Ahmet Koçak Yazdı; Gezi Notları-Yozgat/Şefaatli
Köşe Yazarımız Ahmet Koçak uzak diyarları yazdı. Koçak;
“15.07.2022 Çiçekdağ ziyaretinden sonra Şafaatli’yi görmek için yola düştüm. Yerköy’den sonra kestirme yola girdim. Gidiş geliş dar yoldan tepeler ovalar aşarak yoluma devam ettim. Dağ taş buğday, ay çiçek tarlalarıyla doluydu. Ekili arazileri gördükçe mutlu oldum; içimden, “merak etme Türkiye’m bir zamanlar Osmanlı sarayına erzak sağlayan güzel ilim Yozgat sizi aç koymaz, bol ürünle size nefes aldırır” diye geçirdim. Yol boyunca harman yerleri samanla, sap demetleriyle, dev buğday öbekleriyle doluydu. Köylümüz üretmişti…
Yol kenarındaki bir çeşmenin etrafını temizleyen birini gördüm. Çevreyi temizleyen adama teşekkür etmek için durdum. Geri geri giderek çeşme başına park ettim. Adama selam verip, “çevreyi temizlediğinizi gördüm. Çevreye duyarlı olduğunuz için size teşekkür ederim” diye söze girdim. “Birazdan biçer gelecek de o nedenle tarlamın etrafını temizliyordum” dedi. Tanıştık. Yakın köydenmiş ve Yerköy’de oturuyormuş. Biri daha geldi. Ayaküstü sohbet ettik. Ayrılırken “fotoğrafınızı çekebilir miyim?” dedim. Poz verirken biri; “yoksa sen gazeteci misin?” diye sordu. Sarıkaya Yöre Haber Gazetesi’nde ve Bursa yerel gazetelerinde yazıyorum” dedim. “Aha şu görünen köyden de bir gazeteci var. Yeni Şafak’ta yazar. Tanır mısın onu?” diye sordu. Tanımadığımı söyledim. “O zaman sen sosyal demokratsın” dedi. Bir alaka kuramadım ve vedalaştım.
Dağlar tepeler aşıp, köylerden geçerken hiçbir taşıtla karşılaşmadan yoluma yalnız başıma devam ederken önüme birden tepelerin arasında kurulmuş Şefaatli çıktı. Sağa yanaşıp fotoğraf çektim. Şehir merkezine kadar sağdan yavaş, etrafı izleyerek gittim. Bir cadde Kaymakamlık ve Belediyeye, diğer bir cadde tren garına doğru gidiyordu. Uygun yere park ettim. ‘V’ şeklinde iki caddeden başka cadde aradım bulamadım.
Tren garını gezdim. Atatürk Anıtı’nın fotoğrafını çektim. Şefaatli’de büyümüş, bu tren garından bir grup arkadaşıyla Hasanoğlan Öğretmen Okulu sınavlarına giden eğitimci- yazar Şehriban Tuğrul geldi aklıma. “Bir Öğretmen Yetişiyor” adlı kitabında 1960’lı yılların Şefaatli’sini, okulunu, arkadaşlarını, akraba ve köylerini içtenlikle anlatmıştı kitabında.
Bir derenin üzerindeki köprüden geçerken uzun boylu, takım elbiseli altmış yaşlarında bir adama “burası Delice Çayı mı?” diye sordum. Adam kasketini çıkarıp tekrar giydi; “yok” dedi “burası Karasu’dur. İlerde Aksu var. İkisi daha şoo ileride birleşir, Delice Çayı olur. Oradan gider; Yerköy’ü, Sekili’yi, Çerikli’yi geçer, Kızılırmak’a karışır” dedi, yoluna devam etti. “Sen de kimsin? Burada ne geziyorsun” diye merak edip sormadı.
Çarşısında dolaştım kendi kendimle. Bir kahvenin önüne konulmuş sehpaların etrafındaki taburelerden birine oturdum. Yanı başımda iki kişi sohbet ediyordu. Biri, bir köyden, diğeri merkezdenmiş. Merkezden olan türkü sanatçısı Mümin Sarıkaya’ya çok benziyordu. “Mümin Sarıkaya’ya çok benziyorsun. Akraban olur mu?” diye sorarak söyleşilerine dâhil oldum. “Mümin Sarıkaya mı? O da kim? Hiç duymadım.” dedi. “Sen şimdi Ahmet Koçak’ı da tanımazsın?” dedim. “Yok, onu da tanımıyorum” dedi. Kendi esprime kendim güldüm. Yanındaki Mümin Sarıkaya’yı tanıyormuş. “Ben Yoruldum Hayat diye türküsü var ya la tanımıyor musun?” dedi. “Türküsünü de duymadım” dedi, Mümin Sarıkaya’ya benzettiğim adam. Diğeri: “Ahmet Koçak’ı ben de duymadım. O da mı türkücü?” diye sordu. “Yok, o türkücü değildir. O, kelimelere türkü söyletir” dedim. Pek bir şey anlamadılar.
Köyden gelen karısından boşanmış. İki çocuğu da yetişkinmiş. Annelerinin yanındaymışlar. Dul bir kadına talip olmuş. Kadın kabul etmemiş. Nereli olduğumu sordu, “Sarıkayalıyım” dedim. “Bu arkadaş da sizin Sarıkaya’dan evlidir, enişteniz olur” dedi. Eniştemiz: “Hangi köyündensin?” diye sordu, “Ilısu Köyü’ndenim” dedim. Benim köyü çıkaramadılar. Olsun zaten ben de onların köyünü çıkaramıyorum ödeşmiş vaziyetteyiz. “Sarıkaya ile Kadılı Köyü arasındadır köyüm” dedim. Yine çıkaramadılar. Dul adam; “yengeye bir sorsan hiyerif köyünde bana uygun biri var mıymış bir baksa” dedi Mümin Sarıkaya’ya benzeyen adama. O: “Sorarım” dedi. Adam bana döndü: “Köyde geniş arazim, büyükbaş, küçükbaş çok sayıda hayvanım var. Zengin biriyim(tam evlenilecek adamım). Sarıkaya’dan sen de baksan, uygun bir kadın bulsan.” dedi, denize düşen yılana sarılırmış misali. Sarıkaya’da yaşamadığımı, tanıdığım olmadığını söyleyince güvendiği dağa daha karlar yağdı, morali bozuldu. Ben konuyu Şefaatli’ye getirdikçe dul adam sürekli evliliğe, acıyan yerine getiriyordu.
Onlarla vedalaşıp çarşıda gezmeye, insanları incelemeye devam ettim. Hepsinin yüzünde bezginlik varmış gibi geldi bana. Kendileri açık ceza evindeymiş de, volta ata ata cezalarını çekiyorlarmış gibi bir izlenim edindim.
Saat on ikiye kadar gezdim. Kahvaltıyı erken yapmış, karnım acıkmıştı. Canım kıymalı pide çekti. Epeyce bir aramamın sonunda bir tane pideci gördüm. Kıymalı pide yemek istediğimi söyledim. Lokantacı yüzünü ekşiterek(bu ekşime bana değil geç kalan pideci çalışanınaydı); “daha pideci gelmedi. Sen en iyisi şu ilerdeki kasaba git; İçini hazırlatıp, yanındaki fırına ver.” dedi. Dediğini yaptım. Tek kıymalı malzemesi için yirmi lira kasaba, beş lira fırına, iki lira da ayrana verip, fırının yanındaki masada yedim, karnımı doyurdum. Artık bana yol mu dayanırdı…
Yozgatlı Eğitimci- Yazar Ertuğrul Kapusuzoğlu ile mesajlaşıp, kitaplarımızı değiş tokuş etmeye karar vermiştik bir ay önce. Messenger’dan buluşma mesajıyla birlikte telefon numaramı da yazdım gönderdim. Yozgat’a doğru yola çıktım. Kız kardeşimin evine gittim. Arada bir telefona bakıp mesajımı görüp görmediğini kontrol ediyordum. Saat dörde doğru telefonum çaldı. Arayan Ertuğrul Bey’di. Mesajımı yeni gördüğünü, Şefaatli yolunun yakınındaki bahçesinde olduğunu, bilmeden yanından geçip gittiğimi söyledi. Geciktiği için üzüntülerini öyle üst düzeyde cümlelerle dile getirdi ki, büyük bir üstatla muhatap olduğumu anladım. Telefonlarımızı kaydettik. Bursa’ya döneceğim zaman buluşmaya, tanışmaya karar verdik. Sorgun’a doğru yola çıktım…
ahmet.kocak16@hotmail.com”