Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; HAYALLER, GERÇEKLER

02.03.2025

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

1975-1977 yıllarında, siyah beyaz yayınlanan, tek kanallı TRT televizyondan izlediğim bir İngiliz dizisiydi Uzay 1999. İnsanoğlu, Jul Vern’in Aya Seyahat (1865) öyküsünü gerçekleştirmiş ve 1969 yılında Ay’a ayak basmıştı. Neil Amstrong:

“Benim için küçük, insanlık için büyük adım” diye anlatmıştı büyük ilerlemeyi. 1970’li yıllarda Uzay 1999 adında bir dizi yayınlanmıştı tek kanallı TRT’de. Dizide; Ay’a kurulan Ay Üssü Alfa da yaşayan; Dr Helena, Komutan Köning, Tony, Maya adlı oyuncuların yaşadıkları serüvenler anlatılırdı. Ay’ın karanlık yüzü Dünya’daki nükleer atıklar atılarak çöplük olarak kullanılır. Güneş sistemi dışından, daha önce tanımlanmamış Meta adında bir gezegen yaklaşırken Ay’da biriken nükleer atıklar patlar. Ay, Dünya’nın yörüngesinden çıkar ve uzay boşluğuna doğru savrulur. Üste yaşananlar, uzayda yaşananlar konu edilerek dizi devam eder. Her bölümünü ilgiyle izler hayallere dalardım.

HAYALLER;

Şimdi on yedi yaşındayım. 1999 yılında kırk yaşında olacağım. Daha var yirmi dört yıl. Bilim baş döndürücü hızla ilerliyor. Şimdiden Ay’a gidildi. İnsanoğlu ayak izini bıraktı Ay’ın yumuşak toprağına. Televizyon, motorlu taşıtlar icat edildi. Yirmi dört yılda çok gelişme olacak. Savaşlar sona erecek. Dünyada açlık bitecek. İnsanoğlu istediği yere istediği miktarda yağmur yağdırarak kuraklığı, kıtlığı bitirecek. Yiyecek bolluğu olacak. Ay’da ve diğer gezegenlerde de üretim yapılarak Dünya’ya getirilecek. Belki de oralara yerleşip yaşayabileceğiz. Uzay teknolojisi gelişecek, yaygınlaşacak. Ben kırk yaşıma gelmeden Ay’a ve diğer gezegenlere gidip gezebileceğim. Kim bilir Güneş Sistemi dışındaki gezegenlere bile gidebilirim. Belki o yıllara varmadan Dünya’ya bir gök cismi çarpar veya Dünya yörüngesinden çıkıp Güneş’in üzerine bile düşebilir…

“Hanım, geçen hafta kalbimden hücre almışlardı yeni bir kalp üretmek için. Yeni kalbim hazırmış. Şu bilim adamlarına ne kadar teşekkür etsek azdır. Organ üretip takmayı bulmasalardı şimdiye çoktan nalları dikmiştim. Onu taktırayım birlikte bizim oğlanın yaşadığı Alpha Centauri Bb gezgenine gidelim. Keşke Ay’a yerleşmeyip Plüton’a yerleşseydik. Neyse orada yaşayan bizim amcaoğluna uğrar biraz soluklandıktan sonra çocukların yanına gideriz. Torunlar da gözümde tütüyorlar vallahi. Öyle görüntülü konuşmakla olmuyor. Onları kucaklayıp kokularını duymalıyım. Uzay arabamın rot balans ayarlarını yaptırdım. Yağını ve filtresini değiştirdim. Organlar arabanın yedek parçası gibi; eskisini at yenisini tak. Ne güzel!…” 1975 yılında hayallerim böyleydi.

GERÇEKLER

Bırakalım yirmi dört yılı aradan geçti kırk altı yıl. Ay’a bir daha gidilemedi. Hatta;

“Ay’a hiç gidilmedi. Amerika’da bir çölden görüntü gönderdiler.” diyenler bile var. Mars’a bir insansız hava aracı indirdiler. Onun gönderdiği resimler var. Voyager 1 ve 2 uzay araçları diğer gezegenlerin ve Güneş’in yakınından geçip resimler gönderdi. Güneş sistemini terk etti. Uzay boşluğunda dolaşıyor. Uzaya( atmosferin dışına, Dünya’dan 100 km uzağa) insanlar gitmeye başladı yeni yeni. Bilgisayar, internet, cep telefonları icat edildi. Bu kadar yılda ne dev (!) gelişme değil mi?

İnsanlığın geldiği durum içler acısı! Dünya düz diyen insanlar var.  Nuh peygamber cep telefonu kullanıyordu diyen akademisyen çıktı. Kansere hâlâ çare bulunamadı. Covit-19 dünyayı teslim aldı. Hala yağmur duasına çıkıldığına mı yanarsın, iki milyar insanın açlıkla boğuştuğuna mı yanarsın, dünyayı savaş ve çatışmaların sardığına mı yanarsın, savaş gibi bir ilkel güdünün kutsandığına mı yanarsın… İstediğine yan insanoğlu.

Eskiden savaşlar olurmuş. İnsanlar birbirlerini kılıçla keser, okla, tüfekle, topla, delik deşik ederlermiş. Savaş meydanlarında gencecik erkekler kanlar, acılar içinde kıvranarak ölürlermiş. Tarihin küflü sayfalarında kaldığını sandığım, kalmasını istediğim bu manzaralar daha modern, öldürücü silahlarla yapılmaya devam ediliyor.

Yaşadığımız çağda insan haklarını çiğneyenler, çiğneyene çıkarı için göz yuman medeni(?) devletler, hâlâ krallıkla yönetilenler, diktatörlükle yönetilmeye hevesli insanlar var. Musolini ve Hitlerler günümüzde daha da çoğalmış vaziyette.

Gıdaya, eğitime, sağlığa, adalete, güvenli yaşama erişemeyen milyarlarca insan var dünyada hâlâ. Gelirler bir avuç insanın avucunun içinde, kalan milyarlar per perişan avucunu yalamakla meşgul. Bu basit sorunlara bile bir çare bulamamış insanoğlu.

Taliban Afganistan’ı ele geçirdi. Kendi uydurduğu insanlık dışı yasalarını uyguluyor insanlar üzerinde. Kadınlar burkaya sokuluyor; kadınlar taşlanıyor, kırbaçlanıyor. Soraya’yı Taşlamak filmini izledik. Farkhunda’ya yapılan işkencenin ardından yakılışına tanık olduk. Daha neler neler… Ne büyük bir ilerleme(!)

IŞİD çıktı ve insanlara insanlık dışı cezalar verdi. Damlardan attı, diri diri yaktı. Sırf kendi dininden, mezheplerinden değil diye esir aldığı bin beş yüz genç insanı kurşuna dizdi gözlerimizin önünde. Esir aldığı, savaş ganimeti saydığı küçük kızları ve kadınları ayaklarından zincirleyip köle pazarında sattı bu çağda. Medeni olduğunu söyleyen ülkeler ve Birleşmiş Milletlerin gözleri önünde yaptı tüm bunları. Nerede İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, kâğıt üzerinde mi? Savaşlar yüzünden insanlar oradan oraya savruldu, savruluyor perişan halde. Gelişmiş denilen devletler seyirci; evlerinin etrafını yüksek duvarlarla çevirerek bencilce yaşamaya devam ediyorlar. Ormanlar cayır cayır yanıyor, seller tüm dünyayı perişan ediyor, elden bir şey gelmiyor.

Hayaller neydi, geçekler ne oldu? İnsanoğlu bir arpa boyu yol alamadığı gibi yüzlerce yıl gerilere gitti maalesef. Şimdi tüm insanlık olarak şapkamızı önümüze koyup düşünme zamanı değil mi? Yoksa bir kırk beş yıl daha böyle mi devam edecek?

ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>