Ahmet Koçak yazdı; MÜFETTİŞİM RECEP NAS İLE SÖYLEŞİ -1
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
AHMET KOÇAK: “Eğitimin her kademesinde görev yapmış, öğretmenlere yol gösteren kitaplar yazmış bir akademisyen olarak eğitimin bugünkü durumunu değerlendirir misiniz?”
RECEP NAS: “Bugün dünden, çok da önceden başladı. 1946’dan bu yana adım adım Atatürk ilkelerinden, devrimlerinden birkaç oy uğruna ödün verile verile bugünlere geldik. 1946’da halkçılar gitti, popülistler geldi iş başına. Halkçı halk yararına çalışır, popülistse halka yaranır. Halkçı halkın gereksinmelerini önemser, popülistse cahil bıraktığı halkın isteklerini öne çıkarır. Cahil bırak beyninden sana bağlansın, yoksul bırak karnından sana bağlansın, istedikleri bu. Hele 12 Eylül (1980) Aydınlanmacıları, ilericileri, sosyalistleri ezdi geçti, gericilere, tarikatlara alan açıldı.
Demokrasinin olmazsa olmaz önkoşulları var. Güçlü bir ekonomi, bu da yetmez, hakça, dengeli bir gelir dağılımı… Laiklik de demokrasinin önkoşuludur. İşte Atatürk devrimlerle demokrasiye giden yolu düzlüyordu, altyapısını hazırlıyordu. Laiklik içsel yönelimli, içtenlikli dindarların da güvencesidir. Laiklik din ve vicdan özgürlüğünü sağlar çünkü. Ama dinin siyasetin, eğitimin, devlet işlerinin, hukukun dışında kalması koşuluyla…
Eğitimin bugünkü durumuysa içler acısı. Neredeyse bütün okullar İmam Hatipleştirildi. Seçmeli dersler adıyla din içerikli dersler artırıldı. Aslında kapalı olan, yasak olan tarikatlar, cemaatler ellerini kolların sallaya sallaya okullara giriyorlar. Öğretmenlik meslek bilgisi olmayanlara, çocuk psikolojisinden anlamayanlara okulların kapıları ardına kadar açıldı. Oysa Milli eğitim Temel Yasasına göre öğretmenlik özel uzmanlığı gerektiren bir meslektir. Ne yasa dinliyorlar, ne anayasa… Bütün bunlar neden yapılıyor, insanların yaşamlarını yitirince mekânları cennet olsun diye mi? Yoo, hayır. Tek amaçları, yurttaşlar yeniden tebaa olsun, onlara biat etsin, oy deposu olsun. Saltanatları da sürsün gitsin. Einstein’ın deyişiyle, bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının göreceği eğitime bağlıdır. Harf devrimini, Millet Mekteplerini düşünün, Atatürk’ün önderliğindeki genç Türkiye Cumhuriyeti okuyan, eleştirel düşünen, soran, sorgulayan insanlar yetiştirmek istiyordu. Aydınlanma süreciydi bu. Aydınlanma, Kant’ın deyişiyle, bir kılavuza gereksinme duymadan aklını kullanma yürekliliğidir. Ümmetten ulus, tebaadan yurttaş, kuldan birey yaratılmak isteniyordu. Bu da bilimin ve aklın kılavuzluğuyla olacaktı. Şimdi bu tersine çevrilmek isteniyor. Atatürk uyarmıştı bizi (1923): “(…) Tarihimizi okuyun, göreceksiniz, milleti mahveden, tutsak eden, harap eden fenalıklar hep din kisvesi altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir.”
- A. K: “Son yıllarda yaşananlar sizi endişelendiriyor mu? Bu konudaki görüşlerinizi belirtir misiniz?”
R.NAS: “Hem de nasıl… Atatürkçü olup da, çağcıl, demokrat olup da, emekten yana, aydınlanmacı olup da kaygılanmamak olası mı? 21. Yüzyılın ilk çeyreği bitmek üzere, şu yapılanlara, olup bitenlere bakın. Anayasa yok, hukuk yok. Anayasa Mahkemesi dinlenmiyor.
Bir öğretmen olarak beni en çok kaygılandıransa 4-6 yaş arası çocuklar için Kuran Kursu açılması… Bu çocuklar somut düşünüyorlar, soyut düşünce henüz yok. Sorgulama yetileri gelişmiş değil, söylenene inanırlar. Ölüm bilinci yok. Hayalle gerçeği ayıramaz. İnanma gereksinmesi duymaz. Oyun çağı çocukları bunlar. Bu çocuklara cennetten, cehennemden, şeytandan, melekten, cinden söz ederseniz, sadece korkutursunuz. Korku da beyni dondurur. Korku kültürüyle çocukların beyinlerini tutsak ediyorlar. Çok yönlü, eleştirel düşünmesin, neden-sonuç ilişkilerini doğru değerlendiremesin, aklını kullanmasın, sadece inansın. Zihin paraşüt gibidir, açılmazsa işe yaramaz. On beş yaşından önce din eğitimi verilmez, çocuklara yapılan aslında insanlık suçudur. Okula aç giden çocuklara bir öğün parasız yemeği çok görenler, camilere götürüp onların dinlenmeleri, eğlenip oynamaları gereken hafta sonlarını da çalmaya hazırlanıyorlar.
Gelişmiş ülkeler çocuklarına 21.yy. becerileri kazandırıyorlar, etkili iletişim, bağımsız karar verme, ilişki yönetimi, öğrenmeyi öğrenme, eleştirel düşünme, hesap verebilirlik, yaratıcılık gibi. Şimdi de değil, yıllar önce eğitim fakültesinde bir öğretim üyesi derste ‘çocuklarda yaratıcılık’ deyince, birkaç öğrenci itiraz etmiş, “Yaratıcılık sadece Allaha mahsustur” diye. Bu becerileri geliştiren en uygun iki ders, felsefe ve mantık dışlanıyor, neredeyse okutulmayacak.
Birçok ülkede Bilim, Teknoloji, Yenilik (inovasyon) Bakanlıkları var. Yapay Zekânın ne getirip ne götüreceğini, nasıl verimli kullanılabileceğini tartışıyorlar. Yapay zekâ kendi kendine öğrenmeye başlamış, 300 milyon kişinin tam zamanlı işini ellerinden alacak, deniyor. Demek ki gençlerimiz sadece dünya gençleriyle değil, yapay zekâyla da yarışacak. Hangi donanımla, ÇEDES’le mi? Kulağa ne hoş geliyor değil mi, çevreye duyarlılık… Oysa ormanlar elden çıkarılıyor, orman özelliğin yitirmiş diye yapılaşmaya açılıyor. Uzmanlara göre yıldırım düşse bile orman kendini yenileyebiliyor. Çocuklara şarkı söyletirdik: Dağlar taşlar ağaç olacak, diye. Tersine, ormanlar dağ taş oldu. Değerler dedikleri de 1400 yıl öncesinin ‘nas’ları.” (Devamı yarın)