AHMET KOÇAK YAZDI; MİNİ MİNİ BİRİNCİLER!
Emekli eğitimci köşe yazarımız Ahmet Koçak; eski günleri öyle bir hatırladı ki! Koçak; ”
“İlkokul öğretmenleri meslek hayatları boyunca en az beş kez birinci sınıf okuturlar. Birinci sınıfları okutmak eğlenceli olduğu gibi zordur da. Önünüze konan beyaz bir kâğıt gibidirler ve kâğıda ilk yazıyı siz yazarsınız. Yazı güzel olursa çocuk aldığı doğru davranışlarla ömür boyu başarılı, kötü olursa düzeltilmesi diğer öğretmenlerin maharetli ellerine kalmıştır artık. Bazı öğretmenler hep birinci sınıfları okutmak isterler. Onlarda beyaz kâğıda ilk yazıyı yazma sevdası vardır. Her yıl aynı sınıfı okutmanın avantajlı yönleri vardır kuşkusuz. Avrupa’da branş öğretmenleri gibi birinci, ikinci, üçüncü sınıf öğretmenleri olurmuş diye okumuştum.
Minicik, saf, temiz yavrucaklar sınıfınıza gelir, bıcır bıcır konuşurlar susturamazsınız. Sınıf seviyesi yükseldikçe konuşmaları azalmaya başlar. Ortaokulda biraz azalır, lise bitiminden sonra ağızlarından kerpetenle laf alamazsınız artık. Bir yerlerde yanlış giden bir şeyler var gibidir.
Mini mini birinciler, toplu yaşanılan yerlerde nasıl davranacağını bilmeden gezer dururlar ortalıkta. İlk iş onları yerlerine oturtup çalışmalarını sağlamaktır. Ağızlarında bakla ıslanmaz; evde olan biteni okulda, okulda olan biteni evde anlatırlar. İleriki sınıflarda yavaş yavaş öğrenci davranışları geliştikçe susmaya, söyleyeceği şeyleri akıl süzgecinden geçirerek söylemeye başladıklarından eğlenceli yönleri azalır. İşte mini mini birincilerden inciler:
*Okulun ilk günlerinde tuvalet eğitimi vermeye başladığım sıralarda Fidan adlı utangaç öğrencim tuvalete gitmek için izin istemeye utanmış altına yapmış. Böyle durumlarda şikâyetçiler devreye girer, “öğyetmenim , Fidan altına çiş yaptı!” şikayetinden sonra Fidan’ın yanına gittim. Baktım çocuğun üzeri kuru. Yerler ıslak. Üzerini nasıl kirletmeden yaptığını biraz düşününce anladım. Saf dediysem de o kadar da değiller. İyi de etmiş. Annesini çağırıp eve göndermekten kurtuldum. Hizmetli kadını çağırttım. Derse bir şey olmamış gibi devam ettim. Hizmetli kadın pas pas getirmemiş, kovaya koyduğu el bezini idrarın üzerine serip emdirdi, getirdiği kovaya sıktı elceğizleriyle sağ olsun.
*İlk okuma yazma kitabındaki kısa bir okuma parçasından bir cümleyi bulup defterlerine yazmalarını istedim. Cümleyi bulan defterine yazdı. Mustafa, geç ve güç öğrenen bir öğrenciydi ve o cümleyi ne bulabilmiş, ne de yazabilmişti. Yanına gittim parçadaki cümleyi parmağımla gösterdim anlamadı. Cümleyi kalemle yuvarlak içine aldım, “bu cümleyi defterine yaz Mustafa.” dedim. Mustafa yine anlamadan yüzüme bakıyor. “Bak Mustafa bu cümleyi harf harf defterine yaz.” Mustafa yine aval aval yüzüme bakıyor. Yanında oturan Sakine, sakinliğini bozarak Mustafa’ya bağırdı: “Lan Mustafa neyini anlamıyorsun, bu cümleyi defterine yaz diyoor!” dedikten sonra elindeki kalemini defterine doğru atıp arkasına sertçe yaslandı.
*Okumaya geçtiler. Okumaya geçiş de hep birlikte olmaz. Mısır patlamasına benzetir öğretmenler okuma eylemini. Okuma yazma öğretiminin en zevkli dönemidir. İlk bir öğrenci patlar. Ona hediye vermek, diğerlerini özendirmek için yakasına kırmızı bir kurdele takılır genellikle. Artık o kurdele çok değerlidir çocuk için. Kurdelesi kaybolsa ne eder eder bir kurdele bulup, yakasına takar. Kurdeleler çoğalmaya başlayınca sınıf gelincik tarlasına döner. Öğretmen için mutlu günler başlamıştır…
Önce hece, ardından kelime yazma yarışmaları derken sıra cümle yazmaya geldi. “Çantamı aldım. Okula geldim, yazın çocuklar. Bitiren bana getirsin.” dedim. Sınıfta hummalı bir çalışma başladı. Kendi yazdığını eliyle kapatıp göstermeyenler, kopya çekmek isteyip gözleri fıldır fıldır etrafta olanlar falan derken İsa yazmış bitirmiş. Koşarak defter elinde masama geldi. Elindeki defteri iyi okuyayım diye yamacıma tuttu. Okudum. Doğru yazmış, noktasını bile unutmamış. Sevindim: “İsaaa!” diye bağırmamla İsa defteri masama atıp kaçtı. Sınıfın arkalarından bana çildir çildir bakıyor. “İsa neden kaçtın? Doğru yazmışsın aferin sana! Gel yanıma.” dedim. Geldi saçlarını okşamamla tüm sınıf elinde defter masama birikti. Bir tek “Çanta” yazan da, sadece “Ç” yazan da koşmuş gelmiş iyi mi?
*İlk hafta sınıfa girdim. Barış adlı öğrenci sırt üstü yere yatmış, diğer çocuklar etrafına toplanmış. Telaşla sordum:
“Ne oldu Barış’a çocuklar?”
“Öğretmenim Barış bayıldı.” dediler koro halinde. Hemen etrafını boşalttım. Nabzına baktım atıyor. Göz kapakları kıpır kıpırdı. Öğretmen masasına yatırdım. Biraz sonra ayıldı. Yerine geçirip oturttum. Gözüm Barış’ın üzerinde. Ailenin kayıt sırasında verdiği telefon numarasını aradım. Durumu anlatınca annesi başladı gülmeye;
“Hocam telaş etmeyin Barış dikkat çekmek istediğinde bayılma numarası yapar hep.” dedi. Kerataya bak! Beni nasıl da korkuttu.
Ertesi gün sınıfa girdim. Yine aynı manzara, Barış yüzükoyun yatmış. Ben önemsemeden yerime oturdum. Çocuklar: “Öğretmenim Barış yine bayıldı.” diyor, benim ilgisizliğime bir anlam veremiyorlardı. Bir şey olmamış gibi derse başlayınca eyleminin işe yaramadığını düşünen Barış biraz sonra uykudan uyanmış gibi kalktı, genleşti, üzerindeki tozları çırpıp yerine geçti. Başka gün yine aynı durumu gördüğümde ayağımla dürtüp: “Tamam Barış haydi yerine geç.” dememle kalkıp yerine geçti. Her gün aynı durumu yaşadım. Baktı foyası açığa çıktı, benden fayda yok bu sefer teneffüslerde numarasını yapmaya başlamış. Nöbetçi öğretmenlere arkadaşlarını gönderip sınıfta, bahçede yere boylu boyunca uzanmış. Nöbetçi öğretmenler telaşla odaya gelip: “Ahmet bey senin bir öğrencin bayılmış!” demeye başladılar. “Önemli değil hocam ayağınızla dürtün ayılır.” dememe hayretler içinde kalarak bir anlam veremediler. Zamanla tüm okul Barış’ın bayılma numarası yaptığını anlayınca vaz geçti.
Dedim ya; mini mini birincileri okutmak çok zevkli, zevkli olduğu kadar da zordur da.
ahmet.kocak16@hotmail.com.”