Ahmet Koçak yazdı; ŞEYİN DEDİĞİ GİBİ…
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde;
27 Mayıs 1960 askeri darbesinin etkilerini bir yaşında hisseden, 12 Mart 1971 Muhtırasında olan bitenleri on iki yaşında radyodan dinleyen, 12 Eylül 1980 darbesinin yıkıcı etkilerini yaşayan, 28 Şubat 1997 Muhtırasında olan biteni otuz sekiz yaşında gözlemleyen, 15 Temmuz 2016 kalkışmasını elli üç yaşında televizyondan naklen izleyen bir vatandaşım.
Bir kadın kahramanım vardır. Baskı altında büyütülmüştür. Ailesinin uyguladığı baskıyı kocası devralmış; o hep baskı altında yaşamıştır. Konuşmaya başlarken; “şeyin dediği gibi…” der ve adından kendi görüş ve fikirlerini söyler. Ben ve benim kuşağımın yaşamı askeri darbelerle geçmiştir. Öğrencilik, askerlik, memurluk yaşamlarında benzer baskılarla karşılaştıkları için söze ve yazıya o kadın kahraman gibi başlarlar. Şeyin dediği gibi…
Düğün hediyesi olarak gelen O Nacar duvar saatim kırk yıldır; her taşındığım evin salonunda televizyonun üzerinde asılı durdu, duruyor. Kırk yıldır televizyon izleyip beni dinleyince bilge bir saate dönüşüp dile geldi. Meğer kırk yıldır; gördüğü duyduğu her şeyi dakikası dakikasına kaydetmiş. Ne de olsa dakik adam. “Merhaba” dedim dile geldi. Tüm anlattıklarını yazsam roman olur. En güzeli özetleyip yazmaktır. Şey, yani duvar saati dedi ki:
“ Nereden başlayacağımı bilemiyorum Ahmet Bey Hazretleri? Gençlik yıllarında izledim diye anlattığın Uzay 1999 dizi filminden başlamayı uygun buldum. Sen o yıl on yedisindeydin de yıldızlar arası yolculuk yapan, kulağı acayip Mr. Spak’a bakarak; “1999 yılına daha 23 yıl var. Ben o zaman kırk yaşında olacağım. Kim bilir ben de o yıllarda yıldızlar arası yolculuk yaparım.” diye hayal etmiştin. Hayalinde haklıydın; uzaya; 1961 yılında Rus kozmonot Yuri Gagarin, 1969 yılında aya ilk ayak basan ABD’li astronot Nil Amstrong olunca sen de gaza gelip uzaya yolculuk yapacağını hayal etmiştin de altmış yaşına geldiğin halde gidememiş, avucunu yalamıştın. İnsanoğlu o yıllardan sonra pek ileri gidemedi, yerinde saydı, saymaya da devam edecek gibi gözüküyor.”
“Daha geçen gün bir astronotumuz uzaya çıktı duymadın mı?”
“Duydum. Bu senin hayallerinin çok gerisinde bir gelişmedir.”
Haberlerin “Cumhurbaşkanı Sayın Kenan Evren… “ diye başladığı; “asmayıp da besleyelim mi?” dediği günlerden başla istersen.”
“Yok. O kadar eskilerden başlamayayım. Uzun olur.”
“Peki. Sen bilirsin. Nereden istersen oradan başla.”
“Bilim teknoloji akıl almaz hızda gelişiyor, yüksek binalar yaptık, elektronik aletler icat ettik, biz şöyleyiz, biz böyleyiz…” diye övünen insanoğlunun bir “Korona”lık canı varmış. Evlerde hapis oldular da, bilim insanlarından çare beklediler. Hem yaptıkları çok katlı binaların da bir depremlik canı varmış.
Zaten insanlığın geri durumda olduğu; yapılan saçma sapan savaşlardan, silahlara verdiği paralardan bellidir. İnsanlara bir kuru ekmek, bir bardak temiz su bile veremeyecek kadar geri kaldınız? Sorarım sana, milyarlarca insan açlıkla ömrünü geçirirken, sahillere yavrularının küçük bedenleri vururken, Afrika’da açlıktan ölmek üzere bir çocuğun ölümünü bekleyip yemek için gagasını bileyen akbabanın resmini bilmem kaç mega piksellik kameradan resmini çekmekten, bir kuru dua etmekten başka ne geliyor elinizden? Bu mu gelişmişlik? Bu mu senin uzay çağın? Zamanı çağlara ayırıp fiyakalı isimler vermeye de bayılırsınız ayrıca!
Yıllardır televizyondan haberleri dinledin, kanepeye uzanıp kitaplar okudun. Ben hem radyolarını, hem televizyonlarını dinledim. Senin soğuk esprilerine güldüm ya yıllardır; hepsi hatır içindi, sen üzülme diyeydi. Bunu sana söylemeyi yıllarca bekledim. Ayrıca, kitap okurken film izlerken yüzünün aldığı ifadeleri görerek onlardan anlamlar çıkarıp belleğime kaydettim. Hep dersin ya: “Uzun yılların birikimi ile bardak doldu taşmaya başladı. İşte benim yazdıklarım bardaktan taşanlardır.” İnsanoğlusun işte! Hep kendinizi övmeye bayılırsınız. Benim de bardağım doldu taşıyor. Ben de içimde birikip bana ağırlık veren fazlalıklardan anlatarak kurtulmak istiyordum. Evde durmadın, beni bir kez dinlemedin. Hep bu anı bekledim yıllarca. Ekonomik kriz seni eve hapsedince “merhaba” dedin.”
“Bir ara çenesini kapattığını(12’nin üzerine akreple yelkovanı üst üste geldiğini) görünce fırsattan istifade;
“ Güzel saatim, 0 Nacar’ım, canımsın; öğle oldu, karnım acıktı. Benim pille çalışan bir motorum yok. Yemek yemeden, uyumadan çalışamam. Senin gibi; pili, çarkı, pandülü kurular beni anlamaz. İzin versen de yemeğimi yiyip, uykumu uyuyup gelsem. Tabi; pilin dolu, enerjin yerinde aylarca, yıllarca konuşabilirsin. Hem öyle şeyler anlattın, beni öyle küçük gördün ki, dünyanın bu halde olmasının tüm suçlusu benmişim gibi mahcup ettin . Yoksa “gelinim sana diyorum, kızım sen işit.” diyerek sözlerin tüm insanlığa mıydı? Bilemedim de, bende iştah miştah bırakmadın. Yüksek müsaadenle ben yemeğe gidiyorum.” dedim ve yanından ayrıldım. Arkamdan;
“Dur hele. Birkaç cümlem daha var.” diyerek akrep ve yelkovanını uzattı. Beni tutmasına izin vermeden kendimi mutfağa attım. Yemekten sonra şekerleme yapıp salona geçtim;
“Günümüzden bahset biraz da saat hazretleri.” dedim.
“Olur bahsedeyim. Kiminiz tok kiminiz aç, kiminiz bilgili kiminiz cahilsiniz. Bilimin dışına çıkıp hurafelere daldınız. Okullarda imam ve şeyhler ders vermeye başlarsa daha da geriye gideceksiniz. Binalara, taşıtlara maşallah, Allah korusun yazarak kurtulacağınızı sandınız. Depreme dayanıklı binalar yapamıyorsunuz. Trafik kurallarına uymuyorsunuz. Maden işletirken yığılan zehirli toprağın kayıp; toprağı, suyu, havayı kirleteceğini bilmiyorsunuz. Geçen Şubatta olan depremde on binlerce insan hayatını kaybetti, yüz binlercesi yaralandı. Toprak kayması sonucu dokuz insan toprağa canlı canlı gömüldü…” Akrep ve yelkovan altı rakamının üzerine gelip çenesi kapanınca:
“Ben hep bilimden yana oldum. Benim ne suçum var?” diyebildim.
“Sen de suçlusun. Neden gerçekleri yazmıyorsun?”
“Yazıyorum ya işte.”
“Şeyin dediği gibi yapıp benim düşüncelerimi yazıyorsun. Kendi düşüncelerini yazsana.” deyince çok canım sıkıldı. Gerçekler acı verdi. kalkıp pilini çıkardım. Sessizliğe büründü.
78 Kuşağı’yım. Her şeyi bilirim. Yazılarımda çeşitli nesneleri konuştururum. Şeyin dediği gibi… Diyerekten.
ahmet.kocak16@hotmail.com