldurup, dışarıda içerek arabaya bindi.
–Ali hâlâ akıllanmadın mı sokakta bile içiyorsun? Hem sağlığına da zararlıdır.
– Hocam ben böyle pet şişeleri yanıma alır, yolda yürürken içerim. Herkes su içtiğimi sanır, dedi yolda giderken.
“Demek ki, yasağa rağbet çok olur derler, doğruymuş. Bir suça kırbaç, kelle kesme, yarı beline kadar toprağa gömüp taşlayarak öldürme cezası bile verilse insanlar o suçları işlemeye devam ediyorlar. İnsanlarda derin incinmeler yaratan insanlık dışı ceza vermek yerine çağdaş hukukla yargılansalar ve daha da iyisi eğitilseler daha etkili olur. ” diye düşündüm.
ahmet.kocak16@hotmail.com