Ahmet Koçak yazdı; İFTAR YEMEĞİ
Köşe yazarımız Ahmet Koçak katıldığı iftar yemeğinin perde arkasını okuyucularıyla paylaştı. Koçak makalesinde;
Geçen hafta Demokrat Parti’nin iftar yemeğine davet edildim. Geçtiğimiz Ramazan birkaç partinin iftar davetine katılmış, sefil olmuş, yaşadığım olumsuzlukları yazmıştım. Dostum Zeki Baştürk iftar yemeğine katılacağını, benim de katılmamı isteyince sefil olmayı göze alıp gittim. Patronumuz Duayen Gazeteci Erdal Orhan basın için ayrılan bölüme bizi oturttu.
Deneyimli muhabir Osman Bey den sonra Mahmut ve Ahmet adında iki gazeteci genç katıldı aramıza. Orhan Bey’e hangi gazetede çalıştığını, köşe yazarlığı yapıp yapmadığını sordum:
“Uzun yıllardır haber muhabirliği yapıyorum. Köşe yazarlığı yapmıyorum. Ben haberi yaparım, yorum yazmam.”
“Ben de köşe yazarlığı ve arada bir haber yazısı yazarım. Kendi yorumlarımı da eklerim hatta haber yazım hep yorumlarımdan oluşur.” dedim.
Genç gazetecilere, ev geçimi sağlayacak kadar para kazanıp kazanmadıklarını sordum; asgari ücret ve ya biraz altında kazanabildiklerini, kazandıklarının ev geçindirmeye yetmeyeceğini, iş bulabildikleri için kendilerini şanslı saydıklarını söylediler.
Köşe yazarı bir bey karşımıza oturdu. ( kendisinin avukat olduğunu ve isminin Cüneyt Bülent Şeker olduğunu vede aynı kurumda Bursa Vatan Medya Gurubu’nun bayrak haber isimli gazetede yazdığını sonradan öğrenecektim…) Söyleşmeye başladık. Köşe yazarı; Dünya’da, Dünyayı kendi çıkarlarına göre tasarlamaya çalışan birkaç aile olduğunu,
Pandemi döneminde aşılarla insanları kısırlaştırmaya çalıştıklarını,
Nüfus planlaması propagandalarıyla nüfusu azaltmak istediklerini,
Dünya’yı yönetmeye çalıştıklarını, bu konuda uyanık olmamız gerektiğini söyleyince kendisine katılmadığımı; aşılar olmasaydı şimdiye dek pek çok insanın yaşamını yitireceğini, nüfus artışının zararlı olduğunu, bakabilecek kadar çocuk yapılması gerektiğini söyledim.
Zihnime kodlanmış bilgilerle konuştuğumu, gerçeğin kendisinin söyledikleri gibi olduğunu söyledi. Ben dinleyeyim bakalım daha neler söyleyecek diye sabırla dinlerken Zeki Bey dayanamayıp söze girdi; az çocuklu ailede sevgi, ilgi ve iyi eğitimle yetişen çocuklarla çok çocuklu ailelerde iyi beslenemeyen, yeterli ilgi ve sevgiyi göremeden yetiştirilen çocuklardan örnekler vererek görüşlerine o da katılmadığını söyledi. Köşe yazarı, görüşlerinin benimsenmediğini anlamış olmalı ki masadan ayrıldı.
Ezan okunmaya on beş dakika kala genel başkan Gültekin Uysal salona girdi. Onun girişiyle sakin salon hareketlendi. Masaları dolaşarak partilileri ve basın mensuplarıyla tokalaşıp hal hatır sordu.
Ezan okunmasına beş dakika kala çorbalar dağıtıldı. Zaten ılık olan çorbalar ezan okunana kadar soğudu. Ramazan sohbetlerinin birinde bir imam:
“İftarda çorbalar kaynar olmalı. Çorbayı hüüp hüpp içince, mideye inen sıcak çorba mideyi iyice genişletmeli. Etli ana yemek, pilav ve tatlılara yer açmalı.” demişti. O sözler geldi aklıma da halimize bakıp acı acı gülümsedim. Soğuk çorbayı gören zavallı midem büzüldükçe büzüldü. Yine de ana yemek için küçücük yer açmayı başardı.
Ana yemek servisini beklerken salondaki partilileri inceledim. Kadınlar da erkeklerde şık giyimli, iyi beslendikleri yüzlerinin parlaklığından anlaşılıyordu. Kadınların çoğunun başı açık, az da olsa kapalı kadınlar da vardı. Elit bir tabaka oldukları belli oluyordu. Yaş ortalaması ellinin üzerindeydi ve arada bir uzun saçlarını tokayla tutturmuş erkeklere de rastlanıyordu.
Ana yemek gelene kadar ekmek, salata atıştırmaya devam ettim. Ve ana yemek geldi. Et sote, yanında pirinç pilavı, küçük bir dilim domates ve küçük bir yeşilbiberin uç tarafını koymuşlardı. Küp küp doğranmış etleri saydım, on iki adetti. Pirinçleri saymaya balayınca Zeki Bey fark edip;
“Ne o ne yediğimiz lokmaları mı sayıyorsun? “
“Evet. Dur sizin etleri de sayayım.” dedim. Onun tabağında on parça et vardı. Allah kalbimi biliyor ya; ben sayarken “en az üç dört adedini aşırmış” olmalı diye düşündüm.
İl başkanı Çağrı Kaplan konuştu. Ardından Büyükşehir Belediye Başkan adayı ve ilçe belediye başkanlarını tanıttı. Genel başkan konuşurken sigara içmek için dışarı çıktım. Döndüğümde yerime biri oturmuştu. Herkes dışarı çıkarken sandalyesine kabanını bırakıp çıkıyordu. Dün indirimlerden baya pahalı yeni bir kaban almıştım. Kıyıp bırakamadım, yerimi kaptırdım.
Karşıda oturan, dikkatimi çeken, altmışlı yaşlarda bir beyefendinin yanına oturdum.
“Beyefendi ne kadar bakımlı, şık bir görünüşünüz var. Salonda olan insanlar genelde sizin gibi. Siz de mi bu partidensiniz?”
“Evet. AP, DYP döneminde ve bu dönemde ilçe başkanlığı yaptım. Salona “başkanım” diye bağırsanız tamamı size dönerek; “Efendim buyurun” der. Hemen hepsi bir dönem başkanlık yapmıştır bu uzun yıllar içinde.” (Genel başkan konuşmaya başladı. Hükümete verip veriştiriyor…)
“Zaten duruşunuzdan, tavırlarınızdan büyük bir adam olduğunuzu anlamıştım. O nedenle yanınıza oturdum sizinle tanışmak için.”
“Teşekkür ederim.”
“Adınızı bağışlar mısınız?”
“Ali Kamil Goral”
“Ali Kamil Bey, partiniz geçen seçimde CHP ile ittifak yaptı. Partiniz, siyasi yelpazenin neresinde yer alıyor?”
“Bu soruyu Celal Bayar’a da sormuşlar “bizim partimiz CHP’nin biraz solunda yer alır” demiş.
“Anladım. Basın bölümüne oturmuşsunuz. Gazeteci misiniz?
“Hayır değilim. Erdal’ı uzun yıllardır tanırım. O oturttu sağ olsun. İnşaat mühendisiyim. Özel çalışıyorum.”
“Bilmiştim iyi okumuş bir adam olduğunuzu. Yap- satçı mısınız?”
“Sayılırım. Yapıp satamıyorum.”
“Daireler elinizde mi kalıyor?”
“Hayır, kalmıyor da maliyetine ancak satabiliyorum.”
“Amme hizmeti de güzeldir. Yaşınız?”
“1961 doğumluyum.”
“Hiç göstermiyorsunuz. Tabi insan bir eli yağda bir eli balda yaşayınca yaşlanmıyor. Ben de köşe yazarlığı yapıyorum Erdal’ın gazetelerinde ve başka gazetelerde. İftar yemeği vesilesiyle tanışmış olduk. Bu konuşmamızı da yazmak isterim. Bundan sonra yazılarımı okursunuz umarım.” (Genel başkan konuşmaya devam ediyor. Aklımdan geçenler: “Ne kadar genç ve yakışıklı bir adammış. Yakışıklılık filmlerde işe yarar; iktidara gelemediklerine göre siyasette pek işe yaramıyor demek ki”)
“Benden iki yaş küçükmüşsünüz.”
“Sizin mesleğiniz ne idi?” (Gazeteci olamayacağımı düşünmüş olmalı ki, başka bir mesleğim olup olmadığımı anlamaya çalışıyor.)
“Emekli ilkokul öğretmeniyim. Boş zamanlarımı değerlendirmek için amatörce yazılar yazıyorum.”
“ Çok güzel! Ben de sizin sorularınızdan, cana yakın biri olmanızdan ilkokul öğretmeni olduğunuzu tahmin etmiştim. İlkokul öğretmenleri belli eder kendini.”
“Saf saf sorular sormalarından mı?”
“Öyle demeyelim de “iyi niyetli, temiz” diyelim.”
“Teşekkür ederim. Sizinle tanıştığıma memnun oldum mühendis bey.”
“Ben de. Telefonunuza alabilir miyim?”
“Elbette.” Ali Kamil Bey’le vedalaşıp yanından ayrıldım.
Zeki Bey’le yola çıktık. Arabamız yok ve taksi tutup eve gitmeye paramız da yoktu. Allah’tan belediyenin verdiği bedava kartlarımız vardı. Zeki Beyle yaşamın gerçekleriyle yüzleşmek, emekli ve dar gelirli oluşumuzu iliklerimize kadar hissetmek için belediye otobüsüne doğru yürüyüp, yarım saat otobüslerimizin gelmesini bekledikten sonra evlerimize dönebildik.
ahmet.kocak16@hotmail.com