Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; KUYU

24.09.2023

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Eskiden her köyün içinde bir veya birkaç çeşme olur, evin su gereksinimini kadınlar su ağacı veya gavçeye taktıkları güğüm, helke denilen bakır araçlarla taşıyarak karşılarlardı. Çeşmeden taşınan su ile banyo yapılır, bulaşıklar yıkanır, yeme, içme bu taşıma su ile karşılanır, bin bir emekle taşınan su israf edilmezdi. Çok yorucu bu iş kadınların, kızların hem bezdikleri hem sosyalleştikleri bir eylemdi. Çeşme başlarında köyde olan bitenden haber alındığı gibi, su kovalarını taşıyan kızların at gibi yokuş yukarı yürümeleri onların sağlıklı olduklarını gösterir, “at gibi kız” denilerek beğenilmelerini de sağlardı. Çeşmeden su getiren kadınların, kızların sık sık; “Vayh bilim bilim! Bilim gırıldı!” der, boşuna takdir beklerlerdi.

Evde sık sık sızlanmalardan bıkan Sefer Ağa evine bir kuyu açtırmaya karar verdi. Pazarda kısa bir araştırmadan sonra iki kuyu ustası buldu. Onlar suyun nerede olduğunu bulması için Hüseyin adında birini getirdiler. Hüseyin, elinde çatal çubukla evin etrafını dolaştı. Suyun yerini buldu bir taşla işaretledi. Ücretini alıp ayrıldı.

Hüseyin’in işaretlediği yer eve biraz uzak, evin bahçesindeydi. Ustalar kazma kürekle eşmeye başladılar. Bir buçuk metre çapında eşilen çukurda ilk iki gün iki usta çalışıp çıkan toprakları kürekle attılar. İki gün sonra bir çıkrık monte edildi kuyunun başına. Ustalar çıkrık kovasına basarak kuyuya inmeye başladılar.  Birer saat dönüşümlü giriyor, urganla sağlam bağlanmış kovaya eşilen toprak doldurulup çıkrıkla yukarı taşınıyordu.

Ustalar misafir odasında kalıyor bir de onların yemek, içmek ve banyo ihtiyaçları için evin kadınları çeşmeye daha fazla sefer yapmak zorunda kalıyorlardı.

Sanki su bulunmuş gibi, at arabası ile yakındaki tepelerden kuyunun etrafını örmek için taş taşınmaya başlamıştı hane erkekleri bir yandan da. Kuyu on metre derinliğe inmiş, içeride çalışan kişi görülemez olmuştu. On metreden sonra aralardan sızan su damlaları toprağı ıslatmaya başlamış, kuyuya kuru giren ustalar çamura belenmiş vaziyette çıkar olmuşlardı.

On üç metre derinliğe inildiği halde yeterli su damarına rastlanmamıştı. Herkes verilen emeklerin boşa gideceği endişesine kapılmış, Hüseyin’e kızılmaya başlanmıştı. Sabırla eşilip su bulunması için dualar edilmeye başlandı. Kuyudan artık daha cıvık çamur çıkmaya başlamıştı ve bu durum ümitleri yeşertmişti. On dört metreye inildiğinde kuyudaki adamın boğuk bir sesle “su geldi!” demesi yukarıda sevinç naraları atılmasına neden olmuştu. “Su geldi!” sözü kulaktan kulağa yayılınca kuyunun başı kalabalık olmaya başladı. Usta sık sık kenara basmamalarını tembihliyor; hiçbir şey görülmeyen kuyuya bakmak için herkes adeta can atıyordu. Komşunun üç yaşındaki küçük kızı Zeynep’te da çok istiyordu kuyuya bakmayı. “Ben de bakacağım” dedi birkaç kez. Onu duyan olmadı.

O gün de çamur eşilerek iki metre daha derine inildi. İçeride çalışan usta yarım metre derinlikte su içinde çalışmıştı. Ertesi gün kuyunun etrafı göçmemesi için taşla örülecekti. Sabaha kadar kenarlardan sızan sular bir metre derinliğe ulaştığı için önce biriken sular kova ile yukarı taşındı. Kuyudaki usta, başına doğru düşen soğuk sularla üşüyerek çalışmak zorundaydı. Bir yandan da kuyunun göçme tehlikesi içini ürpertiyordu. Su azalınca iri taşlar kovaya dikkatlice konup aşağıya salınmaya başlandı. İpin kopması, taşın düşmesi aşağıdaki ustanın yaralanmasına hatta ölmesine neden olabilirdi. Kuyuya kimse yaklaştırılmadı. İki usta çalışmaya devam ettiler. Komşu kızı Zeynep’te olan biteni; bitmek tükenmek bilmez soruları eşliğinde uzaktan izliyordu.

Bir kaza bela olmadan üç günde taş duvarı yukarı kadar ördüler. Ustaların işleri bitmişti. Kuyunun üzerini kapatmak için kol kalınlığında ağaçlara gazyağı tenekeleri çakılarak yapılan kapak ile kuyunun ağzı kapatıldıktan sonra birkaç ağır taş da üzerine konuldu. Ustalar: “Sakın açık bırakmayın hayvanlar, çocuklar içine düşer maazallah!” diye de tembih edip köyden ayrıldılar.

Şimdi sırada tulumba alınıp takılması vardı. Tulumba yerine takılarak kuyunun etrafı betonla kapatılacaktı. Haftaya pazara gidilince bir tulumba alınacaktı. O zamana kadar çıkrıkla çekilecekti kuyu suyu. Ailede hatta yakın komşularda sevince neden olmuştu kuyu. O akşam herkes yorgun, mutlu yattı.

Ertesi sabah evin hanımı kuyunun kapağını açıp ilk kovayı kuyuya daldırdı. İki kova suyla güğümleri doldurdu. Etrafa baktı kimse yoktu. Hemen suları evdeki kaplara boşaltıp birkaç sefer yapmayı düşündüğünden kapağı kapatmadı.  Acele eve doğru gitti. Kovaları kaplara boşaltırken ocağa koyduğu bir kazan süt taşma durumuna gelmişti. Kazanı ocaktan acele alırken ayakaltında dolaşan küçük oğluna çarpan kazan yere ve çocuğun bacaklarına döküldü. Çocuğun feryatları ile tüm hane halkı başlarına birikti. Soğuk su dökerek çocuğun acılarını hafifletmeye, bir yandan da yoğurt sürmeye başladılar. Yarım saat sonra çocuk sustu. Kadının aklına kuyuyu kapatmadığı gelince koşarak kuyuya gidip kapağı kapattı.

Bir iki saat sonra komşuları Zeynep’i aramaya başlamışlardı. Tüm köy arandı Zeynep’ten bir iz bulunamadı. Çocuk bulunamayınca kuyuya düşmüş olabileceği düşünülerek kuyu açıldı. Bir delikanlı çıkrıkla kuyuya salındı. Karanlıktan bir şey göremeyen genç el yordamı ile suyu araştırırken Zeynep’in cansız bedeni ile karşılaştı.

Su bulununca dün sevinç naraları atılan kuyu başında bugün küçük Zeynep’in cansız bedeni başında ağıtlar yakılmaya başlandı…

ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>