Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; MAHKEMEDE

24.09.2024

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Olay 1

Belediyede daire başkanı olan bir dostum yanıma geldi. Sivas’ın mahrum bir köyündendir ve ilk üniversite bitirenidir. Ailesinin gururudur ama köylülerinin gururu değildir anlaşılan…

“Hoş geldiniz Sami Bey. Tatili köyde geçireceğim demiştiniz nasıl geçti?” dedim. Yüzündeki ufak yaraları göstererek:

“Hiç sormayın. Köyde sıkıldım küçük kardeşimle tarlalara doğru gezmeye çıktık. Benden sonra üniversite okuyan bizim köylü Uğur da bize katıldı. Kardeşimin pancar ektiği bizim tarlaya doğru gittik. Tarla komşumuz pancar suluyordu. Selam verdik. Küreğin sapına çenesini yerleştirip:

“Ooo! Cıvık Osman’ın uşağı, okudun, büyük adam oldun da tarlaları denetlemeye mi geldin?” diye beni aşağılamaya çalıştı. Güldüm geçtim. Benim okuyup adam olmamı tüm köylü gibi ilkokul arkadaşım olan Veysel de kıskanırdı.  Kardeşim ektiği pancarın iki üç sırasının sürülüp havuç büyüklüğünde pancarların yüzeye çıktığını görünce sinirlendi;

“Sen mi sürdün?” diye Veysel’e sordu. O da:

“Sürdüğüm yer benim tarlamdır. Ekmeseydin.” deyince tartışmaya başladılar. Tartışma kavgaya döndü. Adam kürekle kardeşime vurunca ben de kavgaya karıştım tabii. Uğur araya girdi. Aralamaya çalıştı derken onun kardeşi de gelince kavga iyice büyüdü. Köyden gelenleler oldu da ölüm olmadan kavgayı yatıştırıldılar.

Şikâyetçi olduk. Bizi duruşma salonuna aldılar. Karşı taraf anlattı, biz anlattık. Yargıç,  ne iş yaptığımı sordu. Belediyede daire başkanı olduğumu söyleyince;

“Okumuş yazmış adamsın utanmıyor musun kavga etmeye!” deyince utandım tabi. Sıra geldi tek tanığımız Uğur’a. Uğur söze başladı. Anlatırken heyecanlandı elini arkasına götürüp bağladı. Bunu gören yargıç bağırdı:

“Burası Ding onun ahırı mı? İndir ellerini arkandan saygısız!” Uğur korktu, neye uğradığını şaşırdı, sus pus oldu çocuk. Yargıç:

“Devam et.” deyince Uğur:

“Ben hiçbir şey görmedim” demesin mi? Böylece kavgayı ilk Veysel’in başlattığını ispatlayacak tanığımız da elimizden gitti. Tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldık. İznimi yarıda kesip, geldim. Boş boş gezerken size bir uğrayayım dedim.”

“Geçmiş olsun. Üzüldüm. En fazla da yargıcın azarlayıp susturduğu Uğur olayına üzüldüm. Keşke her şeyi anlattıktan sonra mahkemede bu şekilde durulmayacağını usulünce anlatsaydı” dedim.

Olay-2

Esnaflar işyerinin önüne araba park edilmesinden pek hoşlanmaz. Öğretmen arkadaşım Haluk da bir hırdavatçı dükkânının önüne arabasını park etmiş. Adam: “Hop hop hemşerim arabanı hemen çek.” demiş.  Ederdin etmezdin derken başlamışlar kavga etmeye. Adam dükkânından bir kazma sapı almış Haluk’un kafasına vurup, yarmış. Etraftan gelenler adamı tutmuşlar. Hastaneye gidip dikiş attırdıktan sonra on beş gün iş göremez raporu almış. Karakola gelmiş şikâyetçi olmak için. Hırdavatçı ondan önce davranmış tabi.

Mahkemeye çağırılmışlar. Haluk davacı esnaf davalı olarak mahkeme başlamış. Yargıç hırdavatçıyı dinlemiş. Olayı kendini haklı çıkarırcasına anlatmış. Son sözü:

“Beratımı istiyorum efendim.” olmuş. O son cümlesini söyledikten sonra arkadaşa dönmüş yargıç: “Müştekiye soruldu…” deyip bizim arkadaşa vermiş sözü. Müştekinin ne demek olduğunu bilmeyen arkadaşım olayı anlattıktan sonra, “beratımı istiyorum efendim” deyince salonunda bulunanlar ve yargıç gülüşmüşler.

Mahkemeden sonra eve gelip, sözlüğe bakmış müşteki ne demek diye, müşteki:  suç oluşturan eylemden zarar gören veya mağdur olan kişi olup, diğer bir sıfatı şikâyetçi” yazıyormuş. Salondakilerin neden güldüklerini böylece anlamış.

Olay-3

Eskiden öğretmen okulunu, eğitim enstitüsünü bitirenlerden on sekiz yaşını doldurmayanlar olurdu. Okullar onlara ‘kazayı rüşt’ kararı aldırmalarını söylerlerdi. Yoksa maaşlarını çekemezlerdi. Babası nüfusa geç yazdırdığı için Mehmet hoca da kazayı rüşt kararı almak için ilçenin yeni mezun yargıcına gider, durumu anlatır. Yargıç kazayı rüştün ne demek olduğunu ona sorar. O bilemeyince memura sorar. Memur ne bilsin?

Yargıç bir süre hukuk kitaplarını karıştırarak ne anlama geldiğini, neler yapılması gerektiğini öğrendikten sonra, doktordan rapor getirmesi gerektiğini söyler Mehmet’e.

Gider sağlık ocağının yeni mezun doktoruna başvurur. Hekim de nasıl bir rapor vereceğini bilemez yargıcı arar. Telefon bitiminde; “Şu yeni gelen yargıcın da bilmediği yok maşallah!” diyerek kendi kendine konuşur. Arkadaş da bıyık altından güler belli etmeden.

Rapor elinde tekrar yargıcın odasını tıklatır. Yargıç, yazacağı kararı bir başka yargıçtan telefonla dinleyip önündeki kâğıda not almaktadır.  Yazdığı karalamayı memura gönderir daktilo ile yazması için. Böylece kazayı rüşt kararını alır.

Hukuk dili günümüz diline çevrilmeden bu ve benzeri olayların yaşanması kaçınılmazdır. Bir an önce herkesin anlayacağı dile çevrilmesi dileğiyle…

ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>