Ahmet Koçak yazdı; HIZLI YAŞADIM-2
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Bir defasında da öğretmenler odasına girmiş, eli kapı kolunda; lafını bitirip yeni döşettiği, şahane, henüz oturmaya doyamadığı odasına gitmeye hazırlanan, son tümcelerini söylemekte olan okul müdürünü duvara yapıştırdım. Adam yerde acılar içinde kıvranırken;
” Ne söyleyeceksem öğretmenleri odama çağıracağım bundan sonra. Ulan bir daha da öğretmenler odasına gelirsem ne olayım! Koca okul müdürüyüm şu düştüğüm duruma bak! Ne karizma kaldı ne de bir şey! Ben böyle acılar içinde yerlerde sürünecek adam mıydım? Bu yeni öğretmen de ne acayip adammış. Sicilini doldururken sen görürsün! Bu olay bir kaza idi bir şey yapamam ama başka bir açığını görürsem seni süründürmezsem bana da müdür demesinler.” diye düşünüyordu. Ayağa zorluklarla kalkıp bir sandalyeye yığıldı. O sırada diğer arkadaşlar benim durumumla ilgili bilgi veriyor, kendilerini bu konuda bilgilendirdiğimi söylüyorlardı.
“İyi de size tembih etmiş. Keşke bize de söyleseydi, bu duruma düşmezdim.” diyor ve ben özürlerimin kabulünü arz ediyorum bizim müdüre. Bir öğretmen:
“Bize tembih etti de ne oldu ki, geçen gün Aylin Hanım da aynı akıbete uğradı. Müdür Bey Allah’ın sevgili kuluymuşsunuz. Verilmiş sadakanız varmış! Yine siz iyisiniz. O daha da perişandı.” derken; mendil verenler, çay dolduranlar, lacivert takımındaki tozları çırpanlar, ortaya çıkan yağcılık yapma fırsatını değerlendirenler…
İçeri zili çalar çalmaz ilk ben sınıfa doğru hızlı adımlarla giderdim. Yolda giderken de,’ kapıyı yavaşça açayım da bir çocuğu duvara yapıştırmayayım’ diye düşünerek yürüdüm. Sınıfım baya uzakta. Giderken yolda yine unutup kapıyı ‘çaaat!’ diye hızla açtım. Kapının arkasında olan çöp kutusunda mutlu mesut kalemini açan bir çocuğu duvara yapıştırdım. Çocuk ciyak ciyak ağlamaya başladı. Hemen kaldırıp,” Tamam evladım geçer. Ben size kapı arkasında durmayın demedim mi? Bundan sonra dikkat edersiniz.” Çöp kutusunu kapı arkasından uzaklaştırıp derse başladım. Herkesin sınıfında öğretmen derse girene kadar hemen tüm öğrenciler ortalıkta dolanırken, benim öğrencilerim -bu huyumdan dolayı olsa gerek- hepsi yerinde oturup beni beklerlerdi.
Meslekte yirmi altıncı yılımı çalışıyordum. Bir gece baş dönmesi ile yarı uykumdan uyandım. Yatakta oturdum. Deprem mi oluyor acaba diye avizeye bakıyorum, hiç hareket yok. Yoksa akşam yediğim yemekten mi zehirlendim diye düşündüm. Sabah okul var. Böyle baş dönmesiyle ders de yapamam.
Sabah baş dönmesi azalsa da doktora görünmek için sevk kâğıdı alıp Yüksek İhtisas Hastanesi’ne gittim. Beni dinleyen acil doktoru çek-ap yapmaya karar verdi. Bir sürü film, ultrason, tahlil falan verdi. “ Git hepsini yaptır bana getir” dedi. Kan verdim. Akciğer filmimi çektirdim. Filme bakan doktor,” akciğerleriniz çok temiz. Sigara içmediğiniz için sizi kutlarım!” dedi. Ben de orta birden bu yana hiç bırakmadan otuz beş yıldır sigara içtiğimi söylemedim.
Ertesi gün ultrason için saat dokuza randevu verdiler. Baş dönmesi ile derse girmeye devam ettim. Saat dokuzda takım elbisem ve boğazımda kravatla ultrason bölümünde sıranın bana gelmesini bekledim. Ultrasona bakan dört oda var. Ben üçüncü odaya gireceğim. Bir ara hemşire oradaki iki hastaya “ idrarınızı tutun, çağırınca içeri gelirsiniz.” dedi. Hemen durumdan vazife çıkarıp idrarımı tutmaya başladım. Okumuş insan olarak leb demeden leblebiyi anlar. O kadar yıl boşuna mı okuduk? Sıramızı beklerken iki hasta idrarını altına kaçırdı. Çok sıkıştım. Duramıyorum. ‘Ya ben de altıma kaçırırsam!’ diye çok tedirginim. Dışarı çıkan hemşireye “ Ben çok sıkıştım. İçeri alır mısınız?” dedim. Sağ olsun hemşire içerideki hasta çıkınca beni çağırdı. O kadar hızlı kalkan, hızlı yürüyen tez canlı ben, yerimden yavaşça kalktım. Yavaş adımlarla kapıya geldim. Kapı kolunu bile nazikçe bastırarak sessizce açtım. Benim bu halimi gören geride bıraktığım mağdurlarım:
”Demek ki bizi kasten mağdur etmişsin. İstersen yavaş yürüyüp, yavaş kapı açabiliyormuşsun.” diye bana çıkışırlardı ama hiç biri burada değildi şükür ki. Hem böyle sıkışıkken altıma kaçırma tehlikesi var. Nasıl hızlı yürüyebilirim ki?
İçeri yavaşça girdim. Doktor:
” Beyefendi kravatınızı çıkarıp muayene yatağına uzanın.” dedi. Dediğini yapıp yavaşça yatağa uzandım. Doktor boğazıma ve boynuma bir kayganlaştırıcı sıvı sürerken durduk yerde kahkahalarla gülmeye başladım. Doktor:
”Çok mu gıdıklanırsınız?”
” Hayır, doktor bey çok gıdıklanmam da; dışarıda beklerken idrarımı tuttum. Su anda altıma kaçırmak üzereyim. Siz boynunuzu açın deyince kendimi tutamadım.” Doktorla hemşire de benim işgüzarlığıma gülmeye başladılar. 23.01. 2019
ahmet.kocak16@hotmail.com