Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; RAGIP-2

04.06.2023

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;

Köyün içinden eve doğru yürürken yolumun üstündeki Süleymanların damından müzik sesi duydum. Geriye çekilip baktığımda bir grup gencin damda pikap çalıp müzik dinlediklerini gördüm. Damın etrafını dolanarak engin bir yerinden; üzeri küçük mavi çiçekler açmış otlarla dolu dama çıkmayı başardım. Çok açılmış müzik sesi arasında sessizce yanlarına oturdum. Süleyman’ın küçüğü olan Ragıp saçlarımı okşadı. Bu, “ hoş geldin” anlamına geliyordu. Çocukluk güzel şey; sen Süleyman’ın bendine gir, yık; onu adamakıllı kızdır, sonra da evlerinin damına çık otur. “Beni yakalar, döver’ diye düşüneme. Plak bitince arkadaşları ile konuşmaya başladı Ragıp;

“Ya Arif işte böyle… Askere gittim. Orada ölümcül bir hastalığım olduğunu keşfettiler. Aylarca tedavi gördüm hastanede. İyileşemeyince de;

Üç aylık ömrün kaldı. Git memleketine ailenle son günlerini geçir’ diye terhis ettiler beni.” dedi. Duyduklarımla hayretler içinde kaldım. “Üç aylık ömrün kaldı. Git son günlerini ailenle geçir!” bu nasıl bir laf? Ya, Ragıp sen böyle korkunç bir şeyi, “Yarın ilçeye alış verişe gitmem lazım” rahatlığı ile nasıl söyleyebiliyorsun?

Arkadaşları gibi ben de artık Ragıp’a acıyarak bakmaya başladım. Biraz sonra Süleyman elinde tepsi ile yanımıza geldi. Ben, onu görünce yaptığımın büyük bir hata olduğunu anladım ama yerimden de kıpırdamadım. Ragıp ölüyordu ve ben Süleyman’dan yiyeceğim iki tokadı mı düşünecektim? Yine de köşeye sıkışmış, pençelerini çıkarmış, dişlerini gösteren kedi moduna geçtim. Süleyman tepsiyi yere serilmiş sofra bezine bıraktı. Bana döndü:

Lan Ahmet, bin bir emekle yaptığım bendi yık. Sonra da gel bizim damda otur. Bu ne cesaret! Cesur musun, yoksa beni mi adam yerine koymuyorsun?” deyince ben de içimden;

Ne cesurluğu lan? Unuttum gitti bendi!” diye geçirdim. O sıra Ragıp,

“ Abi elleme çocuğu!” deyince Süleyman da Ragıp’ın beni karşıladığı gibi kahkahalarla saçlarımı okşadı. Böylece artık Süleyman’dan yılın yılın kaçmama gerek kalmadı.

Ragıp’ın arkadaşları gelen çökelek ekmeklerini çay eşliğinde yemeye başladılar. Ragıp ağabey bana da bir çay verdi “ Hadi sen de ye koçum!” dedi. Ben çayı aldım ama duyduğum şeyler -çok aç olmama rağmen- bende iştah bırakmamıştı.

Pikaba bir plak koydu ve iğneyi plağın dışındaki boş bölüme bıraktı. Plaktan ses yerine bir süre hışırtılar geldi ve şarkı başladı. Orhan Gencebay’ın yeni çıkan plağından “ Batsın Bu Dünya!” çalmaya başladı. Ragıp, çayından yudum alırken sigarasından derin bir nefes çekip, uzaktaki tepelerde bir şey görmüş gibi bakıyordu. Sonra “ Bir Teselli Ver” çalındı plaktan. Sesi sonuna kadar açılmış plağı dinleyen herkes Ragıp’ın haline arabesk müzik eşliğinde üzülüyordu. O damın üzerinden müzik sesi yerine herkese bulaşan bir dram akıyordu. Ben üç ay sonrayı düşünüyordum sıcak çayımı içerken;

Şimdi Ağustos demek ki Ragıp Kasım ayında ölecek!’

Anne tarafından uzak akrabam olan, günden güne zayıflayan Ragıp’ı zaman zaman ziyaret ettim. En son Kasım ayında yatağa düşmüş, yemeğini ve ilaçlarını yardımla alacak hale gelmişti. Doktorların dediği gibi karlı bir kasım gününde Ragıp öldü! Cenaze törenine tüm köy halklı gibi ben de katıldım. Cenazesi iskelet haline gelmişti. Ragıp’ı toprağa verdikten sonra altmış yaşıma kadar Ragıp hiç aklıma gelmedi.

İnsan yaşamı ne kadar garip değil mi Ragıp’ım? Sen altmışlı yıllarda gencecik yaşında ölüyorsun. Aradan elli yıl geçiyor. Biri senin hiç göremediğin, duymadığın bilgisayar denilen bir aletin klavyesini alıyor önüne ve başlıyor seni yazmaya. Sen toprak oldun çoktan ama sana mektup yazıyor biri. Uludağ’ın eteklerindeki evinin penceresinden lapa lapa kar yağarken biri seni düşünüyor, “Hey gidi günler hey!” diye iç geçirerek.  Esmer yakışıklısı yüzünü, kara gözlerini, kalın kaşlarını, uzun ince vücudunu, güzel ve hüzünlü gülüşünü anımsıyor.

Dünya dediğimiz yer ne acayip bir yer değil mi Ragıp?  (‘Çıtalı Uçurtma’ adlı kitabımdan)

ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>