Ahmet Koçak yazdı; CUMARTESİ PAZARI
Köşe yazarımız Ahmet Koçak’tan alev alev yanan çarşı pazara farklı bir yorum! Koçak;
15 Nisan Cumartesi günü bizim mahalle pazarına alışveriş için gittim. Pazar, iki yanı beş altı katılı apartman olan Emek Caddesi’nde kurulur. Bu apartmanlar Bahçelievler Mahallesi’ne -Doğanbey konutları örneği- bir hançer gibi saplanmış gibidir. Yetmişli yıllarda yoksul ve çok çocuklu ailelere arsalar verilmiş ve evleri bir proje üzerine yapmaları sağlanmıştır. Emek Caddesi’nin iki yanındaki arsa sahipleri arsalarını birleştirip iki sıra halinde apartmanlar yaptırmış, taşınmışlardır. Apartmanda oturanlar kentli, müstakil evlerde oturanlar köylü gibi görülmüş; müstakil evlerde oturanlara tepeden bakmaya başlamışlardır. Bu durum kırk yıl sonra bile devam etmektedir
Pazara batı tarafından girip her zamanki gibi sebze meyve fiyatlarına baktım. Kafamda işaretler koyarak dönüşte alış veriş yapa yapa geri batı tarafından çıkış yapmayı düşünmüştüm. Bu gidişimde insanları inceleme gereği duydum nedense. Pazarcılar her zamanki gibi günlük ve bol giysileri içindeydiler. Müşterileri inceledim; yüzü gülen, yüzünden kan damlayan, sağlıklı, iyi giyimli bir tane ne kadın ne de erkek göremeyince pazarın sonuna kadar dikkatle insanları incelemeye devam ettim. Yarım saatte bir müşterisi değişen pazarda insan profili pek değişmedi. Ne bir bakımlı güzel kadın, nede yakışıklı denebilecek erkek yoktu. Kesik benizli, aksayarak yürüyen, tahıl ağırlıklı beslenmeden dolayı göbeği çıkmış insanlar gördüm. Sanki Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki nüfus yeniden ortaya çıkmış gibiydi.
Pazarın ortalarındaki çay bahçesinde masalı bir banka oturdum. Bir süre sonra karşı oturağa iki orta yaşta kadın geldi oturdu. Onlar da sağlıksız, bakımsızdılar. Partileri için propaganda yapmak için düşmüşlerdi yollara. Bana partilerinin broşürünü uzattılar, akdım. Çay söylemeye niyetlendiler;“ siz deiçer misin?” diye sordular. “Ben sizden önce bu masadaydım. Asıl çayı ben söylemeliyim” diye garsonu çağırdım. Çaylarını yudumlarken kadının biri:
“Beyefendi biz bu sefer Kemal Kılıçtaroğlu’nu deneyeceğiz. Bunlar yirmi bir yıldır ülkeyi yönete yönete, yiye yiye bıktılar, kanıksadılar. Son yıllarda yönetemiyorlar. Her şey ateş pahası oldu. Hem Kılıçtaroğlu tahsilli, devlet deneyimi olan tertemiz eski bir bürokrat. Bir sefer de CHP’yi tek başına iktidara getirsek ne kaybederiz? Ben istiyorum ki; Ecevit’in Erbakan’la hükümet kurması gibi olmasın. Üç yüz altmışın üzerinde milletvekili verelim de şu sağcıları üzerinden atıp ülkeyi tek başına yönetsin. İktidar olursa bunlardan daha kötü yönetmez herhalde?” dedi. Yanındaki kadın:
“Yetmiş yıldır CHP hiç iktidara gelemedi. Sol biriktirir sağ harcar derler. Gerçekten de yetmiş yıldır sağcılar onların biriktirdiklerini sata sata idare ettiler. Bu hükümet dibini iyice sıyırdı. CHP’nin ilk yıllarında yaptığı hiçbir fabrika kalmadı. Bütçe tamtakır oldu. Yine bütçeyi doldurmak bizim partiye kaldı. Rantçılar niye sağdan çıkıyor? Biraz da AKP rantçılarından bahsetsek.” diye sözü diğer kadına bıraktı. Diğer kadın:
“Solcular idealist olur parayı ve rantı sevmez. Sağcılar kapitalist olur parayı ve rantı severler. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz beyefendi?” diyerek fikrimi almak, beni de söyleşiye katmak istedi.
“Doğrudur. Ben hiç kapitalist solcu görmedim. Solcular gerçekten halkı düşünürler. Sağcılar hep kendilerini.”
“Siz bu seçimde oyunuzu kime vermeyi düşünüyorsunuz?”
“Daha karar vermedim. Eğer beni ikna ederseniz sizin partiye veririm oyumu.”
“Emekli misiniz?”
“Evet”
“Maaşınızın alım gücü düştü. Geçim sıkıntısı yaşıyorsunuzdur. Hâlâ kime oy vereceğinize karar vermediniz mi?”
“Veremedim.” dememle yanındakinin kulağına fısıltıyla: “Aysun Kayacı’nın dediği adamlardan biri de bu” dedi. Hafif gülümsediğimi görünce söylenenleri duyduğumu anladılar. Kadının biri:
“Beyefendi Kılıçtaroğlu dürüst bir insan. Milletin parasını çalmaz. Çalınanları da geri alır. Ben buna inanıyorum”
“SSK genel müdürüyken SSK’yı batırdı diyor hükümet.” dedim. Birbirinin yüzüne baktılar. Diğer kadın:
“Siz şimdiki SSK genle müdürünün adını biliyor musunuz?” diye sordu.
“Hayır bilmiyorum. Bakanların çoğunu adını da bilmiyorum. Cumhurbaşkanının adını bilirsem yeter. Her şey ondan soruluyor zaten.” diye yanıtladım.
“Şimdiki genel müdür SSK’yı batırabilir mi? Öyle bir gücü var mıdır? Onu bırakalım bakanlar da yetkili değiller. Kılıçtaroğlu da değildi. Nasıl batırdı SSK’yı?” Kazık bir soru sordu. Yerimde kıpırdarken;
“Bilmiyorum öyle diyorlar” dedim. Yüzlerine beni ikna edememenin bezginliği çökmüş halde ayrıldılar. Gündemi yakından izleyen, onların bildiklerini de bilmediklerini de bilen birini ikna etmenin olanaksız olduğunu anlayamadan gittiler.
Pazarda işaretlediğim yerlerden sebze meyvelerden alarak eve döndüm. Pazarda gördüğüm sağlıksız vatandaşların görünüşleriyle iki kadının bezgin yüz ifadeleri kaldı belleğimde. Tanınmamış bir yazar olmanın nimetlerinden faydalandım yine. O iki kadın bu yazımı okurlar mı acaba?
ahmet.kocak16@hotmail.com