İbrahim Sanalp yazdı; HAREKET VE BEREKET
Köşe yazarımız İbrahim Sanalp makalesinde;
Bulutlar hareket eder, değişip durur. Güneş ışığı değişir. Bulutlar, güneş ışığına göre rengini değiştirir. Güneşin azalan ışığının aydınlığında, bulutların gölgesi solar. Bulutlar, kuşlar hareket halindedir. Hareket etmek, özgürlük simgesi olur.
Sadelik-süs ayrımında ve doğal-yapmacık ayrımında, sadelik ve süs birbirinin zıttı olur. Doğal ve yapmacık bir birinin zıttı olur. Konuşmalar sade ve doğal olmalı… Toplum yaşantısında, zorunlu ihtiyaçlar düşünülmeli… Lüksten ve şatafattan uzak durulmalı…
Kitaplık ve müze, bilgi kaynaklarının toplandığı yerdir. Kitaplık ve müze, diğer bilgi kaynaklarına göre, daha ucuza bilgi verir. Bilgi insanlara, hareket ve bereket verir.
İnsanlar, evlerinin içine, doğayı taşımak isterler. Kuru yaprakları, kitap sayfalarının arasına koyarlar. Çiçekleri vazoya koyup evlerinin bir köşesine yerleştirirler. Ev ile doğa iç içe olur.
Dini bilgi ve dünya bilgisi, bir bütün olur. Dini bilgi, dünya bilgisini kutsayıp kabul eder. Dini inanış ve dindar yaşantı: kutsal dini bilgi ve kutsanmış dünya bilgisi bütünlüğünde yaşanır. Kutsama, besmele ile yapılır. Toplum kuralları, maneviyat olur. Herkes, maneviyat ve maddiyat bütünlüğü içinde yaşar.
Simetrik ve asimetrik güç ayrımına önem vermek gerekir. Zenginlik ve fakirlik, simetrik ve asimetrik kelimelerini hatırlatır. Bu durum, asimetrik bir durumdur. Zenginin, gelir ve tüketim gücü çok olur. Fakirin, gelir ve tüketim gücü az olur. Zengin, daha çok hareket eder, fakir, daha az hareket eder.
Mal ve para: eşit olur. Mal ve para arasında, mal lehine eşitlik bozulunca: Mal, değer kazanır ve para, değer kaybeder. Buna enflasyon denir. Malın ve paranın değerini korumak gerekir. Mal ve para eşitliğinin bozulması, satılan malın yerine konmasını etkiler. Buna maliyet enflasyonu denir.
Zengin olan daha büyük bir ev hayali kurar. Fakir olan küçük bir ev hayali kurar. Zengin, köşk, konak hayal eder. Fakir, iki oda bir mutfak: ev hayal eder. Zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düz ovada şaşırır, atasözü söylenir.
Emeği ile geçinen kişi, “bir eş, iki çocuk, iki oda bir salon bir mutfak” hayali kurar. Dört kişilik bir ailenin: zorunlu ihtiyaçlarını, işçi sendikaları her ay açıklar. Yoksulluk sınırı, zorunlu ihtiyaçları belirtir.
İnsanın hayatını sürdürmesi için zorunlu ihtiyaçlarını karşılayan bir geliri olması gerekir. Bu gelir, bir işte çalışarak ya da sigorta sisteminden yardımla olabilir. Toplumun bireylerinin hayallerinin: gerçek olmasını dilerim.
Devlet, vatanı ve milletiyle bir bütündür, tanımı yapılır. Devlet, vatan, millet kelimeleri birbirinden ayrılmaz. Anlam bütünlüğü vardır. Devlet, milletin örgütlenmesi olur. Herkese devlet bütçesinden pay verilmesi gerekir.
Hareket ve bereket, bütün-parça kuralına göre anlam kazanır. Her şey birbirinden etkilenir.
DUBROVSKİ
***
MAÇA KIZI
Kitap adı: Dubrovski. Maça Kızı. Yazarı: Puşkin. Türü: Roman. Sayfa sayısı: Dubrovski: 112. Maça Kızı: 40.
Hümanizm-insancılık, anlama ve duymada, ilk aşama olarak: insan varlığının en somut anlatımı olan sanat yapıtlarının benimsenmesidir. Sanat dalları içinde edebiyat: bu anlatımın, düşünce öğeleri en zengin olanıdır. Bir ulusun, diğer ulusların edebiyatlarını, kendi dilinde, kendi düşüncesinde yinelemesi, bilgi zenginliği olur. Zekâ ve anlama gücünü, o yapıtlar oranında arttırır. Canlandırma ve yeniden yaratma gerçekleşir. Çeviri etkinliği, uygarlaşmak için gereklidir.
Edebiyatın, insanların içine işleyen ve sinen bir etkisi vardır. Kitaplığı zengin olan toplumlar, düşünce olarak da zengin olurlar. Edebiyat sanatı içindeki roman türü, bilgi bütünlüğünün parçasıdır.
Kirila Petroviç, bir derebeyidir. Bu unvan ona büyük bir saygınlık kazandırır. Çok yemek yer. Akşamları kafayı çeker. On altı odalığı var. Odalıklar, kadınlara özgü elişleriyle uğraşırlar. Bu kadınların kimileri başka erkeklerle evlendirilir. Yerlerine daha genç kadınlar getirilir.
Kirila Petroviç, sert ve keyfince davranır. Topraklarını gezer, sürekli şölenler verir. Derebeyi yurtluğunda çalışan köylülere can denir.
Andrey Dubrovski ve Kirila Petroviç, arazi komşusu olan iki derebeyidir. İkisi de evlenip birer çocukla dul kaldılar. Andrey Dubrovski’nin oğlu Petersburg’da eğitim görüyordu. Kirila Petroviç’in kızı, babasının gözetimi altında büyüyordu.
Kirila Petroviç, eleştiri yapanları, azarlardı. Ava çıkardı. Yanında çalışanlara dayak atardı. Av köpeği ve ayı beslerdi. Ayıyı bir kalın ipin ucuna bağlayıp, bir kapının ardına saklardı. Şaka yapmak istediği kişiyi, kapının önüne getirip, kapıyı açtırırdı. Bir şeyden haberi olmayan kişi korku içinde kaçardı. Kalın ip belirli bir uzunlukta olduğu için yaralanmalar olurdu. Kirila Petroviç ve adamları kahkaha ile gülerdi.
Kirila Petroviç kızını, Andrey Dubrovski’nin oğluyla evlendirmeyi düşündüğünü söyledi. Andrey Dubrovski, oğlunun fakir bir derebeyinin kızıyla evlenmesini istediğini söyledi.
Not: “Burada, babalar çocuklarının evliliğine, karar veriyorlar.”
Bir gün, Kirila Petroviç’in köpeklerinin bakıldığı yeri gezdikleri sırada, bir gerilim yaşandı. Andrey Dubrovski, “Köpekleriniz olağanüstü. Adamlarınızın köpekleriniz kadar iyi yaşadıklarını sanmam” dedi. Av köpeklerini bakan bakıcı: Tanrı’nın ve efendimizin sayesinde, yaşantımızdan bir yakınmamız yok, çok şükür. Soylulardan biri, yurtluğunu buradaki bir kulübeyle değiştirse: hiç fena olmaz. Daha iyi ısınır, karnı daha çok doyar, hiç olmazsa” dedi. Bu sözlere, Kirila Petroviç kahkahalarla güldü. Andrey Dubrovski, sarardı ve gözden kayboldu.
Akşam yemeği sırasında Kirila Petroviç, Andrey Dubrovski’nin sofrada olmadığını fark etti. Geri gelmesi için haberci gönderdi. Haberci, bir mektupla geri döndü. Mektupta, “köpek bakıcısının benden özür dilemesi gerekir” ifadesi vardı. Bu ifadeye, Kirila Petroviç çok kızdı.
Andrey Dubrovski, yurtluğunun sınırları içindeki ormandan, kaçak ağaç kesen iki kişiyi ve üç atı yakalar. Bu iki kişiyi ve üç atı: yurtluğuna iki can ve üç at diye kaydeder.
Bir gün Şabaskin isimli bölge yargıcı, Kirila Petroviç’i ziyarete geldi. Komşusu Andrey Dubrovski ile aralarında anlaşmazlık çıktığını söyledi. Bu yurtluğu, nasıl elinden alabilirim, diye sordu. Yargıç, “Tapu gösterilmesi gerekir. Tapu yoksa yurtluk elinden alınabilir” dedi. Kirila Petroviç, “Bir ara komşu yurtlukta yangın çıkmıştı. Her şey yanmıştı” dedi. Yargıç, o zaman mahkemeye başvurmasını, söyler.
Mahkeme, Andrey Dubrovski’ye ifade vermesi için davetiye gönderir. İlçe mahkemesi toplanır. Kirila Petroviç, adı geçen yurtluğun kendi tapusu içinde olduğunu belirten bir tapu sunar. Yurtluğun kendisine verilmesini ister. İlçe mahkemesi, Kirila Petroviç’in belgesini kabul eder. Tapu gösteremeyen Andrey Dubrovski, davayı kaybeder. Mahkeme kararını da kabul etmez. Yıllardan beri bu yurtlukta yaşadığını, canlarının ve komşu yurtluklarda yaşayanların şahit olduğunu söyler.
Dadı Yegorovna, olup biteni haber vermek için mektup yazdırır. Petersburg’da bir alayda görevli oğul Viladimir Dubrovski’ye mektubu gönderir. Yurtlukta çalışan kadın ve erkekler, köledir.
Genç subaylar, karşılarına zengin bir yavuklu çıkacağı hayaliyle yaşarlar. Tasarruf etmezler. Viladimir Dubrovski de bunlardan biridir. Derebeyleri ve Çar için baba unvanı kullanılır.
Viladimir Dubrovski, mektubu okur. Karışık duygular içinde kalır. Küçük yaşta annesi ölür. Sekiz yaşında yatılı okula gider. Aile yaşamına özlem duyar.
Viladimir Dubrovski, izin alıp yola çıkar. Yolda bir at değiştirme ahırında, köylüsü arabacı Anton’un onu beklediğini öğrenir. Mola vermeden yoluna devam eder. Yolda Viladimir, Anton’a neler olduğunu sorar. Anton. “Biz kölelere efendilerimizin işlerine karışmak düşmez. Baltanın kör yanı, kamçıyla kırılmaz” diyor. Köylerine gelirler. Köylüler, Dimitri’yi karşılar. Eve girer ve bir odaya gider. Babası, ayaklarını sürüyerek odaya gelir. Hoş geldin! Volodka, der.
KirilaPetroviç, pişmanlık duyar. Yurtluğu geri vermeyi düşünür. Atlı arabayı hazırlatır. Dubrovski’lerin evine gider. Bahçede arabasını durdurur. Arabadan iner. Balkonda oturan Andrey, Kirila’yı görür. Andrey, fenalaşır ve yere düşer. Viladimir, yetişir ve doktor çağırmalarını söyler. Bir uşak, Kirila Petroviç’in görüşmek isteğini bildirir. Viladimir, “Ben onu attırmadan kendisi çekip gitsin” sözlerini söyler. Bu sözleri uşak Kirila’ya söyler. Kirila, bahçeden ayrılır. Viladimir, bahçeye iner. “Doktor istemez artık, babam öldü!” sözlerini söyler.
Cenaze yıkandı. Üniforması giydirildi. Masanın üzerine yatırıldı. Üç gün sonra, cenaze tabuta kondu. Omuzlara alınıp kiliseye götürüldü. Mezarlık, kilisenin yanındaydı. Kilisedeki törenden sonra, cenaze mezara gömüldü. Mezar başında yapılan saygı selamından sonra, cenaze törenine katılanlar, mezarlıktan ayrıldı.
Andrey’in evinde, cenaze törenine katılanlara yemek verildi. Viladimir, bu yemeğe katılmadı. Yemekte, Yegorovna bulundu. Papaz, “Dünya telaşı dünyada kalır. Her ölene dua okunur. Tanrı katında, hepsi bir değil mi?” dedi.
Yargıç Şabaskin ve polis şefi, Dubrovski yurtluğunda bulunan eve geldi. Evin önünde köylüler toplandı. Viladimir de geldi. Polis şefi, bu yurtluğun, Kirila Petroviç’e ait olduğunu söyledi.
Yargıç ve polis şefi, gece yurtluktaki evde kaldılar. Viladimir, odasına çekildi. Yarın meteliksiz kalacağını düşündü.
Viladimir, dolaplara baktı. Annesi ve babası arasında yazılmış mektupları buldu. Mektupları okudu. Mektupları, cebine koydu. Mumu eline aldı. Kapıyı açıp evden çıktı. Evdeki herkesi bahçeye çıkarttı. Sadece emir kulları yargıç ve polis şefi, salonda uyuyordu. Köylüler, evin kapısına saman ve kuru ot yığdılar. Viladimir, yanan çırayı kuru otlara yaklaştırdı. Kuru otlar tutuştu. Rüzgâr esti, alevler evi sardı.
Viladimir ve uşağı, bir atlı arabaya binip uzaklaştı. Ev, içindeki yargıç ve polis şefi ile birlikte yandı. İki emir kulu yanarak öldü. Yangınla ilgili araştırma yapıldı. Şüpheler Viladimir ve demirci Arhip üzerinde toplandı. İkisi de sırra kadem basıp kaçmıştı.
Kısa süre sonra, yeni olaylar işitilmeye başladı. Yolların ve köylerin güvenliği kalmamıştı. Haydutlar yolcuları çeviriyor ve soyuyordu. Bu olaylar, Dubrovski’ye mal ediliyordu.
Kirila Petroviç’in evinde, Fransız yazarlarının yapıtlarından oluşan büyük bir kitaplık vardı. Kızı Maşa, roman okumakta karar kıldı. Madam Mimi’nin yönetiminde başlayan eğitimini tamamladı. Kirila Petroviç’in gözdesi Matmazel Mimi’nin oğlu, evde yetiştiriliyordu. Kirila Petroviç’in odalıklardan doğan çocukları, uşak sayılıyordu.
Kirila Petroviç, Moskova’dan bir Fransız öğretmen istedi. Fransız öğretmen, bonservisiyle geldi. Öğretmenin genç bir erkek olması, tedirginlik oluşturdu. Öğretmenin görevi, gramer ve coğrafya öğretmekti. Maşa, öğretmeni önemsemedi. Öğretmen, uşak, usta erkekten sayılmazdı, onun için.
Kirila Petroviç, misafirlerini: belirli uzunlukta ipe bağlı, aç bir ayının önüne atıp eğlenirdi. Fransız öğretmene de aynı şakayı yaptı. Fransız öğretmen, bir odada kapalı ayının yanına, kapı açılıp itildi. Kapı kapatıldı. Fransız öğretmen, tabancasını çıkarıp ayıyı öldürdü. Eğlencesi engellenen Kirila Petroviç, çok kızdı. Sonra, “Babayiğit delikanlıymış be!” dedi. Maşa da yiğitliğin sadece soylulara has bir duygu olmadığını anlamaya başladı.
1 Ekim Kilise Yortusu Günü, birçok davetli geldi. Davetliler, köyde misafir edildi. Saat dokuzda çanlar, sabah ayinini duyurdu. Herkes kiliseye geldi. Kirila Petroviç, daha sonra geldi ve ayin başladı. Koro, ilahi okudu. Papaz vaaz etti. Ayin sona erdi. Herkes Kirila Petroviç’i selamladı. Bayanlar, Maşa’nın çevresini kuşattı. Kiliseden çıkan herkes yemeğe çağırıldı.
Misafirler, yemeklerle donatılmış bir masanın etrafında yerlerini aldılar. Kadınlar, süslü elbiseler giymişti. İlk olarak Kirila Petroviç, masaya oturdu. Kadınlar, masada birbirine eklenen bir sıra oluşturdu. Erkekler de kadınların karşısında yerlerini aldılar.
Anton Pafnutyiç, geç de olsa yemeğe yetişir. Kirila Petroviç’in yanına oturur. Viladimir Dubrovski’nin etrafta terör estirdiğini söyler. Anton Pafnutyiç, kıt kanaat geçinen ama yine de köylüleri sömüren bir derebeyidir. Polis şefi ve Fransız öğretmen, yan yana oturdular.
Kirila Petroviç, “Viladimir Dubrovski’yi gören var mı?” diye sordu. Dul bir kadın olan Anna Savişna, cevap verdi. Kâhyası ile oğluna para gönderir. Kâhya, elbiseleri parçalanmış yara bere içinde geri döner. Yolda eşkıyalar, atları, arabayı, parayı almışlar. Kadın, “Ah gökteki babamız, şimdi oğlum ne olacak!” diye düşünür. Bu soygundan bir süre sonra bir General: Anna Savişna’ya misafir olur. Yemekte konuşurlar. Dubrovski adı geçer. Dul Anna Savişna, olayı anlatır. General, bu işte bir gariplik olduğunu söyler. “Dubrovski, zenginlerin parasını alır. Başkalarına bir şey yapmaz” diyor. General, kâhyayı sorgular. Kâhya, suçunu itiraf eder. “Babacığım, suçluyum, şeytana uydum, yalan söyledim” sözlerini söyler. Kâhya yolda Dubrovski’ye rastlar. Dubrovski, nereye gittiğini sorar? Sebebini öğrenince: Mektubu ve parayı postalaması için kâhyayı serbest bırakır. Kâhyanın evi aranır. Paralar bulunur. General, kâhyayı yanında götürür. Köylüler kâhyayı, köye yakın yerde, çırılçıplak bir ağaca bağlanmış halde bulurlar. Masadaki kızlar, Dubrovski’nin kişiliğinde, bir roman kahramanı hayal ediyordu.
Yemekten sonra salona orkestra geldi. Balo başladı. Kavalyeler, damlardan azdı. İşe yarar bütün erkekler kapışıldı. Fransız öğretmen herkesten çok dans etti. Kızlar onu seçtiler. Danstan sonra yemeğe devam edildi.
Anton Pafnutyiç, parasını gömleğinin içinde bir kesede taşıyordu. Kimseye güveni yoktu. Gece güvenli bir yerde uyumalıydı. Fransız öğretmenin yanında olmayı düşündü. Fransız öğretmenle yatak odasına geçtiler. Mum ışığında soyundular ve yattılar. Yatarken Fransız öğretmen, mumu söndürdü. Anton Pafnutyiç, karanlıktan korktuğu için mırıldandı. Sarhoşluğun etkisiyle uyudu. Sabah gözlerini açtı. Karşısında Fransız öğretmeni gördü. Bir elinde bir tabanca, diğer eliyle Anton Pafnutyiç’in deri kesesini açıyordu. Anton Pafnutyiç’in dili tutuldu.
Bir Fransız genç adam, at arabasıyla: at değiştirilen ve mola verilen bir menzile gelir. Islık çalarak vakit geçirir. Atları değiştirmeyi düşünür. Menzil bekçisi, beklemesini söyler. Bir süre sonra, bir atlı araba menzile gelir. Resmi kaputlu subay bir genç adam, arabadan iner. Menzilcinin karısına, bekleyen yolcunun kim olduğunu sorar. “Fransız’ın biri” cevabını alır. Subay, Fransız gence: Fransızca olarak sorar. Nereye gidiyorsun? Fransız genç, “Yakında bir kente” diye cevap verir. Bir derebeyin yanında, öğretmenlik yapacağını söyler. Subay, kime gideceğini sorar. Kirila Petroviç ismini öğrenir. Gideceği evde, kendisini tanıyanın olup olmadığını sorar. Tanıyanın olmadığını öğrenir. Subay, Fransız gence bir teklif sunar. Geldiği yere geri dönmesi şartıyla, on bin ruble vermeyi teklif eder. Fransız gencin evraklarını alır. İlk gittiği şehirde, kendisini Dubrovski’nin soyduğunu söylemesini, söyler. Yetkililer gerekli evrakları size verecektir, der. Subay, parayı verir. Fransız genç, evraklarını verir. Subay, arabasına binip uzaklaşır. Menzil bekçisi karısına: “Dubrovski’ydi giden!” diye konuşur.
Dubrovski Fransız öğretmen olarak, elinde evraklarla Kirila Petroviç’in kapısına dayanır. Öğretmenliğe başlar. Saşa isimli bir çocuğa öğretmenlik yapmaya başlar. Maşa ile piyano çalar. Ailenin bir parçası olmuştu. Fransız öğretmen olarak, bir gün Maşa’ya bir pusula verir. Pusulada, “Irmak kıyısında saat 7’de buluşalım” yazıyordu. Maşa, söylenen yere geldi. Fransız öğretmen oradaydı. Fransız öğretmen: Bazı olaylar nedeniyle gitmek zorundayım, dedi. Sözlerine devam etti. “Sandığınız Fransız öğretmen Desforges değil, Dubrovski’yim ben” dedi. Maşa, bir çığlık attı. Dubrovski, kininin geçtiğini söyledi. Bir ıslık sesi duyuldu. Dubrovski, gitmem gerekiyor, dedi.
Maşa, eve geldi. Ev kalabalıktı. Babasıyla karşılaştı. Babası Fransız öğretmen Desforges’in Dubrovski olduğunu söyledi. Anton Pafnutyiç, ihbar etmiş. Maşa, babasının elini öptü. Odasına gitti. Ağlamaya başladı. Kirila Petroviç, “Zafer gürleyişi yükselsin” marşını, ıslık çalarak, salonda dolaşıyordu. Fransız öğretmen, bulunamadı. Herkes evine gitti.
Prens Vereyski adında zengi bir derebeyinin, yakında bir yurtluğu vardı. Prens Vereyski, bir gün Kirila Petroviç’i ziyarete geldi. Beraber yurtluğu gezdiler. Sonra yemek salonuna geldiler. Prens Vereyski, burada Maşa’yı gördü. Yemek yediler, konuştular, arabayla dolaştılar. Prens Vereyski, Kirila Petroviç ve Maşa’yı yemeğe davet etti.
Bir süre sonra, ziyaret için Kirila Petroviç ve Maşa Prens Vereski’nin evine gelir. Evin tablolarla süslü salonunu gezdiler. Yemek yediler, şarap içtiler. Bahçedeki kameriyede, müzik eşliğinde kahve içtiler. Eve girdiler. Semaverden çay içtiler. Çayları bardaklara Maşa doldurdu.
Bir gün Maşa gergef işliyordu. Hizmetçi, babasının çağırdığını söyledi. Maşa, babasının yanına gitti. Prens gelmişti. Kirila Petroviç, “Yanıma gel Maşa! Sevineceğin bir haberim var. İşte sana bir nişanlı! Prens, seninle evlenmek istiyor” dedi. Maşa, taş kesildi. Kirila Petroviç, “Haydi çocuklar öpüşün! Size mutluluklar dilerim” dedi. Prens, Maşa’nın elini öptü. Maşa, odasına gitti.
Maşa, odasında gergef işliyordu. Bir el, açık pencereden gergefin üstüne uzandı ve bir mektup bıraktı. Maşa, mektubu okudu. Mektupta, “Gece saat 10’da aynı yerde” yazıyordu.
Maşa, buluşma yerine yaklaşır. Dubrovski, aniden karşısına çıkar. “Zalim babanızdan sizi nasıl kurtaracağım?” diye sorar. Maşa, yalvaracağını, gözyaşı dökeceğini, evlenmek istemediğini söyler. Dubrovski, Maşa’yı kucaklar, göğsüne bastırır. Zaman akıp gidiyordu. Ayrılırken Dubrovski, Maşa’ya bir yüzük verdi. Dubrovski’ye başvurmak isterse, bu yüzüğü meşe ağacının kovuğuna bırakmasını istedi. Ayrıldılar.
Artık düğün hazırlıkları yapılıyordu. Maşa, evlenmek istemediğini belirten bir mektubu, ziyarete gelen Prens’e verdi. Prens, mektubu okudu. Düğünün yapılmasını uygun gördü. Mektubu, Kirila Petroviç’e verdi. Kirala Petroviç, mektubu okudu. Kirila Petroviç, kararını verdi ve kızının odasına gitti. Ertesi gün, düğüne hazır olmasını istedi. Maşa, ağladı, yalvardı.
Kirila Petroviç, öbür gün düğün yapılacak dedi. Maşa, koruyucu olarak, Dubrovki’ye başvuracağını söyledi. Maşa, odasına hapsedildi. Ertesi gün uyandı, bahçeyi seyretti. Ona işaretler yapan Saşa isimli çocuğu gördü. Camı açtı, ne istediğini sordu. Çocuk, “Ben sizin için istediğinizi yaparım” dedi. Maşa, yüzüğü gösterip: bunu meşe ağacının kovuğuna koymasını, söyledi. Yüzüğü, bahçeye attı.
Saşa, yüzüğü aldı. Meşe ağacının kovuğuna götürüp koydu. Ayrılırken, üstü başı yırtık bir çocuk çıktı. Meşenin kovuğuna elini soktu, yüzüğü aldı. Saşa, bu çocuğun üstüne atıldı. Avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Tam bu sırada, bahçıvan Stepan oğlanı Saşa’nın üzerinden aldı. Kızıl saçlı oğlanı yakalayıp eve götürdüler. Kirila Petroviç, onları gördü. Olanları anlattılar. Kızıl saçlı çocuk, yüzüğün kendisinde olmadığını söyledi. Çocuğu, güvercinliğe kapattılar.
Polis şefi geldi. On üç yaşındaki oğlanı görünce şaşırdı. Daha sonra, kızıl saçlı çocuk, Kirila Petroviç’in elini öptü. Çocuk, koşa koşa uzaklaştı. Ninesinin yanına geldi. Ninesinden ekmek istedi. Çocuk ninesine, “Tanrı aşkına, İsa aşkına!” sözlerini söyledi. Nine, bir dilim ekmek verdi. Çocuğun ismi Mitya. Mitya, ekmeği çiğneyerek yürüdü. Koruluğa geldi. İki Çamların orada durdu. Bir ıslık sesi işitildi. Bir adam, çocuğa yaklaştı.
Kirila Petroviç, ıslıkla marş çalarak salonda yürüyordu. Evde herkes hareket halindeydi. Düğün hazırlığı yapılıyordu. Maşa, hizmetçiler tarafından süsleniyordu. Gelinin hazır olduğu haber verildi. Kirila Petroviç, “Hayırlı olsun!” dedi. Maşa’yı yanına çağırdı. Masanın üstünde duran haç ile kızını kutsadı.
Gelin, arabaya bindirildi. Kiliseye geldiler. Damat, gelini karşıladı. Kiliseye, gelin ve damat birlikte girdiler. Papaz, töreni başlattı. Törende, gerekli sözler söylendi. Maşa, görmez, işitmez bir haldeydi. Dubrovski’nin gelmesini düşünüyordu. Damat, gelini öptü. Törendekiler alkışladı. Kiliseden çıktılar. Sahanlıkta bulunan köylüler, gelin ve damadı alkışladı.
Gelin ve damadı taşıyan araba, köy yolunda gidiyordu. Araba, birden durduruldu. Silahlı adamlar ortaya çıktı. Yüzü maskeli bir adam, Maşa’nın olduğu taraftaki kapıyı açtı. “Serbestsiniz, inin!” dedi. Prens, “Ne oluyor?” dedi. Maşa, bu Dubrovski’dir, dedi. Prens, yan cebinden tabanca çıkarıp ateş etti. Maşa, bir çığlık attı. Dubrovski, omuzundan yaralandı. Prens’in tarafındaki kapı açıldı. Birkaç güçlü el, Prens’i arabadan çekip çıkardı. Tabancası elinden alındı. Dubrovski, Maşa’ya: Serbestsiniz, dedi. Maşa: Artık çok geç. Nikâhlandım. Bırakın bizi, dedi. Dubrovski, bir ata bindirildi. Atın gemini bir kişi çekiyor. İki kişi yandan destek oluyordu. Uzaklaşıp gittiler. Kimseye zarar vermediler.
Bir gün yüz yüzelli asker, Dubrovski’nin bulunduğu kampa saldırdı. Çatışma oldu. Dubrovski, öne çıkan subayı, tabancayla vurdu. Ölenler, yaralananlar oldu. Askerler geri çekildi. Dubrovski’nin yeri öğrenilmişti. Dubrovski, ortaklarına hitap etti. Yaşama tarzlarını değiştirmelerini, istedi. Kalan ömrünüzü, dürüstçe çalışarak geçirebilirsiniz, dedi. Sonra, ayrılıp gitti.
MAÇA KIZI
Maça kızı, gizemli bir felaketin habercisidir. Salonda iskambil oynanıyordu. Salon sahibi: Ne durumdasın Surin? Diye sordu. Surin, her zamanki gibi kaybediyorum, dedi. Hermann, ömründe eline iskambil kâğıdı almamış. Devamlı oyun seyrediyor. “Elimde olanı gözden çıkaracak durumda değilim” diyor.
Tomski, oyunculardan biridir. Büyükannesi kontesle ilgili bilgiler verir. Onun Paris’te kumar oynadığını söyler. Kontes, kumarda para kaybeder. Kocası kumar borcunu ödemez. St. Germain isimli bir adamdan kumar sırları öğrenir. Kumar masasına oturur. Üç kart ister. Birbiri arkasından oyuna sürer. Kartların üçü de kazanır. Zararını çıkarır. Kontes, sırrını kimseye söylemez. Bu sözleri Hermann, dinler.
Kontes, özene bezene giyinirdi. Kontes’in Lizetta isimli bir beslemesi vardı. Tomski, kontesi ziyaret eder. Dostlarından birini takdim etmek istediğini söyler. Lizetta, Tomski’ye kimi tanıştırmak istediğini sorar. Hermann, cevabını alır. Kontes, Tomski’den roman getirmesini ister.
Kontes, arabayı hazırlamalarını ister. Bu sırada uşak kitaplar getirir. Kontes, Lizetta’ya bir kitap açıp okumasını söyler. Kontes, iki sayfa okununca esner, beğenmediğini söyler. Kitap okumayı bırakırlar. Kontes, camı açtırıp havanın durumuna bakar. Rüzgârlı olduğuna karar verir. Araba gezisi yapılmaz. Lizetta, üzülür. Dante, “El ekmeği acıdır, yabancı bir eşiğin basamaklarını tırmanmak zordur” der. izetta, evin çilekeşiydi. Kontes’in çayını koyar, kontese kitap okur. Onun gezilerine eşlik eder. Parası zamanında ödenmez. Onurlu bir kızdı. Üzüntüsünden kurtulmak için sade döşenmiş odasına sığınır.
Lizetta, cam kenarında gergef işlerken yolda subay olan genç bir adam görür. İki gün sonra, arabaya binmek için kontesle birlikte evden çıktıkları zaman: subayın yolda olduğunu gördü. Lizetta, eve dönünce cama koştu. Sokakta olan subay, bakışlarını cama dikmişti. Subay, daha sonraki günler, evin pencereleri altında göründü. Lizetta, bir gün, camdan bakarken: Yolda gözlerini cama dikmiş subaya gülümsedi.
Hermann, Ruslaşmış bir Alman’ın oğluydu. Maaşıyla geçinirdi. Kumar oynamaz fakat seyrederdi. Heyecan içinde kumar oyununun gidişini izlerdi. Hermann, üç kart ile oynanan oyun hakkında anlatılandan çok etkilendi. “Yaşlı kontes bana sırrını açar mı?” diye düşündü. Herman, tutumluluk, ölçülülük, çalışkanlık kelimelerinin: üç güvenilir kart olduğunu, düşündü. Şehirde gezerken kontesin evini öğrendi. Hermann rüyasında, “yeşil bir masa, banknotlar, fişler” gördü. Hermann, kontesin evinin önüne gitti. Durup pencerelere baktı. Pencerede pembe bir yüz ve bir çift siyah gözle karşılaştı.
Bir gün Lizetta ile kontes arabaya binerken: Lizetta, subayı görür. Subay, genç kızın elini yakaladı. Hemen gözden kayboldu. Lizetta’nın elinde bir mektup kaldı. Arabayla giderken: kontes gördükleriyle ilgili sorular sorardı. Lizetta kimi cevap verir kimi susardı.
Lizetta, eve gelince, odasına koştu. Mektubu okudu. Mektup, bir romandan alınmış: bir aşk itirafıydı. Lizetta, kararsızdı. Sonunda, “Bir saygısızlıktan dolayı yakınmak zorunda kalmayacağımı ümit ederim” diye yazdı. Mektubu, subay gelince sokağa attı. Hermann, mektubu yerden aldı. Bir pastaneye oturdu. Mektubu açıp okudu. Hermann, Lizetta ile buluşmak için hediye paketleri içinde mektuplar gönderiyordu. Lizetta, bu mektupları okuyordu.
Bir gün, bir elçilikteki davete kontesin katılacağı öğrenilir. Lizetta, Hermann’a bir mektup yazar. Pencereden mektubu atar. Odasının yerini tarif eder. Kızın odası, kontesin yatak odasına açılan kapıdan girilen bir merdivenin sonundadır.
Berbat bir havada, rüzgâr uğulduyor, sulu kar yağıyordu. Sokaklarda kimse yoktu. Hermann’ın sırtında bir redingot vardı. Kontesin evinin önüne geldi. Saat on bir buçukta, merdivenleri çıktı. Sofada uyuyan uşağın yanından sessizce geçti. Kontesin yatak odasına girdi. Odayı inceledi. Çalışma odasına girdi. Saat gecenin ikisini vurdu. Gelen arabanın sesini duydu. Kostes, yatak odasına getirildi. Lizetta, merdivenleri çıkarak odasına gitti. Kontes soyunduktan sonra bir koltuğa oturdu. Hizmetçileri gönderdi. Odada bir tek kandil yanıyordu.
Hermann, yaşlı kontese yaklaştı. “Bir iyilikte bulunmanız için yalvarmaya geldim. Üst üste üç kartı tahmin edebileceğinizi biliyorum” dedi. Hermann, kontesin önünde diz çöktü. “Yaşamda kutsal bildiğiniz duygularınız adına yalvarıyorum. Açın sırrınızı!” dedi. Kontes, tek söz söylemedi. Hermann, cebinden bir tabanca çıkardı. Kontes tabancayı görünce sarsıldı. Başını eğip kolunu siper etti… Sonra yere yuvarlandı. Hareketsiz kaldı.
Lizetta, odasına çıktı, elbisesini kendisi çıkardı. Hermann ile olan durumunu düşündü. Hermann’ı sadece mektubundaki imzasından tanıyordu.
Baloda Tomski, Lizetta’yı dansa kaldırdı. Mazurka oynadılar. Tomski, Hermann’ı tehlikeli biri olarak tanıttı. Lizetta, buz kesti.
Odasında Lizetta, çıplak kollarını haç biçiminde kavuşturmuş oturuyordu. Ansızın kapı açıldı. Hermann içeri girdi. Lizetta titredi. “Neredeydiniz” diye sordu? “Kontesin odasındaydım. Kontes öldü” dedi. Genç kız, ağlamaya başladı. Hermann, giden paralarına üzülüyordu. Elinden fırsat kaçmıştı. Hava aydınlanır. Hermann’ın görünmeden gitmesi için Lizetta yol tarifi yapar. Kapının anahtarını verir. Hermann, Lizetta’nın elini sıktı. Eğik başına bir öpücük kondurdu ve odadan çıktı. Kapıyı buldu ve evden çıktı.
Hermann, üç gün sonra, sabah saat dokuzda, manastıra gitti. Kontes için okunacak duaya katılacaktı. Kendisini bağışlatmak için cenaze törenine geldi. Kontesin cenazesi tabut içinde beyaz atlas bir giysiyle yatıyordu. Uşaklar, akrabalar, çocuklar, torunlar toplanmıştı. Papaz konuştu. “Ölüm meleğinin kontesi aldığını” söyledi. Herkes cenazenin önünde eğilerek selam verdi. En son Hermann cenazeyi selamladı. Bu selamlaması sırasında, ölü tek gözünü kırparak alaylı alaylı bakıyormuş gibi geldi. Ayağı sürçtü. Sırt üstü yere yuvarlandı.
Bir gün Hermann içki içti. Uyudu. Uyandığında geceydi. Üçe çeyrek vardı. Uykusu kaçmıştı. Yaşlı kontesin cenazesini düşünmeye başladı. Bu sırada birisi, terliklerini sürüyerek geliyordu. Kapı açıldı. Beyaz giysili bir kadın girdi içeri. Hermann kontesi tanıdı. Kontes: “Arka arkaya kazanacak olan üç kart, “üçlü, yedili ve bey” olur. Bir günde sadece bir kart sürecek, ondan sonra ömrünün sonuna kadar kumar yok. Beslemem Lizetta ile evlenmen şartıyla da ölümümü sana bağışlıyorum.” Sözlerini söyleyip sessizce gözden kayboldu. Hermann, uzun süre kendini toparlayamadı.
Hermann, kumarhaneye gitti. Kumara katıldı. Oyunun sonunda, sağa dokuzlu, sola üçlü düştü. Hermann kazandı. Parayı alıp evine gitti. Ertesi gün kumarhaneye geldi. Oyun başlayınca kartını çekti. Bütün parasını oyuna sürdü. Kartlar açıldı. Sağa vale, sola yedili düştü. Hermann, yedilisini açtı. Hermann kazandı. Hemen eve gitti. Ertesi akşam, Hermann yine oyun masasının karşısına geldi. Oyun başladı. Hermann kartını çekti. Parasını sürdü. Kartlar açıldı. Sağa kız, sola bey düştü. Hermann, bey kazandı diyerek kartını açtı. Oyunu yöneten: Kızınız kaybetti, dedi. Hermann titredi. Önünde bey yerine bir maça kızı duruyordu. O anda maça kızı göz kırpıp gülümsüyormuş gibi geldi ona.
Hermann aklını oynattı. “Üçlü, yedili, bey! Üçlü, yedili, kız!” diyerek oynayıp duruyor. Lizetta, memur olan sevimli bir genç ile evlendi.