Ahmet Koçak yazdı; GÜZEL MUDANYA-1
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Mudanya’ya gezmek, denize girmek için çok gittim. Gezmek için gitmek başka, yazmak için gitmek başka imiş; bakmak ile görmek arasındaki fark gibiymiş.
Evimden Mudanya’ya gitmek için üç taşıta binmem gerekli. Belediye otobüsü ile ilk BURSARAY istasyonuna gittim. EMEK trenine bindim. Osmangazi istasyonunda bir kadın yanıma oturmaya niyetlendi sonra vaz geçti arkaya doğru yürüdü. Arkalarda yer olmadığını gören kadın, beğenmediği yere muhtaç olmuş vaziyette geri döndü ama çoktan kabından zurna olduğu anlaşılan müzik aleti ile esmer, göbekli, kırk beş yaşlarında gösteren bir adam oturdu. Adama;
“Kadın burayı beğenmemişti. Sonra muhtaç oldu ama sen oturdun, avucunu yaladı.” diyerek söz açtım. “Öyledir” dedi esmer adam ve devam etti:
“Çok olur böyle şeyler hayatta. Hızla çarptığın kapıyı tekrar çaldırır hayat.” Hiç beklemediğim bu yanıt üzerine aramızda söyleşi başladı;
–Müzisyen misiniz?
-Estağfurullah! Ne müzisyenliği? Şu karşıda elinde davul olan benim oğlumdur. Düğünlerde o davul çalar ben de zurna. İnsanları eğlendiririz. Üç beş kuruş çorba paramız çıkar.
–Saçlar simsiyah, kırk yaşlarında gösteriyorsun.
-Yok be abi altmış beş yaşındayım.
–Genç kalmanızı eğlenceli yaşantıya mı borçlusunuz?
-Gençlik mi kaldı abi. Baypas oldum. Dört damarım değişti. Allah “biraz daha yaşa ya kulum, biraz daha günah biriktir öyle gel” dedi zahir. Vademiz yetene kadar gideceğiz. Allah imandan Kurandan ayırmasın be abi.
–Rektifiyeden çıkan motor gibi kalbin tıkır tıkır, eskisinden daha iyi çalışıyordur şimdi. Nerde oturuyorsun?
-Çocukluğum, şimdilerde park olan Kamberler’de (Roman vatandaşların oturduğu mahalle) geçti. Meydancık Meydanı’na yakın yerde oturuyorum.
–Ev senin mi?
-Yok, benim değil. Kirada oturuyorum.
–Ev sahibin kirayı artırdı mı?
-Yok.
–Kaç lira kira veriyorsun?
-Üç yüz lira. On yıldır aynı. Ev sahibi arar, “kirayı artıralım mı?” diye sorar; “yok artırma” derim artırmaz.
–Ne güzelmiş! Enflasyon seni etkilemiyor desene? Böyle ev sahipleri de var mıymış?
-Yabancı değil, yeğenim olur ev sahibim.
–Ha, ondan. Kaç çocuğun var?
-Üç çocuğum var. Büyük olan kızdır. O, evlendi Çanakkale’ye gitti. Büyük oğlan da evlidir. Aha bu oğlanı da evereceğim. Yedi de torunum var. Allah cemi cümleninkiyle benimkileri de bağışlasın.
–Çok güzel! Adınız nedir?
-Berkecan
–Berkecan mı? Sahne adın mı?
-Yok. Gerçek adım.
–Torunların sana “Berkecan dede” mi diyorlar?
-He. Ya ne desinler?
–Ne bileyim? Berkecanlar dede olmaya başlamışlar demek ki? Dede dediğinin adı Ahmet, Mehmet, Ali olurdu eskiden. Demek ki; Ufuk, Berkay, Cankut adında dedeler de olacak bundan sonra, dedim. Yüzüme garip garip bakarak telefonla konuştu;
-Damat aradı, diye açıklama yaptı.
–Damadın seni pek mi sever?
-Yok. Nerede? Düğününe gideceğimiz damat aradı. Bizi Fethiye durağında bekliyormuş. Gelin çıkarken evlerinin önünde çalacağız. Bakalım kaç lira bahşiş verecek. Allah benim canımı borçlu almasın, imandan Kuran’dan ayırmasın diye çok işe gidiyorum. (Türkiye’nin gidişatından dolayı akıntıya kapılmış olan Roman vatandaşımızın, dini söylemlere alışmış, cami imamından daha fazla Arapça dualar ve sözler söylemesi dikkatimi çekti.)
–Çalışarak ekmeğini kazanmak saygı duyulacak bir şeydir Berkecan Bey.
-Bey mi? Ne beyi? Bey, sana kurban olsun abim. Başını ağrıttım. Hakkını helal et. Hadi Allah’a emanet ol.
–Bir gün karşılaşırsak birlikte çay içelim; sen anlat ben dinleyeyim Berkecan Bey. Sende anlatacak çok anı var gibi geldi bana.
-Olur tabi. Çok şey var anlatacak. Allaha ısmarladık.
–Güle güle. Bol kazançlar dilerim. (Devam edecek)
ahmet.kocak16@hotmail.com