Ahmet Koçak yazdı; SUBARU SEVGİM NASIL GELİŞTİ?
Köşe yazarımız Ahmet koçak makalesinde;
Emekli aylığımdan bir kenara attığım birikimlerim geçen yıl seksen bin lira oldu. Araba alıp ayağımı yerden kesmek istedim. Araba fiyatları bir yılda iki katına çıktı. Araba pazarına gittim. O kadarcık para ile eski Şahin, Doğan alabiliyordum. Dolaşırken yeni boyanmış mavi renkli, motor kaputunda büyükçe iki hava deliği olan, bagaj kapağında uçak görünümü veren iri kanatları, gümüş renkli geniş çelik jantları olan bir binek Subaru gördüm. Etrafında birkaç tur attım. Uzaklaşıp uzaktan tekrar tekrar baktım. Seksen sekiz model, modifiyeli Şahin, Doğan alacağıma çekik gözlülerin yaptığı doksan yedi model bu arabayı alayım, dedim. Pazarlıkla yetmiş beş bine indirdim. Yirmi beş yaşında, defalarca boyanmış arabayı ekspertize götürüp para vermeye gerek görmedim, “o parayla benzin alırım” dedim.
Uzun yıllar sonra evimin önü bir araba gördü. Arkasındaki kanatları (spoiler) çok abartmışlar, tavan seviyesine kadar yükseltmişlerdi. İki bin motoru vardı ve gazla da çalışıyordu. Gaz doldurup şehir turuna çıktım. Herkes, özellikle gençler dönüp dönüp bakıyorlardı. Bu bakışlar; “ne güzel araba” diye mi yoksa “ne kötü araba” diye miydi anlayamıyordum.
Bir kahvenin önünde durup çay içmek istedim. Arkamdan bakan gençlerden bir grup arabamın etrafın sardı. Çevresinde döne döne bakıyorlar. “Ne oldu gençler, neden bakıyorsunuz?” diye sordum. İçlerinden biri:
“Ne güzel araba bu abi. Kim bilir kaçla gidiyorsundur. Uçak gibi!” dedi. Diğerleri de arabama iltifatlar yağdırınca arkamdan bakanların ne niyetle baktıklarını anladım. İyi ki Şahin, Doğan almamışım.
Bindim son gaz vererek motoru bağırttım. Yer gök inledi. Hayran bakışlar arasında bastım gaza. İlk kez zevk almaya başladım. Otobana çıkıp sınamak istedim; gaz pedalının ucunda bir dev varmış gibi hissettim. Uçuyordu adeta. Arabayı o gün sevmeye başladım.
İnternetten araştırma yaptım. Japonların en zenginleri hep Subaru’ya binerlermiş. Toyota, Honda falan orta gelirlilerin bindikleri arabalarmış. Bu bilgi de güzel oldu; kendimi zengin gibi de hissetmeye başladım.
Eski arabalarıma göre daha sık polis çevirmesiyle karşılaştım. Her şeyim tamam, hız da yapmıyordum ama her çevirme yerinde polis benim arabayı sağa yanaştırıp ehliyet ruhsat sorar oldu. Bu durumdan rahatsız olmaya başladım. Çevirmelere mi rastlıyordum yoksa arabam çevirmelerin olduğu bölgeleri mi kendine çekiyordu anlayamadım.
Duruyor, ehliyet ruhsatı uzatıyorum; bir arabaya bir bana bakıyorlar, yüzlerindeki şaşkınlık ifadesi gözümden kaçmıyordu. Onlar araba sahibini; deri montlu, kolunda dövmeleri olan, haki renkli yandan cepli pantolonlu, altın kolyeli, bileğinde deri bileklikli bir genç beklerken; arabadan soluk takım elbise içinde, gömleğinin ilk düğmesi de iliklenmiş, gömlek yakaları ileri doğru kıvrılmış yaşlı biri çıkınca şaşkınlık yaşıyor, bir süre sonra beni bırakıyor ve arkamdan bakıyorlardı. Ama her seferinde arkamdan bakıyorlardı.
Evin önünde arabam park halindeyken bir Toyota Corolla gelip arabama çarpmasın mı? Kan çekmiş olmalı. Hemen dışarı fırladım; “Ne yaptın?” dedim. “Abi senin arabaya ağzım ayrık bakarken oldu” dedi. Adam arabama bakarken çarpmış. “Benim sigortam karşılar” dedi. Şaka olsun diye: “Arabamın orijinalliği kayboldu. Ayrıca hasar kaydı da sistemde gözükecek” dedim. “Kaç model ki?” diye sordu. “1997 model” dedim. “Yapma be abi bu çok kaza yapmıştır. Orijinallik falan kalmamıştır.” dedi. Şaka yaptığımı söyledim.
Her tamirci yapamazmış. Subaru servisine götürecekmişim. Burada bir tane olan servise götürdüm. Adam arka tamponu değiştirdi. Ezilen metal yerleri çekiçleyip aynı renge boyadı.
Altı ay geçmedi fiyatı iki katına çıktı. Araba pazarına götürdüm. Biri de yanıma 2016 model Renault Megan park etti. Onun arabasının yüzüne bakan yoktu. Benim arabanın etrafı doldu. Yüz kırk yazmıştım. Öğleye kalmadan yüz otuz beş bin liraya sattım. Megan satılmadı.
Yine arabasız kaldım. İnternetten araba araştırdım. Gözüm hep Subarularda. Bu sefer yüz elli bin liraya steyşın, otomatik vites bir Subaru buldum hem de tam doksan dokuz model. İri bir arabaydı. Gıcır gıcır yeşil renge boyanmıştı. Sahibini aradım. Telefonla anlaştık. Arabayı ertesi gün satın aldım. Böylece iki model gençleştirmiş, hem de büyütmüş oldum.
Bende bir Subaru tutkusu başlamıştı. Artık Subaru dışındaki arabalar araba değildi benim için. Bunun da iki bin motoru vardı. Kasası ağır olduğu için bu pahalılıkta çok benzin yakıyordu. Oncağız kusur kadı kızında da olur. Dayanacağım artık.
İlk hevesle bindim şehir turu atarken yine polis çevirdi. Bir kadın bir erkek polis başladılar arabanın etrafında dolanmaya. Erkek olan: “Çok temiz görünüyor.” dedi. Kadın polis: “Modeline göre hiç yıpranmamış. Harika bir arabaymış!” dedi. Elimde kontrol edilmiş ehliyet ruhsat ben onları, onlar arabamı izliyorlar. Bütün polisler sıraya dizildi bakıyorlar. Biri: “Sen şimdi ne yap biliyor musun? Arabaya bin ve son gaza basarak git. Ama son gaz unutma!” dedi.
“Ben hız yapmam memur bey. Beni sınıyorsunuz herhalde.” dedim.
“Hayır sınamıyorum. Gerçekten bin ve son gazla git. Dediğimi yapmazsan ceza yazarım bak!” dedi. Emir büyük yerdendi ve dediklerini yaptım. Gaza yüklendim tekerlekler patinaj yaptı ve uçak gibi yanlarından uzaklaştım. Dikiz aynasından geriye baktığımda bütün polisler bana bakıyor, el sallıyorlardı.
Bu olaydan sonra beni sık sık neden çevirdiklerini anladım. Subaru’ya ilgim daha da arttı. Ben artık Subaru’dan başka bir arabaya binemem.
ahmet.kocak@hotmail.com