Ahmet Koçak Yazdı; MAHKEME KARARI HERKESİ BAĞLAR (2)
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde; “Birkaç ay sonra kazandığıma dair yazı geldi. Eskişehir Astsubay Okulu’na başladım. Bir yılın sonunda sınıfımı geçerek branş okullarına ayrıldık. Derslerim iyi olduğu için beni muhabere okuluna seçtiler. Bir buçuk yıl İzmir Gaziemir Muhabere Okulu’nda okudum. Mezuniyetimizden üç ay sonra kura çekimi için İzmir’e çağrıldık. Kurada Diyarbakır çıktı. Gençken şark hizmeti yapıp kurtulacağım için mutlu olmuştum.
Yaşım on yediydi ve okul yaşımı büyütmemi istiyordu. Sonra bir takım düzenlemeler yapıldığından yaşımı büyütmeme gerek kalmamıştı. Her ne kadar atansam da bu mesleğe ısınamamıştım. Bırakmam gerektiğini düşünüyordum. On yıl zorunlu hizmetim vardı ve on yıl sonra bırakacaktım…
Atamamız yapılınca yollukla birlikte üç ay biriken aylığımı ödediler. Çok paraydı. İlk kez bu kadar çok parayı bir arada görmüştüm. Parayı cebime koydum ve Bursa’ya gelene kadar elim cebimde geldim.
Parayı babama verdiğimde çok şaşırdı. Önce bu kadar parayı nereden aldığımı sordu. Maaşımı ve yolluğumu ödediklerini söylediğimde “size bu kadar çok mu aylık veriyorlar?” derken gözyaşlarını tutamadı.
Diyarbakır’da çalışırken dışarıdan liseyi bitirmiştim. Girdiğim sınavda Ankara İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi Bankacılık Bölümü’nü kazandım. Babamın vefat haberini de orada almıştım. Diyarbakır’da dört yıl görev yapmamın ardından tayinim Ankara’ya çıktı. Mürted Hava Meydan Komutanlığı’nda çalışırken bir yanda da üniversiteye devam ettim. Bir arkadaşımla askeri havaalanı kulesinde altlı üstlü görev salonlarında görev yapıyorduk. O üst katta kule operatörü, ben alt katta telsiz operatörü olarak çalışıyorduk. Altı yıl da orada çalıştıktan sonra on yılım doldu ve istifa dilekçemi hazırladım. Tarih yerini boş bıraktım. Akademi ikici sınıftaydım.
İstifa edeceğimi anlayan arkadaşım ne iş yapacağımı sordu. Babamla birlikte Tayyareci Mehmet Ali Caddesi’nde kendi dükkânımızda çalışmayı düşündüğümü söyledim. Dayım da iki dükkân ilerisinde inşaat malzemeleri satardı. Ben de boya satacaktım.
Arkadaşımı eşi Merkez Bankası’nda çalışıyordu. Merkez Bankası’nın açtığı sınava katılmamı söyledi. Memurluk bana göre değildi. Kabul etmedim. O, bütün evrakları doldurup imzalamam için önüme koydu. O kadar zahmet çekerek hazırlamıştı. Emeğine saygıdan dolayı evrakları imzaladım.
Yazılı sınavı kazandıktan sonra mülakata aldılar. Mülakat sınavından çıkanlar yarım saat kırk beş dakika sonra alı al, moru mor berbat vaziyette çıkıyorlardı. İçeride terletiyorlardı yani. Ben içeri girdim “otur!” dediler uzun masada oturan kerli ferli adamlar. “sen” dediler, “ordudan ayrılıp bize müracaat etmişsin. Hayrola!”
“Babamı kaybettim. Ailemi toparlamam lazım. Askerlikte nüfusa kayıtlı olduğu yere tayin etmiyorlar insanı” dedim. Biri:” Ne yani sınavı kazanırsan Bursa’dan başka yere tayin edersek gitmeyecek misin?” diye sordu. “Gitmeyeceğim” diye yanıtladım. “Bak seen!” diye alay etti. Sorularına doğru yanıtlar verdim. “Tamam çıkabilirsin. Biz sonucu sana bildireceğiz.” diyerek beni dışarı çıkardılar. Yine en erken ben çıkmıştım.
Bir kaç ay sonra Bursa Merkez Bankası’na atandığıma dair yazı geldi. Yirmi yıl bu bankada çalıştım. Eski banka şubesi yıkılmadan önce- daha emekli olmamıştım- Osmangazi Belediyesi yakınındaki alanda ilk gözlemleri ben yapmış, Ankara’ya bildirmiştim. Ankara’dan gelen heyet benim tespit ettiğim alanda bankanın yapılmasına karar verdi ve şube oraya yapıldı.
Kırk yaşından sonra evlendim. Bir oğlum vardır. Onu geçen yıl evlendirdim ve kendisi İstanbul’da yaşar.
Emekli olduktan sonra Mudanya’da oturdum bir süre. Annem Alzaymır olmuştu ve uzun yıllar sürecek tedavi ve bakımını üstlendim. Annemle ilgili sorunlardan bunaldığım bir dönemde komşum beni bir gruba götürdü ve kaydımı yaptırdı. Bu grup bir Türk Sanat Müziği korosuydu. Komşum sayesinde başka bir gruba daha katıldım. Sonra Hilmi Bozdemir Hoca ile tanıştırdı beni. Hilmi Bozdemir Korosu’nda başarısız bir solo deneyiminden sonra Hilmi Hoca: “Sen, bizim konserlerde sunuculuğumuzu yap” dedi. Sunuculuk serüvenim böyle başladı.
Gültekin Samanoğlu şiiri olan “Önce Ellerin” şiirini 18 yaşında okudum ve serüven başladı…
Önce ellerin girdi dünyama/ Gel diyen, okşa diyen ellerin;/ Sersefil esir eden insanı/ Öl diyen, yaşa diyen ellerin. Ellerinde gördüm kaderimi;/ İçimin burukluğu ondandır./ Avuçladı perişan kalbimi,/ Kanımın sıcaklığı ondandır. Önce ellerin girdi diyorum/ Önce ellerin anlıyor, biraz,/ En cömert okşayışlar nasıldır/ Ve nasıl sever, şair sevince?/O güzel ellerine sor biraz!..
Şiir dünyasına zaten bir yürüyüşüm olduğundan Mudanya Esman Müze Kafe’de iki yıl canlı müzik eşliğinde şiir dinletileri yaptım. Baba evine taşınınca ‘Bir Kuple Şiir, Bir Kuple Nağme’ grubu ile kesişti yolum. Selahattin Seymen’le tanıştıktan sonra bir gün sokakta yaptığımız bir şiir etkinliğinde Sebahattin ABİ ile tanıştım. Şiir kitabı da olan Sebahattin ABİ televizyonlarda şiir programları yapmış, şiir radyoları kurmuş, bu konuda deneyimleri olan bir kişidir. Ses tonumu ve şiir okumaya yatkınlığımı görünce benimle yakından ilgilendi ve bu günlere gelmemi sağladı sağ olsun. Hilmi Bozdemir beyefendinin şefliğini yaptığı Uludağ Sanat Derneği Müzeyyen Senar Türk Sanat Müziği topluluğuyla birlikte çalışmaya devam etmekteyim.
Sanat Tv’de “Hayati Yıldırım’la Sanatın Yedi Rengi” adında programlar yaptım. Pek çok sanatçıyı konuk ettim. Daha çok anlatacaklarım var Ahmet Bey izninizle birazdan Uludağ Sanat Derneği etkinliğine katılacağım. Sizinle sohbet etmek çok güzeldi. Başka bir mahkeme kararına uymak için tekrar buluşmak dileğiyle hoşça kalın ”diyerek sözlerine son verdi.
Saat altı olmuştu. Tophane’deki etkinliğine uğurladım Hayati Beyi. “Tatlı” oluşu şiir ve sanatseverliğinden, “sert ” oluşu da asker oluşundan ileri geliyordu. Değerli bir insanın ömür özetini dinlemiş olmanın hazzıyla evin yolunu tuttum.
Gönül ne kahve ister ne kahvehane
Gönül sohbet ister, kahve bahane…
ahmet.kocak16@hotmail.com