Ahmet Koçak yazdı; HAFİZE BEYSİM GÜN’E ‘TİYATRO EMEK ÖDÜLÜ’ VERİLDİ
Köşe yazarımız Ahmet Koçak yazdığı makalede;
Tarih: 4 Mart 2023
Saat: 20.00
Yer: Ahmet Vefik Paşa Tiyatro Salonu
Olay: 10. Bursa Uluslararası Balkan Ülkeleri Tiyatro Festivali açılışı
Bu festivale davet edildim ve oğlumla gittim festival açılışına.
“Evden yedide çıkarsam yetişirim. Biraz geç kalmam daha iyi olur. Büyük adamlar hep geç kalırlar. Ben de büyük adam sayılırım artık” diye düşünerek evde boş boş beklerken önce Hafize Hanım aradı. Ardından sözcük jonglörü, şair- yazar Halime Yıldız aradı. Geç kalırsam içeri alınmayacağımı söylediler. Telaşlanarak hemen yola çıktım. Otobüs durağında elimi cebime attım ki otobüs kartım yok! Hemen eve doğru giden yokuşa tırmandım. Kan ter içinde, nefes nefese tekrar durağa geldim (Büyük adam pozlarına bürünmek senin neyine? Her zaman yaptığın gibi bir saat önceden gitsene).
Biletimi alıp içeri girdiğimde salonun tamamen dolduğunu gördüm. Bu ilgi ne kadar güzeldi! Bir yanımda Zeki Baştürk, diğer yanımda Fehmi Enginalp vardı. Dedim ya, ben hep iyi adamlar biriktiriyorum. İyi adamlardan biri olan Zeki Bey: “Nerde kaldın? Erken gelseydin seni birçok iyi insanla tanıştıracaktım! Fırsatı kaçırdın!” diye fırçaladı (Bir daha asla büyük adam pozlarına bürünmek yok!).
Balkan ve tiyatro adı geçen bir etkinlikte ilk akla gelen sanatçı elbette Hafize Beysim Gün olurdu. Öyle de oldu. Program başladı. Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Mustafa Kurt’un açış konuşmasının ardından Hafize Hanımı anlatan sine vizyon gösterisi yansıdı beyaz perdeye. Balkanlardan duyulan türkülerine tiyatrodaki sesleri, oyunları katıldı; ön sırada duygulanarak izledi kendisini değerli sanatçımız.
Hafize Hanımı Tunaboylular Deliormanlılar Derneği’nde yapılan sanatının elli beşinci yılı kutlamasında tanımış, 7 Mart 2022 tarihinde yazmıştım. O yazımda ona âşık Şair-Yazar (Her ne kadar kendisine şair denmesine kızsa da, “bana gülmece yazarı deyin” dese de yazdık bir kere bağışlasın.) Nihat Altınok’un Hafize Hanımı anlatışı pek güzeldi. Hafize Hanıma bakarak:
“…Neyse, konumuza dönelim, yetmişli yıllar… Dediler ki mahalleye üç güzel kız kardeş gelmiş Bulgaristan’dan. En güzel giysilerimi giydim. En güzel parfümümü sıktım. Öyle bir koku ki, tüm mahalleyi sardı kokum. Yürüdükçe ayın etrafını saran gurup gibi kokum da benimle geliyor. Başladım evlerinin önüne doğru yürümeye. Gencim, yakışıklıyım, geriye taranmış dalgalı saçlarımı son kez düzelttim (o sırada eli, o günkü gibi saçlarına gitti ama o dalgalı gür saçlardan eser kalmamıştı. Alnından tepesine kadar eli bir tel saçla karşılaşamadı). Evlerinin önünden geçerken pencereden gördüm o meşhur üç güzeli. İçlerinden biri en güzeliydi. Gülünce çıkan gamzeleriyle ışıklar saçıyordu etrafa. Bulgaristan Radyosu’nda türküler söylemiş, meşhur bir sanatçıymış. Vuruldum tabi. O güzelliğe her erkek vurulurdu. Bir suçum, günahım yoktu. Yıldırım aşkıydı bu (Kendisini gülümseyerek, siyah fötr şapkasının altından bakarak dinleyen sanatçıya doğru baktı gülümseyerek; yine hayran, yine aşk dolu…). Onları tanıyan bir arkadaşım vasıtasıyla bir eğlence mekânında buluştuk, tanıştık. Dans bile ettim kendisiyle. Tam aşkımı ilan edeceğim anda, “gitmeliyim” dedi. “Ne gitmesi?” dedim. Üzgün ve şaşkınım. Daha yeni başlamıştık. “Kimse duymadı ama ben evlendim. Eşimle buluşmam gerek” demesin mi? Tüm hayallerim yıkıldı! Dedi ve o günkü hayal kırıklığını yüzüne yerleştirerek Hafize Hanıma bir daha baktı acı acı…”
Ona olan aşkını böyle anlatmıştı Nihat Bey. Belli ki, o dönemde ona âşık olmayan yokmuş…
Hafize Hanımı sahneye davet ettiler. Genel müdür Mustafa Bey:
“Türkiye’de bu ödül ilk olacak. Bu ödülün adı “Tiyatro Emek Ödülü” dür.” diyerek onurluk ve çiçek takdim etti. Hafize Hanım çok duygulanmıştı. Deprem yıkımından beri çok üzgün olduğunu bir türlü kendine gelemediğini anlattı. Kısa konuşmasını teşekkür ederek bitirdi.
Sanatçılar duygusal insanlardır. Acıyı derinden hissetmeleri, sarsılmaları duygusal yapıları gereğidir. O da çok sarsılmıştı.
Bundan sonra bulmacalarda, yarışma programlarında, sınav sorularında; “Türkiye’de Tiyatro Emek Ödülü’nü ilk alan sanatçımız kimdir?” diye sorulacak ve yanıtı: Hafize Beysim GÜN olacaktır. Tarihi bir ana tanıklık ettik.
Ödül törenini izleyen genç sanatçılar, tiyatro yöneticilerin değerbilir oluşundan, kendilerine rol model seçtikleri Hafize Hanım’ın onore edilmesinden dolayı çok mutlu olmuşlardır. Bundan sonra daha bir motive olarak çalışacaklardır.
Orta sıraların ortalarında bir yerdeydim. İnsanları rahatsız etmemek için uzaktan resimler çektim. Resimler iyi olmadı. “Rahatsız olurlarsa olsunlar. Şurada kamu hizmeti yapıyorum. Biraz katlansınlar canım!” diye düşünerek kalktım en öne gittim. Hafize Hanım’ın birkaç resmini çektim. Oraya kadar gitmişken elini sıkıp tebriklerimi ilettim. Görevini tam yapmanın kıvancı ile yerime oturdum.
Ödül töreninin ardından Tarla Kuşu Julyet oyunu başladı. Romeo, düşman ailenin 14 yaşındaki kızı Julyet’i görür, ona âşık olur. Kavuşamadıkları için ölümü göze alırlar. Şekspir’in yazdığı bu ölümsüz öykü, ölümsüz bir aşkın öyküsüdür.
Verona’da başlayan aşkın yaşandığı yeri görmüştüm. Bursa Cumhuriyet Caddesinde olan eski tapu dairesinin girişine benzer bir giriş içinde küçük balkonlu evde yaşanır bu aşk. Kare şeklindeki avluda olan diğer evlerin tanıklığında geçmiştir öykü. Juliet’in evinin sağ kenarına metal bir heykeli vardı. Julyet’in açıkta olan, yeni sertleşmiş göğüslerini avuçlamanın uğur getireceğine inanan turistler elleye elleye iki göğsünü de parlatmışlardı. Biraz uğur kazanmak istesem de utandım avuçlayamadım.
Şekspir’in yüzyıllardır insanları gözyaşına boğan karakterleri Romeo ve Juliyt’i Ephraim Kishon yeniden kurgulamış ve ortaya “Tarla Kuşuydu Julyet” oyunu çıkmış. Sanatçılarımız bu komik oyunu sergilediler programın devamında. Komik bir günlük yaşantı ve çığırından çıkmış bir evlilik içinde ele alınıyor. İntiharın eşiğinden döndükten sonra evlenip bir de çocuk sahibi olan kıdemli âşıklar kimsenin öngöremediği bir hayat sürdürürler. Birbirine kavuşmak için ölümü göze alan aşıklar kavuşunca birbirini öldürmeye uğraşırlar. Bu oyunu gören Şekspir mezarında ters döner ve olaylara müdahale etmek üzere eve gelir…
Papazın evin on dört yaşındaki asi kızının memelerin turistler gibi avuçlaması ve sonrasındaki şaşkınlığı ve diğer yaşananlar seyirciyi kırdı geçirdi. Bir dramdan komedi yaratılmış ve tüm salonu kahkahalara boğan bir oyun çıkmıştı ortaya. Sanatçılarımız oyunu çok güzel oynadılar. Onları kutluyorum.
Oyunu izlerken Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleri geldi aklıma; “Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir,” Hayat damarlarımızın hâlâ yerli yerinde olduğunu görmek beni rahatlattı.
Bu töreni düşünen, uygulayan, değerbilirliği yaşatan herkese bir seyirci olarak teşekkürlerimi arz ederim. Hafize Hanım’ı tebrik eder, sağlıkla daha nice eserlere imza atmasını dilerim…
ahmet.kocak16@hotmail.com