Ahmet Koçak yazdı; EBE HANIM
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Mesleğimin ikinci yılını çalışırken 12 Eylül darbesi oldu. Eylülün yarısında okuluma gidip göreve başladım. Köyüme yakın iki mahrum köye, Köy Enstitüsü mezunu iki deneyimli öğretmen geldi. Onları ziyarete gittim. Bu yaştaki öğretmenlerin böyle mahrum yerlerde ne işi vardı? Merak ettim. İkisi akran ve kader arkadaşı olduklarından birlikte gezerlerdi. Diğer öğretmenler onlardan uzak dururdu.
Bana çok yakındı köyleri. Okul lojmanında kalıyordu uzun boylu olanı. Diğeri de arkadaşını ziyarete gelmişti. Onlara “hoş geldin” ziyaretine geldiğimi söyledim, hediyemi de takdim ettim. Çok mutlu oldular. Uzun boylu, babayiğit ev sahibimiz Şehmuz Bey:
“Cesaretinizi kutlarım genç öğretmenim. Zira sürgün geldik ve herkes bizden uzak durmaya çalışıyor. Seziyoruz.”
“Neden ve nereden sürgün geldiniz sayın hocam?” diye sordum.
“İkimiz de gazeteye askeri darbeye karşı çıkan yazılar yazdığımız için sürüldük. Olsun. Bu da geçer. Dava açtık. Geri eski görev yerlerimize gideriz nasıl olsa. Biz suçumuz olmadığına inanıyoruz.” dedi.
Sonraki günlerde sık sık görüştük, zaman zaman toprak yoldan yürüyerek ilçeye gittik. Her zaman ceketlerinin yan cebinde gazeteleri olurdu. Çok da kitap okuyorlardı. Yirmi beş yıldır öğretmenlik, yöneticilik yaparken çok deneyim kazanmışlardı. Öğretmenlikte, idarecilikte takıldığım sorunları onlara sorar öğrenirdim.
Geçen gün daldım gittim eski yıllara. Şehmuz Beyin anlattığı korkunç bir olayı anımsadım. Ebe olan bir öğrencisinin doğuda, çok mahrum bir köyde başına gelen felaketi anlatmıştı;
“Siz çok şanslı nesilsiniz; atandığınız köylerde okul, lojman ve eğitim araçları var. Bizim kuşak beline keseri asar; önce köyde okul yapar, ardından derse başlardı. Niğde’nin mahrum bir köyünde çalışıyordum. O zamanki öğrencilerin yaşları büyük olurdu genelde. Beşinci sınıftan mezun ettiğim başarılı bir kız öğrencimin babası ile görüştüm; yatılı ebe okuluna vermesini istedim. Tabi erkek öğrencilerimi de DPY sınavlarına, öğretmen okullarına göndermek için uğraşıyordum. Kızın babası ilk önerdiğimde çok tepki gösterdi. “Kız çocuğu okur muymuş? Zaten kız yetişti. Kocaya veririm. Okuyup da ne olacak?” deyip duruyordu. “Onu sınava götürecek param da yok zaten” diye devam edince, götürebileceğimi söyledim. Razı oldu. Bizim köylümüz kurnazdır, bedavacılığı sever.
Sınavlar zaten göstermelikti ve sınava her gireni alıyorlardı okula. Vatandaş yirmi yıl önce kızlarını okutmak istemezdi. Gerçi hâlâ öyle ya, neyse.
Üç yıl okudu ebe oldu. Doğuda mahrum bir köye verdiklerini duydum. Oradan tayinim çıktı ayrıldım. Geçtiğimiz yaz tatilinde o köye gittim. Öğrencilerimin ne halde olduklarını izlemeyi severim. Erkek öğrencilerim öğretmen olmuş, göreve başlamışlar. O köyden ilk okuyan kızım da doğuda mahrum bir köye atanmış olduğunu duymuştum. Ebe hanımın anne ve babası beni görünce başladı ağlamaya. Ben onlara kızlarını anımsatmıştım. Merak içindeyim; neden ağladıklarını sordum; “Hocam sormayın Zahide öldü!” dediler. Öğrencimin ay gibi parlayan yüzü, cıvıl cıvıl hayat doluluğu geldi gözümün önüne. Neye uğradığımı şaşırdım. Kızın babası duyduğu kadarını anlattı. Olayın tam nasıl olduğu çözülememişti. Babası:
“Hocam, Zahide doğuda bir vilayete atandı. İlk mektubunda İran sınırına yakın bir yerde tek başına bir köy evinde kalarak görev yaptığını yazmıştı. İkinci mektubu gelmeden jandarma geldi acı haberi getirdi. Elde yok avuçta yok borç harç para bulup düştüm yola. Nasıl acılar içindeyim hocam nasıl! İlin hastane morguna koymuşlar kızımı. İlçeye gidip Jandarmadan bilgi almak istedim. Jandarma çavuşu:
“Ebe hanımı akşamüzeri doğum var diye evden almışlar. Her zaman köy bekçisi ile gidermiş yakın köylerdeki doğumlara. O gün köy bekçisi Ankara’ya gitmiş bir işi için. Belki de onun yokluğundan yararlanmışlardır. O köyden bir genci de yanına alarak karda kışta, yayan yapıldak düşmüşler yola. Ertesi gün ebeyi göremeyince muhtar durumu bize bildirdi. Hemen dağ, taş aramaya başladık. İki gün sonra ölüsünü bir mağarada bulduk. Çalıştığı köyden bir gencin de aynı gece kaybolduğunu anlayınca onu aramaya başladık zanlı olarak. Maalesef bulamadık.”
Cenazesini trenle buraya getirdim. Sonradan o karakol komutanı telgrafla bilgi verdi. İkisi de İran’a kaçmışlar. Ya işte böyle hocam; Zahide’yi kaybettik.” diye babası öğrenebildiklerini anlattı.
Tabi çok üzüldüm, kendimi suçlu hissettim. İnsan iyilik yapar da yaptığı iyilikten pişman olur mu? Oldum ve hala etkisinden kurtulamadım. Ben de karakol komutanını arayıp bilgi aldım. Komşu köyden, ebe hanıma göz koyan biri o köyden de birini yanına alarak karısının doğum yapamadığını söylemiş. Mağarada tecavüz edip kaçmışlar.
Mahrum yerlerde yaşayan eğitimsiz insanlar cinsel yönden açtırlar; kadınları cinsel obje olarak görürler. Hele de sahipsiz ise onu elde etmek için planlar yapmaya başlarlar. Bunda eğitimsizliğin, kadınların erkeklerden kaçmaları geleneğinin de payı vardır. Sosyal yaşamda bir arada yaşamış olsalar böyle canice işler yapmazlardı.” diye sözlerine son verdi Şehmuz Bey. Biz de çok üzüldük tabii.
İki ay sonra mahkemeyi kazandıklarını, eski görev yerine döneceklerini söylemek ve veda etmek için ziyaretime geldiler. Ertesi gün iki arkadaşımı terminalden yolcu ettim.
ahmet.kocak16@hotmail.com