Haberde Bursa

HEMŞİRE AYÇA’NIN GÜRÜLTÜ İLE SINAVI -1

19.03.2022

Okullarda öğretirdik; “evinizde müziği, televizyonu duyabileceğiniz yükseklikte açın; yüksek sesle dinlemek istiyorsanız kulaklıkla dinleyin. Komşularınızı rahatsız etmeye hakkınız yok.” Teoride güzel, pratikte yeri olmayan boş bir çabaymış meğer. Anlaşılan öğrencilerimizin bir kulaklarından girip, diğerinden çıkmış…

Bir hemşire hanım aradı; “hocam kitaplarınızı, yazılarınızı ilgiyle okuyorum; bir gövdeye oturttuğunuz konuyu anılar, fıkralar, güzel tarzınızla süsleyip ortaya okunası yazılar çıkarıyorsunuz.” Dedi. “Aman efendim çok teşekkür ederim” dememden sonra devam etti: “Bursa’da yaşıyorum. Size anlatacaklarım var. Sıkıntılarımı çok yere şikayet ettim bir sonuç alamadım. Size anlattığımda da bir sonuç alamayacağımı biliyorum ama, anlatıp rahatlamak istiyorum. Yazılarınızda iyi bir dinleyiciyim yazmıştınız. Bakayım iyi bir dinleyici misiniz test etmek istiyorum” Dedi. “Olur.” Dedim ama içimden de “beni psikoloğu olarak atayacak, kullanıp atacak” diye geçirdim. “Kullanırsa kullansın. Akıllı bir kadına benziyor. Önce beni övdü randevuyu kaptı. Güzel bir konu çıkabilir” diye düşündüm ve bir çay bahçesinde buluştuk..

Buluşmaya her zamanki gibi ben önce gittim. Orta boyda, hafif kilolu, akça pakça bir kadın geldi. Selamlaşma ve iltifat söylemlerinden sonra kıvama gelen diller açıldı. O, konuştu konuştu konuştu bana hiç fırsat vermedi. Bir ara durdu; “hocam siz neden hiç konuşmuyorsunuz?”Dedi. Sanki fırsat vermiş de ben o fırsatı değerlendirememişim gibi. “Yirmi altı yıl öğrencilere, velilere, öğretmenlere, idarecilere konuştum. Konuşmaya doydum. Sonunda konuşmayı bıraktım. Şimdi dinleme ve yazma evresindeyim. Siz, bana bakmayın konuşun.” Dedim. Çok mutlu oldu. Körün istediği bir göz misali başladı makinalı tüfekten çıkan mermiler gibi kelimeleri üzerime üzerime atmaya…

“Hocam hemşire okulunu bitirince beni doğuda üç hekimin, on hemşire ve ebenin görev yaptığı bir hastaneye atadılar. Çalışırken benim aklımdan hiç geçmeyen doktorun biri bana talip oldu.

Dört hemşireyi şıklara yazmış, benim yer aldığım “C” şıkkını işaretlemiş. O zamanlar akça, pakça, güzel sayılacak bir kızdım.(akça pakça benim de aklımdan geçmişti. Bu kadını gören bu sözcüklerle tanımlamak zorunda demek ki.) Arkadaşlara açtım konuyu; “yakışıklı biri sayılmaz ama maaşı ve unvanı o açığı örter” dediler. Düşündüm. Sonunda evlenme teklifini kabul ettim.” Ben dayanamadım: “Örttü mü?” dedim. “Hele dur azıcık kele anlatacağım. Anandan yedi aylık mı doğdun?” diye beni azarladı. İnsan ilk kez karşılaştığı birine neden böyle samimi davranır? Kitaplarım ve yazılarımla o beni yakından tanımıştı. Ben onu ilk kez görüyordum ama o beni yıllardır tanıyormuş gibiydi. Ondan böyle davranıyordu. İlk kez konuştuğum birinin söylediklerini sindirmem biraz zor olsa da güzel bir öykü çıkma olasılığı kalkıp gitmeme engel oldu. Çıkar dünyası işte… “Ben en iyisi hiç konuşmayayım” diye düşündüm. Kabuğuma çekildim.

Kısa süren bir sessizlikten sonra devam etti: “Evlendik. Cicim ayları geçtikten sonra kocamın işkolik bir test çözücüsü olduğunu anlamam çok sürmedi. Onun için yaşam dört şıktan ibaretti. Bu şıklardan doğru olanı işaretleyip yoluna devam ediyordu. Benim için şık sayısı sonsuzdu. Ben dört şıklık değil, uygulamalı bir eğitimden geçmiştim. İlkokuldan sonra girdiğim sağlık meslek lisesinde yazılı sınavlar, sahada uygulama yapılır, test sınavı pek yapılmazdı. O, ilkokuldan lise bitene kadar test eğitimi almış, testler, hayatını bir kalıba sokmuştu.

Şimdi gelelim asıl konuya; ben gürültüden çok rahatsızım. Nöbetlerden sonra uyku uymam lazım ki çalışabileyim. Nöbetten gelirim tam uykuya dalacağım sırada başlar sabah ezanı okunmaya. Birkaç saat sonra yakındaki okulun zili çalar; başlar nöbetçi öğretmen: “Rahat hazır ol” demeye. Ardından okul müdürünün nutku başlar… Uyu uyuyabilirsen. Kocama: “Sen git imamla konuş sabah ezanında bari hoparlörün sesini biraz kıssın. Ben de okula gidip konuşayım.” O kafasında sorunu soru haline getirip şıklara ayırdı:

  1. A) İmamla konuşup sorunu çözmelisin.
  2. B) Dinsiz yaftası yiyebilirsin, konuşmamalısın.
  3. C) İmam hoşgörülü biriyse yırtabilirsin.
  4. D) Sen en iyisi okul müdürü ile konuş nene lazım.

“B” şıkkını işaretleyerek bana döndü: “Sen imamla konuş, ben okul müdürüyle.” Dedi. Baktım ondan fayda yok yan çiziyor, ilk önce kolayını seçtim okula gitmeye karar verdim. Nazik bir konu, yanlış anlamaya sebep olacağından imamla konuşmaktan vaz geçtim.Okul müdürüne derdimi arz ettim. “Sen gel benimle” dedi düştüm peşine. Meğer beni öğretmenler odasına götürüyormuş. Girdik içeri. Kırk, elli öğretmen var odada. Okul müdürü: “Değerli öğretmenlerim, sevgili vatandaşım zil sesinden, istiklal marşından, öğrenci andından, benim ve sizin eğitim için fedakarca yaptığımız konuşmalarımızdan rahatsız olmuş ve bizi bize şikayete gelmiş.” Dedi. Tüm gözler bana döndü “kimmiş bu vatan haini, eğitim düşmanı!” der gibi baktı. Ben bir köşeye sinmiş vaziyetteyim. Geldiğime, dediğime bin pişmanım. Yavaş bir sesle: “Yok, yok haşa! Karşı değilim de sesi biraz kıssanız” diyebildim. Duydular mı duymadılar mı bilemiyorum. Müdür gür bir sesle: “Teneffüste öğrenciler zil sesini ve uyarıları duyamıyorlar hoparlörün sesini biraz daha açalım” diyordunuz. Bak sevgili vatandaşımız şikayete gelmiş.” Dedi. Tekrar öğretmenlerin kınayan bakışlarının baskısıyla: “Eğitime her şey feda olsun.Bizi yetiştiren öğretmenlerimize minnettarız. Siz en doğrusunu bilirsiniz. Ben hiç şikayet etmemiş olayım. Hepinize saygılarımı sunuyorum” derken kapıya doğru yöneldim. Baktım elim kendiliğinden sevgilisinden ayrılan aşığın eli gibi nazikçe bay bay yapıyor…

Okuldaki hoparlörün sesinin daha çok açıldığını duyan kocam: “Sen okul müdürü ile konuşmadın mı? Ses daha çok artmış.” Dedi. “Ben şikayet ettim. Beni öyle bir kıvama getirdiler ki; “sesi biraz daha artırın” demek zorunda kaldım.” Dedim. “Desene Nasrettin Hoca’nın fil hikayesi gibi olmuş” dedi . Eee ne de olsa okumuş, kültürlü adam…

ahmet.kocak16@hotmail.com

 

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>