Ahmet Koçak yazdı; PİSTONLA YÜKSELEN ÇATI
Köşe yazarımız Ahmet Koçak izlenimlerini kaleme aldı. Koçak; “Evimi dubleks olarak kullanacağım için ikinci bir mutfağa gerek kalmamıştı. Evin alt katındaki mutfağı iptal ettirip odaya çevirmiştim. Bu günlerde yeniden mutfak gerektiği için bir su tesisatçısı çağırdım. Sıva altında kalan su borularını ve pis su giderini bulmak için bin lira işçilik istedi. Pazarlıkla beş yüz liraya indirdim.
Adı Kerim olan usta, Erzurum Pasinler’de doğmuş. Dört çocuklu ailede büyümüş. Ablası evli, abisi askerdeymiş. Babası o, iki yaşındayken vefat etmiş. Emekli öğretmen olduğumu söyleyince;
“İlkokulda bir öğretmenim vardı artist gibiydi. Uzun saçları vardı. Ders anlatırken alnına düşen saçlarını tebeşir bulaşmamış serçe parmağı ile düzeltişini hiç unutamam. Onun saçını düzeltişine bayılır, taklidini yapardım hep. Tabi benim saçlar sıfır numara traşlıydı o yıllarda…”
“Kerim, elli yaşındasın ve başından ilginç olaylar geçmiştir. Anlatırsan dinlerim.” dedim. Kendisini dinleyecek birini buldu mu insanoğlunun dili açılıverir. Başladı anlatmaya:
“Şimdi hocam, ilkokulu bitirdim annem beni Kuran kursuna verdi. Bir yıl devam ettim. Camide sırayla namaz kıldırırdık. İmam da arkamızda saf tutardı. Okul sıraları gibi sıralarda okurduk. Sevdiğim kızın sırasında bir budak vardı. Budağın üzerine “Safinaz gaz çıkardı” yazdım. Kız yazıyı görür görmez hocaya şikâyet etti. Hoca da başladı faili aramaya. Nasıl olsa yazımdan bilecek diye düşünerek “ben yazdım hocam” dedim. İmam efendinin ufak tefek dayaklarına alışıktık. Bu sefer beni çok fena dövdü. Hak etmiştim ama. O dayaktan sonra memleketi terk etmeye karar verdim. Çocuk aklımla bu rezil olaydan sonra oralarda yaşayamayacağımı düşündüm. Kızın babası da duyarsa yandı gülüm keten helva. Koşarak terminale geldim. Baktım otobüsün birine Bursa yazıyor. Muavini sapıtıp bagaja girip saklandım.”
“Neden Bursa?” diye sordum;
“Hocam Bursa’da ablam vardı. Cebimde beş kuruş param yok. Yaşım da on iki. Otobüs hareket etti. Karnım da o kadar aç ki anlatamam. Zaten ben hep açtım. Açlıktan bacaklarım titriyor… Karanlıkta koklayarak bagajlarda yiyecek aradım. Küflü peynir kokusu aldım. Çömleği açtım. Başladım yemeye. O peyniri yiye yiye Bursa’ya geldim.
Muavin bagajları verirken beni gördü ve şoföre götürdü. Ablamların adresini bilmiyordum. Sadece eniştemin bir şirkette çalıştığını biliyordum. Şirketin adını söyledim. Neyse, o şirkete telefon ettiler eniştem geldi beni aldı. Böylece Bursa’ya geldim ve çalışmaya başladım. Askere gidene kadar yapmadığım iş kalmadı. Yaramaz olduğumdan sık sık kovuluyordum. Kovulmam benim için çok iyi oldu; tekstil, marangozluk, soğuk demir, sıcak demir, elektrik, su tesisatçılığı gibi işlerde çalıştım. ‘Ne iş olsa yaparım abi’ lerden oldum. Askerden döndükten sonra demirci dükkânı açtım ablamın kayın pederinin yardımlarıyla.
“O zamanlar demircilikte iyi para vardı. Yanımda on kişi çalıştırmaya başladım. Derken Heykelde cadde üzerinde olan bir binanın sahibi yanıma geldi; “yeğen, binama çelik çatı yaptırdım, altı da çatı katı olur diye yüksek yaptırdım. İki kez belediye yıktırdı. Saçak bile koymadan bir metre yükseklikte yaptırmalıymışım. İş inada bindi bu çatı katını yaptırmam lazım ama yıkılmadan nasıl yaptırayım?” diye sordu.
“Ben yaparım belediye yıktıramaz ama sana biraz pahalıya mal olur” dedim. Nerdeyse bir daire parası istedim. Adam kabul etti. Sözleşme yaptık.
Adamlarımla çatıya başladık. Çelik çatının köşelerine, ortalarına hava ile çalışan pistonlar yerleştirdim. Belediyenin izin verdiği şekilde çatıyı yaptık bitirdik. Zabıtaları geldi, uygundur tutanağını tuttu gittiler. Adam:
“Bu muydu yapacağın çatı?” diye söylenip duruyor.
“Sabırlı ol amca. Bu gece senin çatı katı tamam” dedim.
“Hadi bakalım, görelim” dedi.
Gündüzden iki hava kompresörünü çatıya yerleştirdim. Akşamüzeri havayı verdim. Çatı yukarı kalktıkça altına profiller dayayarak destekledik. Pistonlar iki buçuk metre yukarı kaldırdı çatıyı. Kalıcı direkleri kaynattım. Gecenin karanlığında etrafına duvar ördürüp daireyi dış kısmını sabaha bitirdik. Çok adam çalıştırdım tabi.
Sabah mal sahibi geldi baktı ki, çatı katı bitmiş. Çok mutlu oldu. Çocuklar gibi sağa sola seğirtip ellerini yüzüne sürerek, “Yarabbi çok şükür!” dedi, durdu. Saat ona doğru zabıta çıktı geldi. Şikâyet etmişler besbelli. Çok şaşkınlardı. “Allah Allah! Bir gece de olacak iş değil!” deyip, nasıl olduğuna bir türlü akıl erdiremiyorlardı. Zabıta şefi müdürüyle telefonda konuşup durumu arz etti. Sonra zabıta müdürü geldi. Müdür:
“Dün resimleri bana getirdiler. Her şey usulüne uygundu. Sen nasıl yaptın bir gecede bunu? Nasıl yaptığını söyle hiçbir şey yapmadan çekip gideceğim.” dedi mal sahibine. O da:
“Vallahi ben de şaşkınım. Sabah geldim çatı katı bitmişti. Bu kara oğlana sor.” diyerek bana havale etti. Nasıl yaptığımı müdüre anlattım. Ceza meza yazmadan çekip gittiler.
Bina sahibi: “Kerim paran çantada hazırdır. Sen genç ve çalışkan bir çocuksun. Para yerine Odunluk’ta üç dönüm tarlam var onu vereyim sana istersen. İmar yakındır. İlerde değerlenir. Parayı mı, tarlayı mı istersin? “diye sordu. O zamanlar Odunluk mevkii şehre çok uzaktı. Parayı almayı tercih ettim. Odunluğu biliyorsun hocam şimdi, Newyork’un Manhattın’ı gibi bir yer oldu. O parayı barlarda pavyonlarda yedim, bitirdim. Haydan gelen huya gitti.
Sonraki yıllarda iki kez iflas ettim. Sahip olduğum birçok daire ve dükkânı sattım borçları zor ödedim. Şimdi iş yerim yok. Telefonla ulaşan sizin gibi dostların işlerini yapıyor, yuvarlanıp gidiyorum işte.”
“Kerim işleri hep böyle pahalı yapıyorsan yakında eski zenginliğine kavuşursun. Yarım saatte beş yüz lira iyi para. Zaten onun da yarısını konuşarak harcadın. Anlattıklarını iznin olursa yazmak isterim” dedim. “Çok mutlu olurum hocam” dedi, takım taklavatını toplayıp, arabasına bindi gitti.
ahmet.kocak16@hotmail.com