Haberde Bursa

Ahmet Koçak yazdı; SUZAN SUZİ-1

06.04.2025

Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde; “Geçen akşam köpeğim Kraker eve gelmedi. Sokaklarda onu aramaya çıktım. Önümden yaşlı bir adam ayaklarını sürüyerek, yavaş adımlarla yürüyordu. Terk edilmiş, kapısı penceresi hurdacılar tarafından yağmalanmış tek katlı evin merdivenlerinden aşağı indiğini gördüm. Köpeği buldum. Eve birlikte şakalaşarak geldik. Yaşlı adam ilgimi çekti. Yaşadığı eve bir bahane ile gitmeliydim.
Evde hazır olan kuru fasulye ile pilavı plastik tabaklara koydum adamın kaldığı eve götürdüm. İçeri girdiğimde sokak lambasından vuran ışıkla aydınlanan bir odanın pencere önüne oturmuş olduğunu gördüm. Yerde yatak boyutlarında karton ve üzerinde sabah kalktığı gibi bıraktığı kirli battaniyeden başka bir eşya yoktu.
“İyi akşamlar. Sana sıcak yemek getirmiştim. Nereye koymamı istesin?”
“Yere koy.” dedikten sonra dışarı bakmaya devam etti. Adamın ilgisiz tavrı dikkatimi çekti.
“Nasılsın? Bir şeye ihtiyacın var mı?”
“Halimi görmüyor musun da bir şeye ihtiyacın var mı diye soruyorsun. Senin gibileri iyi bilirim iki kap yemek getirerek cennete girmeyi garantilediğini sanırsınız.”
Bu nasıl laf? Adam teşekkür etmediği gibi bir de neler diyor? Hem kel, hem fodul adam daha da ilgimi çekti.
“Öyle bir niyetim yoktu. Seninle tanışmak için yemeği bahane ettim.”
“Ha! İyi bari. Açık sözlüyüz de! Cennete gitmek için beni basamak olarak kullandığını düşünmüştüm.” dedi yine arkasını döndü. Son sözü bu oldu. Huzursuz sessizlik başlayınca hemen tüyme huyum devreye girer. İyi akşamları girerken dediğimden sermeye tükenmişti. Bir şey demeden eve döndüm. Adam resmen bana tepeden bakıyordu.
Ertesi akşam elim boş olarak terkedilmiş binaya gittim ki; onu basamak olarak kullanarak cennete aday biriymişim gibi görmesin beni, diye. Bu kez battaniyeye sarılmış yatar halde buldum. Uyuyup uymadığını anlamak için eğilip yüzüne baktım. Sinirli bakan iki göz gördüm.
“Yemek yok mu?” dedi burnunu uzun uzun iki kere çekti.
“Yemek yok. Hadi kalk da biraz sohbet edelim.”
“Yattığım yeden de konuşabilirim. Hem aç ayı oynamaz. Senin için zaten zor ısıttığım yataktan kalkamam.”
“Benim için sakıncası yok. Dün açık sözlü olduğumu söylemiştin. Tencere yuvarlanıp kapağını bulmuş.”
“Bana öyle uzun şeyler söyleme. Kafamı yorma. Kısa kısa ne soracaksan sor, git.”
“İnsan konuğuna böyle mi davranır?”
“Vay! Efendim hoş geldiniz. Kahveniz nasıl olsun?”
“Sen hep böyle kaba mıydın, yoksa sonradan mı böyle oldun?”
“Eli boş geleni böyle karşılarlar bizim orada.”
“Sizin ora nereymiş?”
“Köprü altı.”
“Yemek getirdim cennete gitmek için rüşvet verdiğimi söyledin. Ben de getirmedim.”
“Dün akşam karnım toktu. Bu akşam aç yattım.”
“Sana para versem gidip lokantadan canının istediğini yesen daha iyi olmaz mı?”
“Olur da, ben üşenirim gidemem. Sen git getir.”
“Ne istiyor canın alayım?”
“Ne istersen getir.” Gittim yakın bir dönerciden tavuk dönerle ayran alıp yanına koydum. Yine teşekkür etmedi. Alışkın olduğumdan beklemedim de zaten. Belki bir iki minnet sözcüğü çıkar ağzından diye bir dakika bekledim. “İşin bitti ne duruyorsun hala” der gibi bakan gözlerini görünce “iyi akşamlar” deyip ayrıldım. Karşılık vermeye bile gerek duymadı.
Adam böyle davrandıkça daha çok üstüne düşme, onu deşme isteği duymaya başladım. Celladına âşık olanlara döndüm. Ertesi gün saat onda ziyaretine gidip gündüz gözü ile yüzünü, mimiklerini görmek istedim. İçeri sessizce girdim. Karton yatağında uyuyordu. Yüzünü inceledim; uyuyan her insan göze melek gibi, masum görünür, o da öyle göründü gözüme. Eli yüzü kir içinde burnu akmış, göz çevreleri çapaklanmış bir melek(?)
ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Δ

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>