Ahmet Koçak yazdı; NEBATİYE TARİKATI-1
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
Sinema ve seslendirme sanatçısı Haluk Bilginer’in sesiyle; Yıl 1979’dur. İran’da Şah devrilmiş, Humeyni iktidara gelerek Şeriat ilan etmiş, İran İslam Cumhuriyetini kurmuştur. Orada yaşananları devrimden sonra Türkiye’ye kaçmayı başaran sosyalist bir İranlı yazara anlatmış o da kaleme almıştır. Yazar İranlının adını vermemek için büyük bir özveri ile olayı kendi yaşamış gibi aktarmayı yeğlemiştir. Şimdi öykümüzü okuyalım;
“Tarikat reisi olduğunu duyduğum değerli arkadaşımı bulmak için tüm İsfahan’ı dolaşmış bulamamıştım. Bulamayacağımı bilsem evde oturur enerjimi boşa harcamazdım. Bitkin halde eve geldim. Eskiden olsa dolabı açınca içinde yiyecekler olur, seçer beğenir yerdim. O günler bu günlerin habercisiymiş demek ki?
Ülkede rejim değişmiş Şeriat ve tek adam rejimi başlamıştır. Üzerine küresel ısınmanın getirdiği kıtlık da eklenince tüm ülke perişan hale gelmiştir. Bu dünya geçicidir, öbür dünyamızı kazanalım, derken üretim tamamen durmuştur.
Son kalan bayat çeyrek ekmeği yedim. Elimi başımın üzerine koyup oturarak bir bardak suyumu içtim. (peygamber efendimiz böyle içermiş. Sevap kazanmak için bütün farz ve sünnetleri eksiksiz yerine getiriyorum) Son ekmeğin verdiği enerjiyle ellerimi hava kaldırıp;
“Yüce Tanrım, zor bir görev aldım. Hidayet ehli arkadaşımı bulmam için bana güç, kuvvet ve zihin açıklığı ver. Bu ulvi görevi layıkıyla başarmak benim hem bu dünyamı hem öte dünyamı kurtaracak. Bu dünyamı kurtaramazsam ötekine gitmem tez olacak. Derman ver.” diye duamı ettikten sonra ertesi günkü yol haritamı çizdim. Burayı terk edip taşı toprağı altın diye Tahran’a gitmiş olabilir mi?
İlkönce evine gidecektim. Evine doğru inerken aklımdan şunlar geçiyordu: “Müminlerin en hayırlısı Molla Nebati akıllı bir adamdır. İktidar tüm belediyeleri kaybedince batı benzeri yaşamı özendiren, kısmen de başaran şahlık döneminin sona ereceğini, şeriata geçileceğini ve hilafetin ilan edileceğini, bu nedenle başının çaresine bakması gerektiğini düşünerek hareket etmiş olması olasıdır”
Evinden bir yıl önce taşınmış, nereye gittiğini bilen yokmuş. Elim boş dönerken aklıma onun Kamet getirmeyi bilmediği geldi. Kamet getirmeyi öğrenmiş olabileceğini düşündüm. “Eğer” dedim “kamet” sorununu çözmüş ise derin bir hocaya dönüşmüş olabilir. Camilere bakmalıyım.
Penç Mahalle’si civarında uzun yıllar yaşadığı için o çevreden uzaklara gitmiş olabileceğini tahmin etmem zor olmadı. Tahran asfaltının altındaki mahallelerde çok cenazeye katılıp kıymalı pide yediği için o mahallelerde de olamazdı. O bölgede sol partilerde siyaset yaptığı, eylemlere katıldığı için orayı eledim. Şarki taraflarında aramam daha doğru olurdu. Birkaç mahalle camisine gittim bulamadım. Garbi’de bir cami mümini, “Cihar Mahallesi’nde Şüküriye Tarikatı vardır. Orada olabilir” dedi. Hızlıca o tarikatın camisine gittim. Camiye bitişik olan tarikatın girişini buldum. Kapıda bekleyen sakallı, sarıklı müritlere: “Sizin tarikatın şeyhinin adı nedir?” diye sordum; “Şükür” dediler. Orası değildi. Her şeye şükreder hale getirilmiştim. Bulamadığıma da şükrettim. Umutsuzca sokaklarda yürümeye başladım.
Ülkede devlet yöneticileri ve tarikat reisleri dışında kimse akaryakıt bulamıyordu. O nedenle tüm taşıtlar yol kenarlarında ve evlerin önünde çürümeye terk edilmişti. Bir araç bulamazsam yürüyerek gidecektim Tahran’a.
Yük götüren bir kamyon buldum. Kamyoncu -sağ olsun- beni kamyon kasasına bindirdi. Böylece çok azalan enerjimi harcamadan Tahran’a gidecektim. Kamyon şoförü bir lokantada durdu. Çeyrek ekmek aldı yedi. Ben de onu yukarıdan izledim. Ne kadar yoksullaşmıştık. Eski giysilerimiz olmasa çıplak gezecektik. O derece yoksullaşmıştık.
Kamyon kente girince indim. Gerisini yürüyerek halledecektim. O gün akşama kadar semt semt gezdim dolaştım, pek çok dergâh buldum ama hiçbir şeyhin adı Nebati değildi.
Geceyi bir bankta uyuyarak geçirdim. Sabah yine aramaya devam ettim. Bir camide öğle namazımı eda ettikten sonra bir mümine derdimi açtım. O:
“Bak şu ilerde gördüğün dergâh senin aradığın dergâhtır, bu cami de o oraya aittir.” deyince birden canlandım. İyi haberin verdiği son dermanla oraya vardım. Kapıda bekleyen sakallı cübbeli şahsa;
“Burası ne dergâhıdır? Şeyhinizin mübarek adı nedir Müslüman?” diye sordum. Adam kızgın bir yüz ifadesiyle;
“Senin okuman yazman yok mu? Kapıda Nebatiye Tarikatı yazdığına göre şeyhimizin adı, Nebati’dir” demesin mi? Nasıl olsa arkadaşımdır diye içeriye doğru yürüdüm, tuttular, salmadılar.
“Hop hop molla, her geleni yolla; kim olursan ol yine de gel” durumu yoktur bizim dergâhımızda” dediler,
“Çok yakın arkadaşımdır kendisi. Adım da Ahmet Molla’dır. “Bursa’dan gelmiş” dersiniz.” demem üzerine başka ülkeden geldiğimi anlayınca biri içeri gidip geri döndü, “Tamam girsin” demiş olmalı ki mübarek içeri saldılar.
Dergâha yağ gök yala. Duvardaki hoparlörlerden Kuran sesleri geliyor, öyle bir uhrevi havası var ki bir ateisti kapıdan sal şeyhin yanına varana kadar imana gelir. O derece temiz, bakımlı, ihlaslı bir yer yani. (Devamı yarın)
ahmet.kocak16@hotmail.com