Ahmet Koçak yazdı; NEBATİYE TARİKATI- 3
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
“İyi ki dergâhın adını değiştirmişsiniz. Siz muhterem şeyhimizi bulamazdım o zaman. Neyse sözünüzü kestim. Beni bağışlayınız efendimiz. Lütfen devam ediniz.”
“Ahmet molla, sen arkadaşımsın. Sözümü kesebilirsin. Hem ben yoksulları pek severim. Sen yoksullaştın ya yeni rejimle seni daha çok sevdiğimi bilmeni isterim.”
“Aman efendimiz. Çok teşekkür ederim. Sizin sevginize layık olmaya çalışacağım.”
“Biz ne kadar akılsız insanlarmışız gidip dini eğitim almamışız. Dergâhımda para, şan, şöhret, kadın, erkek ne istersen emrimdedir. Ben erkekten hoşlanmam onun için ilk işim iç oğlanlar haremini kapatmak oldu. Oraya da memeleri yeni yeni tomurcuklanmış bakire kızlar doldurdum. Hadi gel sana haremimi gezdireyim.” diye sözlerini bitirdi. Ardından mübarek beyaz sakalını sıvazladı.
Biz havuza girmeden önce devamlı şeyhin peşinden giden mürit kapıyı açıp içeri bakmadan bağırdı: “Des dur! Namahrem !” diye. O, birden bağırınca korktum; zayıflıktan tüy gibi hafiflemiş bedenim havaya uçup geri yere kondu. Namahrem dediği bendim ve biraz kırıldım ama şeyh hazretlerine belli etmedim. Nasıl belli ederdim ki; açtım, muhtaçtım.
Kapıyı açtı ki içeride birbirinden güzel kadınlar süt havuzunda yüzüyorlar. Biz, bir bardak süt bulup içemezken burada koca bir havuz dolusu sütte yüzen kadınlar vardı. Şeyh hazretleri eskiden sosyalistti ve insanların eşitsizliğinden sızlanır dururdu. Şimdi zamana uymuş, gününü gün ediyordu. ‘Zaman sana uymuyorsa sen zaman uy’ ilkesiyle hareket ediyordu ve bu kıvraklığı sayesinde kelleyi kurtarmıştı. Fikirlerinde radikal değişim yapmayan (imana gelmeyen) birçok sosyalist arkadaşı idam edilmişti. Açıklama yaptı:
“Bu havuzda sekiz bin litre süt ve içinde yüzen elli kadın var. Yanda da bakire cariyelerin havuzu var. Bu yönetimi seviyorum; güzel bir yönetimdir. (Tabi seversin sen kral olunca krallık güzeldir) Mesela bu havuzdaki sütün kırkta birini bir fakire vermem gerekli. Şu güzelliğe bakar mısın? Sekiz bin litrenin kırkta biri günlük 0,2 litre eder. O da iki yuduma tekabül eder. Git havuzdan iki fırt çek.” dedi mübarek! Gidip iki yudum içip yanına geldim.
“İşte bu günkü zekâtımı verdim. Zekâtı ödedikçe kendimi çok yeğnilenmiş hissederim” dedi, devam etti:
“Seni severim bilirsin. İyi ki geldin. Yozgat’ta bir dergâha çok ihtiyaç var. Bir şube açmayı düşünüyorum. El verip seni oraya şeyh tayin edeyim.”
“Olmaz şeyhim. Beni orada herkes tanır, kimse biat etmez. Biliyorsun gazetelerde yazılarım çıkmıştı. Oraya başka bir arkadaşı tayin ediniz muhterem şeyh hazretleri.” dedim.
“O zaman seni Eskişehir’e tayin ettim. Yalnız gelirin kırkta biri sana kalanı bana olacak. Ona göre.” “Az olmaz mı efendimiz?”
“Ne azı? Nankörlük etme! Buraya gelmesen açlıktan ölecektin. Hareminde yüz altmış kadın olsa dördü sana gerisi bana. Her şeyi hakkaniyetle pay edeceğiz. Allah’ın emrinden çıkamayız.”
“Yaşlandım artık dört kadının hakkından gelemem diye endişe ediyorum şeyh hazretleri siz iki yüze yakın kadının hakkından nasıl geliyorsunuz?”
“Yüce yaradan biz şeyhlere yüz erkek gücü veriyor. Seni tayin edeyim bak nasıl dört erkek gücüne sahip olacaksın gör.”
“O güç iyi beslenmekten kaynaklanıyor olmasın yüce şeyhimiz?”
“O da var tabi de, asıl Allah’ın verdiği güce hiç yeter olur mu?”
“Ne zaman göreve başlayacağım?”
“Bak söyleyeceklerimi iyice aklında tut; Seni Eskişehir’e, grubumuzda yer alıp canını kurtaran eski solcu arkadaşlardan; Şıh Mehmet’i’ Yozgat’a, Çetin Molla’yı Balıkesir’e, Gavs Mikail’ı Sivas’a, Hanif Bahri’yi Mersin’e, Emir Ziyaettin’i Rize’ye tayin ettim. Git arkadaşlara müjdemi ver. Çetin mollanın adını değiştirdim Abdül koydum. Bundan sonra Arapça ad dışında kimse Türkçe ad taşıyamayacak. Haftaya görev yerlerinde olsunlar, yiyip içip yatsınlar. Dayalı döşeli evler ve devasa dergâhlar sizi bekliyor.” diyerek görev emrimizi verdi. Bir yandan korkuyor, bir yandan sorgulama yeteneği kazanmış aklım durmuyordu. Hoca efendinin nur yüzüne bakıp;
“Merakımı bağışlayın şeyh hazretleri; halk açlıktan kırılıyor onların da insanca yaşaması için gücünüzü kullanıp bir şeyler yapamaz mısınız?” diye sordum. Gülümsedi;
“Halk ne kadar yoksul olursa bize o kadar iyi biat eder. Onlar varlıklı olursa okurlar, tiyatro, sinema gibi sanatsal aktivitelere katılırlar. Bizim için bunlar kötü şeylerdir. Okurlarsa biz saltanat sürdürebilir miyiz? Yoksullaştıkça bu dünyalarından vaz geçer, ellerinde ne var ne yok bize verirler. Sakın ola ki onlara dinden başka şeyler öğretmeye kalkma. Her vaazında yoksulluğu öv. Yoksulların bizden beş yüz sene önce cennete gideceğini, öbür dünyada -bizim bu dünyada yaşadığımız gibi- yetmiş huriyle beraber olacaklarını anlatmayı ihmal etme.” dedi. Şeyh Hazretlerini çok zorladığımı biliyordum bir soru daha sordum:
“Çok teşekkür ederim. Son bir sorum olacak yüce şeyh hazretleri Ya bana da yüz erkek gücü verilirse dört kadınla ne yaparım?”
“Ben senin için o kadar güç diledim. Fazlası olmaz, olamaz. Hadi daha fazla meşgul etme beni. Yoksa tüm verdiklerimi alırım ha!” deyince hemen yanından ayrıldım.
Değerli dostlarım. Hadi gözünüz aydın olsun. Çok çocuk iyidir; içlerinden biri nas ipli olur hepsini kurtarır, diye Anadolu’da bir inanç vardır. Bu inancın doğruluğunu bu yazımda ispatlamış oldum. Çok arkadaş da iyiymiş; o kadar arkadaş içinde Nebati arkadaşımız nas ipli çıktı ve hepimizi kurtardı. Haremlerinizde Allah sizlere kırk erkek gücü versin. Sürç ü lisan ettimse af ola günleriniz huzurla, sağlıkla dola!
ahmet.kocak16@hotmail.com