Ahmet Koçak yazdı; NE YAPMALI?
Köşe yazarımız Ahmet Koçak kaleme aldığı yazıda;
“Başım dağ, saçlarım kardır,
Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Şehirler bana bir tuzak;
İnsan sohbetleri yasak;
Uzak olun benden, uzak,
Benim meskenim dağlardır…”
Sebahattin Ali meskenlerimizi ovalara değil, dağlara yapmamız gerektiğini anlatmak için mi yazmış bu dizeleri bilemeyiz. Ben öyle yapmamız gerektiğini söylerim sık sık. Dağlar kayalıklardan oluşur ve derin temelleri olan yeryüzü şekilleridir. Depremden kurtulmak için dağların kucağına yuva kurmamız gereklidir.
Yaşadığım tarihi kent Bursa, geçmişte Uludağ eteğine kurulmuştur. O bölgelere nispeten sağlam zemine sahiptir. Cumhuriyetten sonra ova yapılaşmaya açılmış neredeyse tüm ovayı kaplamıştır. Son yıllarda kurulan ve planlı bir şekilde gelişen Nilüfer ilçesi de çoğunlukla ovada kurulmuştur. Bu kent Cumalıkızık’tan Kayapa’ya kadar olan dağ yamacına, sanayisi de Kuzey Çevre Yolu’nun kuzeyindeki kayalık tepelere kurulsaydı depreme karşı daha dayanıklı olurdu. Kentsel dönüşüm ovada uygulanmış, çok katlı binalardan oluşan birkaç mahalle daha kurulmuştur.
Bilim insanları sıvılaşma tehlikesi nedeniyle ovalara konut yapılmamasını söyleyip duruyorlar ama dinleyen yok.
Son depremde TOKİ konutlarının zarar görmediği söylenmektedir. Bursa’daki TOKİ konutlarının hepsi tepeler üzerine yapılmıştır ( Kestel, Hasanağa, Balkan, Yunuseli, Hamitler TOKİ konutları). Diğer kentlerde de durum aynıdır. Devlet kendi yaptığı konutlarda sağlam zeminde uygulama yaparken vatandaşların yapacağı konutlar için sıvılaşma tehlikesi olan bölgelerde izin vermektedir. Bundan sonra bütün yeni binalar, sanayi tesisleri sağlam zeminli bölgelere kaydırılırsa depremde daha az hasarla kurtulmak olasıdır.
Son depremde çok hasar gören, yok olan kentlerimizin hepsi de ovaya kurulmuştur. Tehlikeli fay hatları üzerinde kurulu böyle yıkılmaya aday pek çok kentimiz vardır.
Hatay, Kahramanmaraş, Osmaniye gibi kentlerimiz ve bazı ilçelerimiz depremde neredeyse tamamen yıkıldı. Çok can kaybı oldu. Sağ kurtulanların ve bizlerin bu yoğun sarsıntıdan kurtulmamız yıllar alacak.
99 Gölcük ve sonradan Düzce’de olan depremlerden sonra Gölcük, Karamürsel, Mudanya, Orhangazi ve Gemlik gibi çok nüfusun yaşadığı ilçeler dağ eteklerine doğru yapılaşmış, çok da doğru yapılmıştır. Son depremde tamamen yıkılmış olan kentlerin yeniden aynı yerine inşa edileceği söylenmektedir. Bilim insanları: “Bu bölgede faylar kırıldı. Üç yüz, beş yüz yıl bu büyüklükte deprem olmaz.” diyorlar. Yani Türkiye’nin en güvenli yerinin deprem bölgesi olduğu anlatılmak isteniyor. Üç günlük dünyada dert ettiğin şeye bak, diyenler olacaktır. İnsan için üç günlük ama insanlık için sonsuzdur dünya. Kentler bin yıllarca yerinde duracağı için (Roma, İstanbul, Londra, Kudüs…) bu kentler en yakınındaki dağların eteğine taşınmalı(sadece tarihi eserler bırakılmalı) ova, tarım ve hayvancılık yapılacak alanlar olarak ayrılmalı, bina yapılmamalıdır.
Yamaçlarda olan kayalık zemin üzerine on katı taşıyacak şekilde kolon ve kirişler üzerine en fazla beş katlı hatta mümkünse iki katlı, bahçeli binalar yapılmalıdır.
“Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fendir” diyen önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ülkemiz şimdiye kadar aklın ve bilimin ışığında yönetilemedi maalesef. Akıldan, bilimden şaşmamalı Japonlar gibi sağlam zeminli yerlere depreme dayanıklı binalar yapmalıyız.
Yeni binalar yapılırken beton numuneleri alınıyor, kullanılan demirlerin projeye uygun olup olmadığı denetleniyor. Ben de çoğu kez tanıklık ettim bu denetimlere. Öyleyse deprem yönetmeliğine göre yapılan binaların çoğu neden yıkıldı ya da ağır hasar aldı? Bu sorunun yanıtı yıkıntılar arasındaydı. Projeye uygun döşenen demirlerin kalıp içinde kalan kısmında azaltılarak yukarısında projeye uygun uçlar çıkarıldığı, kalıp içine döşenen demirlerin arasına taşlar doldurularak betondan tasarruf edildiği, deniz kumu veya direnci düşük beton kullanıldığı, yer açmak için taşıyıcı kolonların kesildiği gibi bilgiler aldık basından. Bu sahtekârlığı denetleyen görevli nasıl görebilir? Kolon kalıbına merdiven dayayıp içine mi bakmalıydı yoksa yaptığı binanın taşıyıcı kolonlarının sonradan kesilip kesilmediğini mi kontrol etmeliydi? Sahtekârların sayısı o kadar çok ki hangi birini yazalım?
Kim bilir böyle yapılan ne kadar bina vardır ülkemizde. İnşaatta çalışan iççilerin -işlerini kaybetme korkusundan- görüp yetkililere ihbar etmedikleri anlaşılıyor.
Bu nasıl bir vicdansızlıktır! O kadar insan öldü. Bu sahtekârlığı yapanlar rahat uyuyorlar mıdır? İnsanın vicdanı körelmişse hiç umurunda olmaz, mışıl mışıl uykusunu uyur elbette. Uyuyamayan hiçbir sorumluluğu olmayan vicdanlı insanlardır.
Şimdi yaraları sarma zamanıdır. Devlet kurumlarının yanında sivil toplum kuruluşları gönüllü olarak depremzedeler için bağışlar topluyor, yardım ediyorlar. Sosyal medyadan yardımda öne çıkanlar eleştiriliyor, itibarsızlaştırılmaya, yıldırılmaya çalışılıyor. Bu, yardımların yarı yarıya azalmasına neden olacak, olan depremzedelere olacaktır. İlkel toplumlarda biraz yukarı çıkanın paçasından çeker, düşürmeye çalışırlar. Yapmayın. Çalışma azimlerini kırmayın. Varsın insanlara yardım etsinler. Varsın yükselsinler. Uzayan kol bizden yana olsun. Belki ileride bizi yönetecek liderler doğuyordur. Ülkemizi iyi, vicdanlı, yardımsever, dürüst insanların yönetmesini istemez miyiz?
Akıl ve bilimin yol göstericiliğinde hareket etmez isek başımıza daha çok felaketler gelecektir. Doğa kurulmuş zemberek misali zamanı gelince depremini, selini, yangınını, kuraklığını önümüze getirecektir. Gelmeden geleceği düşünerek hareket etmez, olmadan olacağa önlem almazsak daha çok acılar çekeriz.
99 depreminden ders almadığımız anlaşılıyor. Umarım bu depremden ders alır, bilim insanlarının sözünü dinleriz. Çok çok geçmiş olsun Türkiye’m.
ahmet.kocak16@hotmail.com