Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; EDİP AKBAYRAM’I KAYBETTİK

05.03.2025

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Bu dünyaya bir Edip AKBARAM geldi, bu dünyadan bir Edip Akbayram geçti.

Yetmişli yıllar; müzikte, sanatta, sinemada, tiyatroda, yazın yaşamında bolluğun olduğu yıllardır. İnsanlar İleri gidişe, gelişmeye istekliydi. Yön ileri doğruydu. Özellikle müzikte çok şarkı ve çok sanatçı çıkmıştı ortaya.

Her köyün bağı vardı. Büyükbaş, küçükbaş sürülerinin olduğu, fabrikaların çalıştığı, yeni fabrikaların kurulduğu yılardı. Bizim iki dönümlük bağı bellemek için belimi, bir testi suyumu yanıma alıp bağa gittim. Başladım bağı bellemeye, kütüklerin dibini doldurmaya.

Bazı insanlar yeniliklere açık olur ve kendi çağının elektronik aletlerini edinmek isterler. Komşu bağa gelen Rüstem de onlardan biriydi. Elinde siyah bont çanta ile bağa geldi. Çantayı açtı. Çantadan önce cızırtılar ardından o zamana kadar duymadığım çalgılar çalmaya başladı. Sesini sonuna kadar açıp başladı müzik dinleyerek bağını bellemeye.

Belin sapına çenemi yerleştirip dinlemeye başladım. O ne güzel müzikti, o ne güzel sesti, şaştım kaldım. Türkü bitene kadar ayakta dinledim. Kayıtsız kalamadım; yakından dinlemek için pikabın yanına gittim. Plağı bir yüzünde Âşık Mahsuni Şerif’in İnce İnce Bir Kar Yağar türküsü vardı. Türkü, saza batı çalgıları katılarak söylenmişti;

İnce ince bir kar yağar fakirlerin yüzüne / Neden felek inanmıyor fukaranın sözüne /
Öldük öldük biz açlıktan, etme ağam n’olur
…  derken sabah ufaladığım kuru yufkaları sana yağında kızartıp, yumuşatılmış yufkaya dürüp, ekmekle ekmek yemiş gelmiştim. Köyden okula giderken yüzüme yüzüme ince ince yağan karda gidip gelip okuduğum için olsa gerek türküdeki fakirin ben olduğum geldi usuma. Türküyü daha bir içlenerek dinledim.

Söyleyen Edip AKBAYRAM’dı. Ne duru bir sesti. 29 Aralık 1950’de Gaziantep‘te doğdu. Henüz dokuz aylıkken çocuk felcine yakalandı. Çocukluğunu bu hastalığın pençesinde geçiren Edip Akbayram’ın müziğe tutkusu da çocukluk yıllarında başladı. Akbayram o yıllar için “Haftalığımdan biriktirdiğim paralarla ünlü pop şarkıcılarının konserlerine gider, eve döndüğümde aynanın karşısında onların taklitlerini yapardım.” demiştir. Çocukluk yıllarında bir orkestra kurdu ve amatör olarak evlerinin yakınındaki bir düğün salonunda çalıştı.

Lisede kurdukları orkestrada Pir Sultan‘ın, Karacaoğlan‘ın deyişleri üzerine yaptıkları besteleri çalıp söylediler. İlk plağı Kendim Ettim Kendim Buldum‘u da lise yıllarında yaptı. İlk plağını çıkardığı grubun adı Siyah Örümceklerdi. Gaziantep’ten sonra Adana ikinci adresi oldu. Adana, Akbayram’ın kurduğu orkestrayla ilk kez sahneye çıktığı kenttir. Daha sonra burada “Beyaz Saray” adlı bir gazinoda çalışmaya başladı…

Çocuk felci geçirdikten sonra yürüme yetisini kaybetmişti. Yaşamı zorluklar içinde olduğu için çok içten, yanık söylüyordu. İnsanların yaşadıkları zorluklar onları büyük insan yapıyordu.

Plak bittikçe ters çevirip diğer türküyü dinliyordum. Bu Rüstem’in de işine geliyor, sürekli çalışıyordu. Diğer yüzünde de Neşet Ertaş’ın ‘Dağlar Dağladı Beni’ türküsü vardı.

 Dağlar dağladı beni / Gören ağladı beni / Ayırdı zalim felek / Derde bağladı beni

Ayırdı zalim felek / Derde bağladı beni…

Benim gibi 1950’li yıllarda sağ ve sığ iktidarlar döneminde doğmuş, yine onların yönettiği ülkemizde yaşamını sürdürmüş, “sanatınıza tükürürüm” diyen çapsız yöneticiler döneminde 75 yılını geçirmişti. “En dar mahpus, size karşı olanla­rın arasında yaşamaktır.” sözü gibi karşı olduğu hükümetler döneminde yaşadı. Kolay olmadı onun için tabii; “çocuğuma süt alamıyorum” serzenişleri kulaklarımızdadır. Gerçek mahpusluk yaşayan yazar ve şairler: Yaşar Kemal, Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Sebahattin Ali gibi insanlar kendilerine uygulanan zulümler nedeniyle dünya çapında ünlü eserlere imza atmış kişiler olmuşlardır. Yetmiş yıldır egemen olanlardan böyle insanlar çıkmamıştı. Tüm engellemelerine rağmen hepsi Türkiye’nin değerleri olmuştu.

Edip Akbayram başlangıçtan itibaren ne yapmak istediğini şöyle açıklıyordu:

Kalıcı bir şeyler yapmak istiyordum. Fikret Kızılok ve Cem Karaca‘nın Anadolu ezgilerini pop çizgisinde söylemelerini örnek olarak aldım. Renk ve çizgide tamamen bir Edip Akbayram olarak geliştirdim.”

Bazı sanatçılar iyi söyledikleri bir şarkı veya bir türkü ile ünlenir, o türkülerle ve şarkılarla anılırlar. Birkaç sanatçı ise her türküyü, her şarkıyı en iyi söyleyenler olmuşlardır. Edip Akbayram ve Selda Bağcan bunlardandır. İkisinin de çok güzel söylediği şarkı ve türkülerin hangisini sayayım? Hepsini güzel söylerler. Bir söyleşide şöyle der Edip Akbayram:

Toplumcu müzik yapmak istedim. Müziğimde geniş halk kitlelerinin yaşamı, sorunları olmalıydı. Ancak sivri, ucuz kahramanlıklardan da uzak durmaya çalıştım. İnançlarımdan, düşüncelerimden, politikamdan taviz vermeden, müzik tekniğinden yararlanarak, sorunlu, yoksul, geniş halk kitlelerine ulaşmak, daha çağdaş bir şeyler yapmak istiyordum.” dediğini gerçekleştirmiş bir sanatçıyı kaybettik.

Arabamda, evimde türkülerini keyifle dinlediğim, dinlemeye devam edeceğim değerli sanatçı Edip Akbayram’a teşekkürlerimle…

Yaşam onu incitti. Toprak incitmesin. Işıklar içinde uyusun.

ahmet.kocak16@hotmail.com

 

 

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>