Haberde Bursa

“BOKS, YUMRUK ALMADAN YUMRUK ATMA SANATIDIR ÇOCUĞUM!”

05.06.2022

Bilge Şampiyon Kasım Çetin Öğretileri:
“BOKS, YUMRUK ALMADAN YUMRUK ATMA SANATIDIR ÇOCUĞUM!”
“Eğer Bir Öykün Varsa, Anlatması Kolaydır”
Ernest Hemingway
Bir insan, Futbol, Basketbol, Voleybol gibi takım sporları, yüzme gibi kendi içinde disiplini olsa bile zevkli spor varken; hatta masa tenisi gibi naif bir spor aktivitesi dururken; neden boks yapmak ister?
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük boksörlerinden olan Muhammed Ali, babasının kardeşiyle birlikte kullanması için kendisine Noel hediyesi olarak aldığı bisikleti çalınınca boksör olmaya karar verir.
Ya ben ve benim gibi Gemlik’in 80’ler dönemi çocukları neden boks yaptılar?
Anlatacağım Gemlik’in ilk ve son Boks Spor Okulu olan Umur Spor Boks Takımının orijinal hikâyesidir. Bu okulla birlikte tanıdığım, en mükemmel öğretmenlerden birisi olan, şampiyon boksör, hocaların hocası, Kasım Çetin’in hayat hikâyesidir…
Babam ve annem, kökenden Gemliklidir. Ancak, babam polis olduğu için, doğum yerim Antalya olarak geçer kimliğimde. 1982 yılında, daha önce sadece yazları, benim okul, babamın yıllık izninde geldiğimiz Gemlik’e kalıcı olarak taşındık. Muhteşem ve bir o kadar da kutsal kişisel tarihim böylece başlamış olur…
1984 Los Angeles Olimpiyatları…
Antalya’da kavga nedir bilmeyen Cemal Kırgız’ın kaderi başlar. Şükrü Şenol Ortaokulunda, okulun ilk günü hoş geldin partisinde kavga etmek zorunda kalan Cemal Kırgız, bir başka gün de yanlış anlaşılma dolayısıyla toplu saldırı da dayak yer. Bir başka gün de (Bu maalesef Gemlik için halen geçerli, dedikodu yüzünden) bir grup ile kavga etmek zorunda kalır. Yine dayak yer…
Mahallede de durum aynıdır. Ya bizdensin, ya kavga. Gemlik ne zeytinin, ne körfezin, ne huzurun başkentidir. Gemlik sadece ve sadece belanın başkentidir. Futbol maçları kavgasız geçmez, basketbol oynarsın kavga çıkar, yüzmeye gidersin, sanki bela mıknatısı üzerindedir, yine bir şekilde kavgaya bulaşırsın. Ağlayan Kaya vardı bir zamanlar Manastır bölgesinde, denizin kıyısında, tişörtünü, pantolonunu, saatini çıkartır, şortunla denize girersin. O ağlayan kayadan denize atlar, arkadaşlarınla güzel vakit geçirmek, serinlemek istersin, izin vermezler, biri çıkar, sünnet hediyesi saatini çalmak ister, yakalarsın, hesap sorarsın, bir anda on kişi olurlar, kan gövdeyi götürür, hırsızlığı kabul etmezler ama saatin o kanlı kapışma da çoktan kaybolmuştur bile…
Yine de sporu, özellikle futbolu, Beşiktaş’ı ve ‘Beyaz Gölge’ dizisi sayesinde ve Balkan Şampiyonu olan Türk Milli Takımı sayesinde Basketbolu severdim. (“Efe’ler, Erman’lar, Aytek’ler, Doğan’lar dönemi. 1981 yılı yani)
Dedim ya, 1984 Los Angeles Olimpiyatları.
Turgut Aykaç ve Eyüp Can, ringde fırtına estirirler. 48 Kiloda Danimarka Asıllı Eyüp Can ve 57 Kiloda Turgut Aykaç bronz madalya alırlar. Babamla izlediğimiz o olimpiyatlarda, bu iki muhteşem boksör ringin tozunu atarken, ben de kimi nasıl ve hangi yöntemle öldürürüm düşüncelerinde ergenlik bunalımlarını yaşıyordum. Bilirsiniz işte, nasıl intihar etmek fikri intihardan iyiyse, öldürme ve cinayet fikri de birini öldürmekten ve cinayet işlemekten iyidir.
Her iki boksörümüzü izlediğimiz bir gece, (Avcı Çay Bahçesinin tam karşısındaki, sahildeki o tarihi evde) babam, muhteşem polis ve ilahım Sadettin Kırgız, “Boks yap, şampiyon ol” dedi. Ya da ona benzer, “benimde oğlum böyle olsun” gibi bir şeyler… Tam hatırlamıyorum… Bu minvalde kalmış aklımda.
Gemlik’te her Allah’ın günü bir kavgadan bıkmıştım. Araştırma yaptım. Umur Spor Boks Okulunu öğrendim. Aslında, kavgayı değil, futbolu, basketbolu, şiddeti değil, okumayı ve yazmayı seviyordum ama Gemlik’te yaşıyordum. Denemekte fayda vardı. Denemek pişman olmaktan daha yeğdi. Umur Spor Boks Okulu kafama yatmıştı. Temmuz 1984’te Umurbey’e gidip, Kasım hocayla (Kasım Çetin) ilk orada tanıştım.
“Neden boks çocuğum” diye sordu Kasım hoca. Heybetli yapısına tezat, müthiş bir sakinliği ve kibarlığı vardı hocanın.
Dürüst olmakla, dik durmak arasında gidip geliyordum. Dürüst olmak ağır bastı.
“Kavga etmeyi ve daha güçlü ve hızlı yumruk atmayı öğrenmek istiyorum. Adam döverken çok gerekiyor bazen…”
“Boks bu değildir, çocuğum, boks nedir bilir misin sen?” diye sordu Kasım Çetin hoca, bu arada elleriyle çenemi, burnumu falan yokluyor, beni fazlasıyla tedirgin ediyordu.
Dik durmak da iyiydi aslında, “Adam dövme sanatı olabilir mi?” dedim salakça.
Burnuma elinin ayasıyla bastırdıktan sonra, “Biraz kilo almalısın, fiziğin aslında iyi” deyip, “Boks adam dövmek değil çocuğum… Boks yumruk almadan yumruk atma sanatıdır” dedi. Bu heybetli şampiyondan öğrendiğim ilk felsefeydi. Ve hemen ekledi, “Burada öğrendiklerini sokakta kavga ederken uygularsan, o zaman benimle de dövüşmek zorunda kalırsın ve bunu sana hiç tavsiye etmem çocuğum!”
Kasım Çetin hocayla maceramız böyle başladı.
Ringe çıkmak, boks eldivenleri giymek, öyle havalı pozlar falan vermek kolay değildi. Bir sürü aşamadan geçmek gerekiyordu. Kondisyon bu işin ilk kuralıydı. Tek tük sigara içmeye başlamıştım, önce kibarca uyararak, sigarayı bıraktırdı Kasım Hoca. Sonra Umurbey caddelerinden başlayarak, Adliye Güvenli yolu üzerinde önce yavaş, sonra tempolu koşular… Canımız çıkıyordu. Salona döndüğümüzde de gözümüzün yaşına bakmıyordu Kasım Hoca. Önce ayna karşısında gölge boksu, ardından lastik topla yerinde dönerek kondisyon çalışması, ardından ip atlama çalışması perişan ediyordu.
“Askere gideceksiniz inşallah, hepiniz iyi bir asker olacaksınız. Orada okuyacaksınız hepiniz, şöyle yazacak birliğinizdeki duvarda, “Barışta ter dökmeyen savaşta kan döker”… İşte, antrenmanlarda ter dökmeyen, ringde kan döker. Kan dökmek istemezsiniz değil mi?
İsteyerek, ya da istemeyerek, pilimiz bitse bile hep birlikte, “Hayıııırrr!”
“Aferin. Daha çok çalışın. Boksun ana felsefesi, dayanıklılıktır, ringde nefesiniz kesildiği an; ağzınız burnunuz dağılmış halde kendinizi yerde bulursunuz. Size havlu atmamı istemezsiniz değil mi?”
Hep bir ağızdan yine; “Hayııırrr”
Antrenman bitmez. Bu kez, ağırlık kaldırma, şınav, barfiks, ikişerli boksörlerin kendi aralarında döne döne, birbirine yumruk atıyormuş gibi gölge boksu başlardı. Antrenman yine kondisyon çalışması olan, bir takım ayakta ve yerdeki jimnastik hareketleri ve burna yapılan baskılı masajlarla sona ererdi.
Kasım Çetin hoca, bununla da yetinmezdi. Bilgi eğitimi başlardı.
“Boksu kim bulmuştur çocuğum?”
“???”
“Boks Sporu Hz. Ali’den gelmedir. Bunu sakın aklınızdan çıkarmayın. Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber’de, Hz. Ali ve Allahın Aslanları, Boks sporu eğitimi sayesinde, münafıklara ağır kayıplar yaşatmıştır. Boks Sporunu ABD’liler, Kübalılar, Sovyetler değil, Hz. Ali bulmuştur! Anladınız mı çocuğum?”
“Eveeettt”
Boksörleri arasında gerginliğe küslüğe asla müsaade etmezdi Kasım Hoca. Arkadaşlık, kardeşlik, dostluk bağlarının güçlü olmasına dikkat ederdi. İki ay sonra ringe çıkardı beni. Genelde, daha tecrübeli boksörler, her antrenman sonunda üçer raunt, taktik dövüşleri yapardı. Biz de ip atlarken, topla kondisyon çalışması yaparken veya gölge boksu yaparken dövüşenleri, ter ve testosteron kokuları arasında, ringin kenarından izlerdik. Kasım hoca, her boksörüne ayrı taktikler verirdi. “Gardını indirme, aferin, dik dur. Kafanı eğme, iskiv yap (yumruktan kaçmak için, eğilip, rakibin yumruğunu boşa çıkarma) , aferin sol sol, şimdi sağ kroşe… Şimdi mideye, aferin, hemen karaciğere… Tamam, tamam, geri çekil şimdi… Bak, gardını düşürdün yine… Eloğlu affetmez, dikkat et soluna… Belden aşağı yok, belden aşağı yok. Belden aşağı vuranı diskalifiye ederim. Dediğimi duydun mu? Aferin şimdi sağ aparkat çıkar… Böyle işte!…“
Ringdeki ilk rakiplerim, kendi takım arkadaşlarım oldular. Umurbey’den Şeref Bağcı, Ethem, Mehmet Balta, Timur, Erhun Ağabey, Yaşar ağabey, Gemlik’ten Hasan Ağabey, Kemal Özlü ağabey… Yine Umurbey’den İbrahim, Giresunlu Mehmet Ağabey, Trabzonlu Davut Karslı… Şevki ve Seyfi Ağabey… Ortaokuldan sınıf ve sıra arkadaşım Mehmet Arıcan ve daha onlarca boks arkadaşı…
Yenilikçiydi Kasım Çetin Hoca… Sakarya’da düzenlenen Türkiye Boks Şampiyonasında, sporcuların antrenmanlarını beton zeminde yapmaları ve ringlerin standart ölçülerde olmaması nedeniyle, uyarı alan Boks Federasyonundan önce, şimdi Celal Bayar Vakfı Kütüphanesi olan Boks Salonunu ahşap zemin yaptırmış, Avrupa standartlarında ring kurdurmuştu.
Celal Bayar Vakfı Müzesi soygununa kadar, müzenin karşısındaki, şimdi vakfa bağlı kütüphane olan salonda boks yapmayı sürdürdük. Şimdi kız öğrenci yurdu olan İmam Hatip eski Okulunda, İstiklal Caddesi üzerindeki Gürçay Pasajında bir süre daha boks sporunun devam etmesi için mücadele verildi. Gemlik tarihinin ilk ve son boks maçlarını (3 Ağustos 1985’te) Gemlik Lisesi Spor Salonunda Kasım Çetin Hoca düzenledi. Daha sonra çıkan bir kavgada cinayete kurban gidecek olan, Balkan Şampiyonu Avrupa üçüncüsü Hanefi Bayraktar’ın öğrencileri ile Gemlik Umurspor Boks takımı öğrencileri ringde kapıştılar. Bursa Dsi spor kulübünün yanı sıra Bursa’dan birkaç boks kulübü de Gemlik’teki turnuvada yer aldı.
Mafyavari işlere bulaşan merhum Balkan Şampiyonu Hanefi Bayraktar, bir müsabakanın sonucuna itiraz edip, bizim boksörlerden birinin üstüne yürüyünce, o heybetli ama kibar, o hiperaktif olduğu kadar sakin, o bilge şampiyon Kasım Çetin’in bir başka yüzünü de gördük. Ne boksörünü ezdirdi, ne kulübünün hakkını. Gerekirse, yeniden ringe çıkabileceğini duruşuyla öyle bir gösterdi ki, sonunda tatlıya bağlanan atışmada, Bayraktar ve ekibi bizim hocadan özür dilemek zorunda kaldı. 3 Ağustos 1985’te bizim boksörler 9 galibiyet 3 mağlubiyet alarak büyük başarı gösterdiler. Bursa ve Yenişehir’de yapılan rövanşları da vermedik.
O maçlarda beni mi sordunuz? Kısa bir özetle anlatayım; maç günü üstelik rakibim de belli olmuşken, annem ve babam, eve 2 ton odun aldılar, kamyon odunları kapı önüne yığdı. “Bugünü mü buldunuz?” diyemeden, antrenman olsun diye odunları taşıdım. Bir de üstüne bir ton tahta gelince, bu kez “Bu günü mü buldunuz?” sorusu sinirsel bir eyleme dönüştü ve traktörün arka tekerine bir tekme atarak, sağ ayak başparmağımı kırdım. Sadece Yenişehir’deki üçüncü rövanşta yer alabildim. Meraklısına diyeyim; galip geldim. Ama Gemlik’te ringe çıkamadıktan sonra, hiçbir önemi yoktu. Üstelik 3 Ağustos annemle babamın evlilik yıldönümüydü ve gece yatarken, hayalimde birincilik madalyasını onlara, evlilik yıldönümü hediyesi olarak vermekten başka bir şey yoktu. Madalya almak, lanetli Gemlik’te çok zordu. En azından benim için hep böyle oldu.
Boksu yaklaşık 3 yıl sonra bıraktım. Çocukluk hayallerimden bir başkası olan Gazeteciliğe başladım. Kasım Çetin Hoca ile bağımı kesmedim. Umurbey’e gittikçe ziyaret etmeye gayret gösterdim, Kasım Hoca’da ofisime uğrardı arada sırada. Sonra ne oldu bilmiyorum, araya yıllar girdi. En son karşılaştığımda, hasta olduğunu, ameliyat için hastaneye yatacağını söylemişti. “Geçmiş olsun” dileklerimi sunup, kendisine röportaj sözü verdim.
Ama o röportajı yapamadım. İnsan sevdiğine asla konduramıyor. Ama ölüm gerçekti. Kasım Çetin’i kaybetmiştik.
Bu yazı, ö röportaj sözümü tutamamış olmanın, bir özrü olsun.
Belki ringlerin kralı, kırmızı köşenin (Umur Spor Boks Takımı Kırmızı Beyaz Formayla ringe çıkardı; o nedenle genelde kırmızı köşe bizim olurdu) şampiyonu olamadım hocam ama hayatın getirdikleri karşısında öğretilerinizle ayakta durmaya çalışıyorum. Yılmaz Güney’in çocuğuna verdiği öğüt gibi; “Hayatta iyi bir boks seyircisi olacağıma, kötü bir boksör olmayı yeğlerim” mottosunda, Konfüçyüs’ün dediği gibi, “Önemli olan her defasında galip gelmek değil, her mağlubiyetten sonra ayakta kalabilmektir” felsefesi ışığında, sana yakışır bir öğrenci olarak kalma hedefimden şaşmadım hocam.
Boks, yumruk almadan yumruk atma sanatıydı ya hocam, işte bir tek orada tutamıyorum sözünü bazen. Yumruk almadan olmuyor be hocam! Almadan da vuramıyorum işte. Sokak kavgalarında asla denemedim, öğrendiklerimi. Çok dayak yedim, kurşun yedim, linçlerden kıl payı kurtuldum, hocam ama bu öğretinizi tutmayı başardım.
Gemlik bildiğiniz gibi yani. Beni anlayacağınızı umuyorum…
Yine de, birçok öğretinden birisinin yaşam felsefem olduğunu gururla söyleyebilirim hocam. Hani hep derdiniz ya, “Belden aşağıya vurmak yok!”
Hiç belden aşağıya vurmadım hocam. Bu nedenle magazinsel işlere merak duymadım, dedikodudan uzak durup, dedikoduculardan nefret ettim hocam. Ancak Gemlik’te hiçbir şey değişmedi, işler halen dedikodu, fesatlık, puştlukla yürüyor hocam…
Sizi unutmadım, yaşadıkça da unutmayacağım hocam.
Gemlik Belediyesi Kültür, Sanat, Tarih, Edebiyat Dergisinde, “Umurbey” işlenecek denildiğinde de, size bu küçük sürprizi yapmak istedim hocam.
Kasım Çetin’i bilmeyenlerde tanısın istedim.
Celal Bayar Umurbeydir, Umurbey’de Kasım Çetin ve öğrencileridir. Bu bilinsin istedim.

Kasım Çetin’i bir kez daha saygı, sevgi ve minnetle anıyorum…
NOT: Bu yazı, Gemlik Belediyesinin Kültür Dergisinde yayımlanacaktı.
Unutulmuş!
Olabilir. Hatta dergiye basılmaya uygun da bulunmayabilir. Benim için sorun değil. Gemlik’e dair, iyi öykülerim, iyi anılarım, iyi yaşanmışlık, iyi sınanmışlık, iyi dostlarım var. Bunlar bile kelimelerin bodoslama akmasına yetiyor. Yazmak, anlatacağı çok şeyi olanların işi değil mi zaten?
Ve ben, Deniz Gezmiş’in de dediği gibi; “Biz Edebiyattan Geldik” şiarını benimseyen bir gazeteciyim. On altı ay önce kaleme alıp, Kasım Hocayı anlatmaya çalıştığım bu yazının, bilgisayar ekranında bana özel kalmasını istemedim. Umarım beğenmiş ve Kasım hocayı benim gözümden anlamışsınızdır. Başka yazılarda da görüşmek ümidiyle!
Netice de iyi ki Gemlik son Nokta Gazetesi de var!…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>