Ahmet Koçak yazdı; SÜPÜRGECİ ALİ -2
Köşe yazarımız Ahmet Koçak yazısında; “Okul bahçesinin dört bir yanı çatıdan atılan kiremit kırıkları ile doldu, savaş alanına döndü. Belediyenin ilgili birimini arayıp kiremitleri almalarını söyledim. Ertesi gün beş kişilik çöpçü ekibi geldi çalışmaya başladılar. Önce bir araya toplayıp, sonra kamyona yükleyip götüreceklerdi. Hademe bizim için çay koyarken; çok demlemesini, işçilere de çay vermesini söyledim. Benim çayımı getirdiğinde;
”işçilere de götür” dedim. Bir süre sonra hizmetli dolu bardaklarla geri döndü.
“ Ne oldu adamlara çay vermedin mi?” dedim. Hizmetli:
“İçmek istemediler hocam. Geri getirdim” dedi. Hemen işçilerin yanına gidip, neden içmediklerini sordum. En yaşlıları küreğine dayanarak:
“Hocam biz çalışırken çay içemeyiz, yemek yemeyiz yasaktır. Belediye başkanının kesin emri.” dedi. “Tamam da on dakika dinlenmeden ne olacak? Geri getirteyim de için çaylarınız. Hem başkan sizi nereden görecek?” dedim. Yine yaşlı olanı:
“O hep gezer hocam. Bizi çay içerken görürse döver. Geçenlerde bizi çay içerken yakaladı bir araba dayak attı hepimize!” Çok şaşırdım bu yanıta. Bunlar işçi de olsa döverek ceza mı olur? Bir kusuru varsa soruşturma açar cezasını verirsin. Dayak atmak da nedir?
“Nasıl yani? Başkan sizin bir kusurunuzu görünce dövüyor mu?”
“Vallahi dövüyor hepimizi. İstersen arkadaşlara sor (o tarihlerde Ömer Arpacıoğlu adında öğretmen bir başkan görevdeydi). Adam öğretmen ya, eli alışmış. Kimin bir kusuru olsa basıyor tokadı.”
“Peki diğer memur ve işçilere de mi aynı şeyi yapıyor?”
“ O, herkesi döver. Zaten tüm çalışanlar alıştı. Öyle soruşturma moruşturmayla uğraşmaz, cezamızı hemen keser! ”
“Peki, başkan sizi dövse mi daha iyi yoksa soruşturma açıp maaşınızdan kesinti yapsa mı daha iyi?”
“Dövse daha iyidir. Şamar dediğin nedir ki on dakika sonra acısı geçer gider. Para öyle mi? Paranın acısı hiç geçmez!”
İçimden; “alan razı, satan razı” diye geçirdim. Adamlar çay içmeden öğleye kadar işlerini bitirip, gittiler. Başkan elemanları verimli çalıştırmanın yolunu bulmuş. Biz de, çalışmayan öğretmenleri, hizmetlileri odaya çekip dövsek mi?
Adamların anlattığının aslı varsa kanun nizam yok demek ki memlekette…
Boğazlıyan’da da duymuştum benzer bir olayı. Komşum bir çöpçü anlatmıştı:
“Başkan bir akşam mesai çıkışı tüm çöpçüleri ve başımızdaki görevliyi sıraya dizdi, hepimizi tekme, tokat dövdü.” demişti. İkinci verimli çalışma uzmanına da Boğazlıyan’da rastlamıştım. Urfalının biri, “Olur mu öyle şey? Kanun var, nizam var.” diyen il valisine:
“Amaaan vali beg! Kanun dediğin nedir ki, Ankara’dan çıkıyir, Urfa’ya gelene kadar yolda kaboliyır!” Yoksa Urfalının dediği doğru mu? Kanunlar yasalar yolda kayıp oluyor; kimine uygulanıyor, kimine uygulanmıyor mu?
Çöpçü Ali’yi sokakta görmeye devam ediyorum. Ali, iki buçuk milyonluk şehirde yapa yalnız yaşıyor. Onu adamdan sayıp bir çift laf söyleyen yok. Garibim yalnızlıktan bıkmış olmalı ki, türkü söyleyerek çalışmaya başladı. Sonraki günlerde boynuna küçük bir radyo astı türkü dinleyerek çalışmaya devam etti. Bir gün baktım hem kendi, hem radyo birlikte türkü söylemeye başladılar. Önceleri radyo da, kendi sesi de kısık ve mahcuptular. Günbegün sesi açtı; radyo da kendi de bağırarak söylemeye başladı.
Ali’nin zor yaşam koşullarında keçileri kaçırmaya başladığını anladım. Düşünsenize; sokağınızda saat sabahın sekizinde bir adam avazı çıktığı kadar bağırarak türkü söylüyor, üstüne üstlük radyonun da sesi sonuna kadar açık!
Ali bizim sokağa gelmez oldu. Baktım başka bir çöpçü görevlendirmişler. Ona sordum:
“Bu sokakta çalışan Ali vardı. O nerede?”
“Ali’yi şikâyet etmişler. Onu başka bir sokağa, beni de onun yerine verdiler. Bizim çavuş, “ Ali kafayı yedi!” diyor. Şimdi ne haldedir bilemem beyim.” dedi. Ali’nin yerine gelen, yeni kafayı yiyecek çöpçüye acıyarak bakıp, yoluma devam ettim.
Hükümetler de vur deyince öldürür; adamlara önce üç öğretmen maaşı ver, sonrada taşerona havale et, öğretmen maaşının üçte birine çalıştır! Yok mu bu işin bir ortası?
ahmet.kocak16@hotmail.com