Ahmet Koçak yazdı; RAGIP-1
Köşe yazarımız Ahmet Koçak tarafından kaleme alınan yazıda;
“Babamın memur olarak çalıştığı Hasbek Nahiyesindeyim. Ağustosun sıcağı başlamış; kısa pantolon ve ince gömlek giymeme rağmen gölgede bile sıcaktan bunalıyorum. İlkokul üçten dörde geçtiğim yaz tatilindeyim. Mahallede tavuk menzilinde geçen çocukluğumun yavaş yavaş kabuğunu kırıp, daha uzakları keşfetmek için can atıyorum. Memur çocuğu olmanın verdiği avarelik canıma tak etmiş. Kafadar birkaç arkadaşla bizim için balta girmemiş ormanlarla kaplı, gizemli, korkunç; ayıların ve kurtların cirit attığına inandığımız bahçelikler ve içinden aktığı Kanak Çayı’na doğru yola çıkıyoruz. Otların arasında her duyduğumuz sesi yılan geçiyor sandığımız, sonra bir kurbağanın bizden korkup kaçtığı yıllar…
Kanağın kenarına geldik. Akarsuyun kenarından berrak suda yüzen balıkları izliyoruz. Zamanla ileri daha ileri gidip etrafı keşfetme isteğimize gem vuramıyoruz. Bir yandan kaybolma tehlikesi de içimizi ürpertiyor. Biri, azalan suyun önüne taşlar ve çim kesekleriyle bent yapıp suyunu da bitişikte olan kavaklığına doğru yönlendirmiş.
Hava sıcak ve yaklaşık otuz metrekarelik bir havuzla karşılaştık. Suya girip serinleme isteğimize engel olamayıp giysilerimizin tamamını çıkarıp bende girdik. Su kimi yerde dizimize, kimi yerde göbeğimize geliyor. Başladık suda yüzmeye(?) Hiç birimiz yüzme bilmiyoruz, yüzme taklidi yapıyoruz. Biri:
“Bakın lan oğlum ben nasıl yüzüyorum.” diyor hepimiz onu izliyoruz hayranlıkla. Biliyoruz ki ayakları ile tabanda yürürken yukarıdan kolları ile yüzme taklidi yapıyor. Ben de:
“Bakın” deyip yüzme maharetimi sergiledim.
Çok mutluyuz. Suda dalgalanmalar yaparak bendin yavaş yavaş yıkılmaya doğru gittiğinin farkında değiliz.
Birden yetişkin birinin bağırarak bize doğru geldiğini görüp, irkildik. Suyun içine oturup sadece kafalarımız dışarıda gelen kişiyi bulmaya çalışıyoruz. Nihayet adam geldi. Bendi yapan, kavaklığın sahibi Süleyman ağabey. Nasıl kızıyor, nasıl bağırıyor! Korkudan onun tersi yönde toplaştık. Adam bize koca koca taşlar fırlatıyor. Hem soğuk sudan hem de korkudan tir tir titriyoruz.
“ Çıkın hemen sudan şerefsizler! Bendimi yıkacaksınız.” diyor. Çıksak hem bizi döver, hem de pipilerimizi görür diye çıkamıyoruz. Adam yine öfkeyle bağırarak taşlar atmaya devam ediyor. Bakıyorum taşları bize vurmak için değil korkutmak için atıyor. Taşlar bize değmiyor ama sıçrattığı sular, yarattığı dalgalar bizi dövüyor.
Adam baktı bizim sudan çıkmayacağız o da elbiselerimizi –Erol Taş gibi kahkahalar atarak-birer birere suya attı. Eyvahlar olsun elbiselerimiz de ıslandı! Şimdi ne yapacağız? Pantolon ve gömleklerimiz bendin içinde ceset gibi yüzmeye başladı. Süleyman, başka bir acele işi olmalı ki yanımızdan ayrıldı. Belki bir yere saklanmıştır diye bir süre suyun içindeki güvenli bölgemizde bekledik.
Gittiğinden emin olduktan sonra yine yüzmeye dalgalar yaratmaya devam ettik. Nihayet bent dayanamayıp uçtu. ‘Sular yükselince balıklar karıncaları, sular çekilince de karıncalar balıkları yermiş’ örneği; sular çekildi biz açıkta kaldık balıklar gibi savunmasız. Zorunlu olarak giysilerimizi alıp hepimiz karşı kıyıya çıktık.
Suda çok beklemekten el ve ayak derilerimiz beyazlaşıp, buruşmuşlar. Giysilerimizi sıkıp çalıların üzerine serdik. Kendimizi de güneşli bir bölgeye serdik. Hepimizin pipileri de ellerimiz gibi buruş buruş olmuş, soğuktan morarmış; içine çekilip tek delikli, mor birer gömlek düğmesine dönmüş. Güneşte ısındıkça, ellerimiz, ayaklarımız ve pipilerimiz yavaş yavaş normale döndüler. Giysilerimiz de ala ıslak hale gelince giyip ikindiye doğru evlerimize doğru yola çıktık. (Devam edecek)