Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; SİNEMADA YAKALANDIM

16.03.2025

Tertiplerim, Tek Mehmet’in, Murtaza emminin çeyrek ekmek arası çamanı (çemen) ile büyüyenlerim. Yufka ekmek içine somun ekmek dürüp yiyenlerim. Gelecek yıl da giysin diye pazardan alınan bol takım elbise içinde kaybolanlarım. Elbisesine uymayan, bulduğu kravatı takanlarım. Siyah renkli subay şapkası gibi şapkasıyla çarşıda hocalarını askerce selamlayanlarım. Şapkasının sarı şeridiyle, metal ay yıldızına gözü gibi bakanlarım. “Kahvede çay içtim, televizyon izledim.” diye hava atanlarım. Güzün bahçeliklerde çemen yanına üzüm katarak mönülerini zenginleştirenlerim. Pazar pazarında, mal pazarında su satanlarım. El arabası ile evlere sebze taşıyıp harçlık çıkaranlarım…

Yozgat’ın ilçesi Sarıkaya Lisesi’nin ilk ve sonraki dönem mezunları hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum. Türkiye’nin ve Sarıkaya’nın yokluk, yoksulluk yıllarıydı o yıllar. 1970 yılında ortaokula dört sınıf olarak başladık. Yaklaşık yüz elli öğrenciydik. Biz ortaokulu bitirdiğimiz yıl ilçemize lise açıldı. Ortaokuldan sonra liseye devam etme olanağı olmayanlarımız da lise okuma şansı elde ettiler. Köprünün karşısında, söğütlerin altındaki Tek katlı, üzeri toprakla kaplı, söğüt ağaçlarının gölgesindeki dükkan bizim uğrak yerimizdi. Çeyrek ekmek çemen 25 kuruştu. Parası olanlar, o tadına doyamadığımız çemen ekmekten her teneffüste alır, yerdi. Daha fazla parası olanlarsa; tahin pekmez, tahin reçel yer, şehriye çorbası içerdi. Benim de şahsen (övünmek gibi olmasın.)  şehriye çorbası ve tahin reçelden bir kaç kez yemişliğim vardır.

Büyüyünce öğrendim ki; meğer çemen ne kadar kötü kokar, kokusu da on beş gün gitmezmiş! Tuvaletler bile çemen kokarmış. Batıdan gelen hocalarımız meğer ne çok koku zulmüne maruz kalmışlar. Biz kokunun farkında değildik lise bitene kadar. Çünkü herkes yiyordu.

Bizim kuşak yeni hamamlar yapılana kadar atıl durumda bırakılan, tahta soyunma odalı, üstü açık eski hamamlarda bedava yıkanmanın ayrıcalığını yaşadı. Ertesi yıl yeni hamamlar yapılıp paralı olunca (bizde de para olmayınca) artık geceleri ‘Uyuz Hamamı’ dediğimiz gölette banyo gereksinimimizi karşılar olmuştuk. Belgeselde gördüğüm(Japonya’da) karla kaplı açık alandaki sıcak suyun içinde soğuktan korunan maymunlar gibi biz de geceleri Uyuz Hamamı’na, karda kışta girerdik. Uyuz Hamamı’nda gündüzleri kadınlar tokaçlarla çamaşır yıkarlar, geceleri ailesinden uzakta talebelik hayatı yaşayan bizler banyomuzu yapardık. Kışın etraf karlarla kaplı, hava sert, ayazlı iken bile sıcak suya girerdik. Soyunurken it gibi titrer, suya girince gayet güzel ısınır, giyinirken karlar üzerine çıkardığımız elbiselerimizi aceleyle giyerken yine aynı şekilde tir tir titrerdik.

On metrekarelik göl, otuz santim derinliğe sahipti. Sırt üstü yattığımızda vücudumuzun bir kısmı ayazda kalır, biz de arada bir elimizle sıcak su atarak o bölgeyi ısıtırdık. İyi ki hastalanıp ölmedik. Zira o yıllarda ilçede doktor yoktu. Sonradan Hüseyin adlı bir doktor,  doktorluğunu Baran Caddesi’nde bir göz odada icra etmeye başlamıştı.

Zaten hepimiz kıran artığı, acı patlıcanı kırağı çalmaz misali çocuklardık. Orta birdeyken gece mütalaası diye gece okula giderdik de; karanlıktan yararlanıp, hocalar görmeden nice yaramazlıklar yapardık. Sınıfa girdiğimizde kitapları açıp okuyormuş gibi yapar, teneffüse çıkıp karanlıkta oyun oynamayı dört gözle beklerdik. Mütalaada yaramazlık yaparken yakalanan bir arkadaşımızı öğretmenimiz omuzlarından ileri geri sarsarken ceketini omuzdan yırttığına şahit olmuştuk, kıs kıs gülerek. “Fakiri dövme elbisesini yırt, daha çok acı çeker” derler. O arkadaşı bırakın biz bile hâlâ unutamadık o elim olayı. Zaten kimsenin ikinci bir ceketi yoktu. Yokluk yoksulluk vardı ama ilçede yazlık ve kışlık iki adet sinemamız vardı. En sevdiğimiz şey sinemada film izlemekti. O günlerin meşhur kadın ve erkek sinema oyuncularının adlarını ezbere bilirdik. Yazılıda onların adları ve filmleri sorulsaydı herkes on alırdı.

Çok sevmemize rağmen sinemaya gitmemiz yasaktı ve yakalananlar şiddetli cezalara çarptırılırdı. Yasağa rağbet çok olurmuş biz de kaçak sinemaya giderdik. Yazlık sinemayı söğütlerin üzerine çıkarak beleşten izlemeye çalışırdık. Filmin heyecanına kapılıp ağaçtan çok düşenler olurdu. Yazlık sinemanın tabanı çimlerle kaplıydı ve ay çekirdeği kabuklarından çimler gözükmez olurdu. O yıllarda okula gidenlerden haysiyet divanı başkanı adında bir öğrenci seçilirdi. Onun görevi sinemaya gitmek ve sinemaya giden çocukları yazıp idareye vermekti. Ne zevkli bir görev! Onlara sinemada yakalanmayan yoktu. Biri de bendim. Zevkle sigara dumanı içinde kalmış kışlık sinemada film izlerken baktım haysiyet divanı başkanı arkamda. Arkamda sert okul müdürümüz olsa bu kadar korkmazdım. Film izleme o andan sonra eziyete dönüştü benim için. Bir yandan da ‘ben nasıl olsa küçük sınıftayım, silik de birisiyim beni tanımaz’ diye kendimi teselli edip filmden zevk almaya bakmıştım..

Ertesi gün akşam dağılırken toplandığımız lise merdivenlerinden o sert müdür göründü. Sesler şak diye kesildi. Çatılardan damlayan damlaların sesi kaldı. Çıt çıkmıyor. Müdür, sinemaya gidenlerin listesini okudu. Eyvah ben de varım! Yirmiye yakın öğrenci çıktık karşıya. Müdür:

Bu karşıda gördüğünüz vatan hainleri! Ders çalışmak yerine sinemaya gitmişler. Bunlardan vatana millete bir hayır gelmez. Bunlar ibreti âlem için disipline verilerek en ağır cezaya çarptırılacaklardır!” dedi. Bizim başlar öne eğilmiş, askerin, polisin yakaladığı teröristler gibi utanç içindeyiz. Bir tek önümüzde mermilerle yazılmış TC yazısı ve yakalanan tabanca ve tüfekler eksik. Disiplinden gelecek en ağır cezaya razıyız da müdürün o acımasız dayağı asıl bizi düşündüren. Okul dağıldı. Biz yerimizde kaldık. Biraz sonra yiyeceğim feci dayağı düşünürken yanıma yaklaşıp, “babayı yedin Ahmet!” diyen arkadaşların arasına karıştım, gittim. Katillerin cinayet mahallini terk edememesi gibi ben de gidemedim. Yarım metrelik taş duvarın arkasına saklandım. Duvarın arkasına sinerek izledim.

Sinemada yakalanan yirmi arkadaşa dışarıda öyle bir dayak attı ki sormayın. Vurduğunu yere yıkıyor, tekmeliyor, yumrukluyor… İzlemesi bile beni mahvetti. Daha fazla izleyemedim. Oradan uzaklaştım. Kaçışım fark edilmedi, fena bir dayak yemekten kurtulmuştum. Aklıma geldikçe hâlâ sevinirim.

Öğretmenler odasında sık sık bu anımı anlatırdım. Yaştım olan çok öğretmen arkadaş da benzer şeyleri yaşadıklarını söylerlerdi.

Acı tatlı anılar hepimizin kişiliğinde olumlu olumsuz etkiler bırakarak belleklerimizde yerlerini aldılar. Aradan elli yıl geçse bile özlemle anılan tatlı anılara dönüştüler. Bizden sonra öğrenim gören, yaşayan gençlerin de benzer anıları yaşadıkları, yaşayacakları ortadadır. Dileğim, hoş anılar yaşamalarıdır.

ahmet.kocak16@hotmail.com.

YORUMLAR

Δ

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>