Ahmet Koçak yazdı; SUZAN SUZİ -3
Köşe yazarımız Ahmet Koçak makalesinde; Saç, sakal tıraşından sonra “içeri gir de bir kez daha sabunlan Suzi.” dedim. “Yok, ben sabunlanmam” dedi. “O zaman sade su dök çık. Kıllar dökülsün.” dedim içeri girip su döküp çıktı. Çay söyledim içerken inceledim; eli yüzü düzgün biri olduğunu anladım. “Suzi sen gençken baya yakışıklı bir adammışsın.” dedim. Bir aydır ara ara görüşüyordum. Hiç yüzüme bakmadan konuşmuştu. İlk kez yüzüme baktı; “Ben senin için aynısını söyleyemeyeceğim.” dedi ve devam etti: “Sen şimdi bana birçok iyilik yaptın. Karşılığını beklersin. Bana yaptığın şeyler için değil de ters yanıtlarıma dayandığın için yaşam özetimi anlatacağım.” dedi ve yılların suskunluğunu bozdu. Başladı anlatmaya:
“Beni, babamın zengin bir esnaf olması ile beş kızdan sonra doğan ilk erkek evlat olmam mahvetti. Doğduğum günden itibaren çok şımartıldım. Yediğim önümde yemediğim arkamda bir çocukluk geçirdim. İlkokulu bitirdiğimde okuma yazma bilmiyordum. Ortaokula yazdırdılar. Ben karşı çıktım. Babam okulun tüm sıralarını yeniledi. Okulda bana iyi davrandılar. Ne yapsam hoşgörü ile karşılandım. Ergenlikte okuldaki kız öğrencilere ilgi duydum. Hepsini rahatsız ettim. Para teklif edip öpmek istedim. Kabul etmeyenleri teklifimi artırarak razı ettim. Orası benim çapkın olmamın temelini attı. Okulu bitirdim diploma verdiler. Pat çat okuma yazmayı öğrenmiştim. Diploma hiçbir işime yaramadı. Sürücü belgesi olup, taşıt süremeyenler durumundaydım.
Askere gidene kadar içkiye kumara alıştım. Çapkınlık yapmaya başlayınca her kuşun etinin yendiğini keşfettim. Çok para teklifine dayanamayanların para zaafından faydalanarak kadınları elde ettim. Çok para harcayınca babamın kazancı yetmez oldu. Benim ısrarlarım üzerine taşınmazlarını satmaya başladı. Askere gidip geldikten sonra, kış boyu ahırda hapis olan deli danalar gibi havalara zıpladım, sağa sola çifteler attım.
Evlendirmek istediler, istemedim. Çok üzerime geldiler. Kıramadım. Kabul ettim. Yürümeyeceği belli evliliğim yürümedi. O yaşıma kadar çok kadınla, hem de en güzelleri ile birlikte olmuştum. Karımın onlarla yarışması mümkün değildi. O gözünü açıp beni gördü. Ben ise gözümü açtığımda pek çoğunu görmüştüm Çapkınlığa devam edince elkızı beni sıkmaya başladı. Benim kıymetli bir evlat olmam onun umurunda değildi. Beni eleştirmesi, bana bağırıp çağırması beni şoke etti. Buna asla dayanamazdım. Onu dövmeye başladım. Onun ısrarı ile-değişiklik olsun- diye birkaç kez beraber olmamla hamile kalmadı. Bir yılın sonunda beni terk etti. Terk edilmeyi ilk kez yaşadım. Onun gitmesi beni hiç etkilemedi ama terk edilmek zoruma gitti. Zaten derbeder bir yaşantım vardı. Aynı yaşantıya devam ettim. Bir daha evlenmedim. Kendime benzer, benden yararlanmak isteyen samimiyetsiz arkadaşlıklar edindim. Hepsi elimi avucumu yemeyi düşünerek benimle arkadaşlık etti. Amaçlarına da ulaştılar.
Babam beni kırmamak için yıllar içinde birikimlerini uğruma harcadı. Taşınmazlar bitti. Dükkânı en son devretti. Sadece ev kalmıştı elinde. Verecek parası kalmayınca ben de sağa sola borçlanarak kumar oynamaya, oluk gibi para harcamaya devam ettim. Alacaklılar kapıya dayandı. Babam bitip tükenmişti. Yapabileceği bir şey yoktu. Borçlandığı insanlar, mahkemeye verip alacaklarını isteyince hapse girme tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. Bana kıyamayan babam oturduğu evi satıp kiraya çıktı. Kırk yaşıma geldiğimde babam beş parasız vefat etti. Ardından annem. Kıt kanaat geçinen ablalarımdan para almaya başladım. Sonunda hepsi isyan ederek; “babamızın malını tükettin. Hakkımızı yedin. Şimdi de bizi mi tüketeceksin diye bana bir daha dönmemek üzere sırtlarını döndüler. Kırk yaşıma geldiğimde altmış yaşında biri gibi gözükmeye başladım. Bu kadar içkiye, sigaraya, strese dayanamayan vücudum teklemeye başladı. Beş parasız sokaklarda yaşamaya başladım.
Hiçbir işte çalışmadığımdan çalışmak için çabam olmadı. Dilenmeye başladığımda, “Elin ayağın tutuyor gir bir işe çalış. Utanmıyor musun dilenmeye.” diye beni azarladılar. Azarlanmaya alışık değildim. Artık dilenmeyi bıraktım. Sokaklarda yaşayan insanların merhametine kaldım. Onlar verirse yedim, vermezlerse aç yaşadım. Yokluğa alışkın değildim, zaten hiç alışamadım. Açlığa, kirliliğe, dışlanmışlığa alıştım. Zaten bozuk olan kişiliğim daha da ezilerek bir daha düzelmeyecek şekilde bozuldu. İnsanlara olan ilgimi yitirdim. Kendimden başka tüm varlıkların benim rahatım için seferber olduğunu düşünürdüm. Öyle yetiştiğimden ailemi yitirince ben de yittim. Babamın serveti beni kırk yaşıma kadar idare etti. Kırk yaşımdan sonra ettiklerimi çekme devresi başladı. Beni eğitmek için çok uğraştı bazı öğretmenlerim. Ben düzelmedikçe onlar da kendilerinden kuşku duymaya, kendilerini beğenmemeye başladılar.
Varlıktan yokluğa düşmek çok zordur. Hele benim için daha da zor oldu. Babamın zengin bir esnaf olması ile beş kızdan sonra doğan ilk erkek evlat olmam mahvetti.” dedikten sonra dişsiz çenesini kapattı.
Artık tek söz söylemeyecekti. Takılabilirdim. “Karının ismi Suzan mıydı Suzi?” diye sordum. Bana döndü sert sert bakarak: “Espri mi yaptın şimdi?” dedi. Kendi esprime güldüm o kızgın kızgın bana bakmaya devam etti. Arabaya bindik camları açmadan önce bir lokantaya girip karnını doyurdum. Ardından evine getirip bıraktım. Ayaklarını sürüyerek, bir şey demeden merdivenleri inmeye başladı. Arkasından bakarken hep almaya programlı olduğundan minnet duymayı, yapılan iyiliklere teşekkür etmeyi bilmiyordu. Bütün yaptıklarım zaten benim asli görevimdi. Zaten de beni eğitmiş, beklentiye sokmamıştı. O aşağı doğru inerken, temiz vücudunun, temiz giysilerinin kirli bir eve gidişine üzüldüğüm kadar Suzi’ye, yaşamına üzülmemiştim. Zira onun tavırları, davranışları, soğukluğu ona üzülmeye, acımaya izin vermiyordu. “ İyi akşamlar Suzi” dedim. Arkası dönük sağ elini hafif havaya kaldırıp indirdi. Bir ayda bu kadarını başarabilmiştim.
Ertesi gün yanına gitmedim. O temiz vücudun, temiz giysilerin tozlu karton ve pislik içindeki battaniyeden kirlenmiş olmasını görmek istemedim. Bir gün içinde ne yediğini, ne içtiğini düşünüp onu kendime dert etmeye başladığımı görünce başıma bir dert daha almış olduğumu düşündüm.
Bir günlük ilgisizlik yetmişti. Suzi’yi ziyarete gittim. Belki bana birkaç anısını anlatırdı. Işığını bile göndermeyen Kara delikler gibi olan Suzi’den bu kadarını almak bile büyük bir başarıydı.
Evinin olduğu sokağa girdiğimde evin önünde dev bir kepçe gördüm. Adımlarımı hızlandırıp oraya vardığımda kepçe Suzi’nin yattığı güneş alan odanın duvarını yıkmış tavanını düşürmek için son darbeleri vuruyordu. İçeri baktığımda eşyalarını almadan evi terk etmek zorunda kaldığını gördüm. Bir süre kepçenin çalışmasını izledikten sonra oradan ayrıldım. Belki bilmediğim uzak mahallelerden birinde yedekte beklettiği başka bir metruk binaya taşınmış olmalıydı. Bir daha Suzi ile karşılaşmadım.
ahmet.kocak16@hotmail.com