Haberde Bursa

İYİ İftarlar…

15.04.2022

Yazdığım gazetelerin birinin sahibi (patron diyeyim) beni telefonla aradı; “hocam, İyi Parti’nin Atatürk Kongre Merkezi’nde İftar programı var. Gitmek, yazmak isterseniz gelin. Basın bölümünden size de yer ayırttım.” dedi. Gideceğimi söyledim. İftar yemeklerine, çadırlarına birkaç kez gitmiş, çok mağduriyet yaşamıştım. Bakalım bu nasıl olacak?..
Kongre merkezinin 2. Kapısından içeri girdim. Ezanın okunmasına on dakika var. Salon tamamen dolmuş, masalarda yer kalmamış. Zaten ben; çiçeği burnunda bir basın emekçisiyim yeri ne yapacağım. Çok da açım bu arada. Önce bolca resim çekmeliyim. Salonu dolaşarak, sahneden falan bolca resim çektim. Konukları inceledim; iyi giyimli, bakımlı beyler ve hanımlarla dolmuş masalar.


Aklıma bizim orda yaşanmış bir olay geldi. İlçenin kaymakamı; “gideyim bir bakayım halkım ne durumda” diye merak edip bir köy kahvesine gider. Hal hatır sorma sırasında kahveci kaymakama hemen bir çay getirir. Kaymakam bakar ki kahvede kendisinden başka çay içen yok; “arkadaşlar siz neden çay içmiyorsunuz? Siz de için.” der. Hazır cevap bir köylü: “Siz için gaymagam bağ biz her zaman içiyoz” der. O hesap, salonda olanlar zaten her zaman güzel iftar yapıyorlardır. Ben olsaydım her üyeye mahallesinden bir yoksul aile alıp gelmesini söylerdim. Gerçi, toplu ulaşımın bu kadar pahalı olduğu bir zamanda davetli aileler gelebilirler miydi bilemedim. İki vesaitle gelseler kişi başı sekiz liradan üç kişi gidiş dönüş kırk sekiz lira tutar. Ekonomik değil. Tanesi dört liradan dört domates, tanesi bir liradan dört biber, tanesi iki liradan üç yumurta, tanesi yedi buçuk liradan iki adet yumurtalı pide alıp yeseler(kırk bir lira tutar) iftar yemeğine gidip gelmekten daha ucuza gelir.
Sandım ki; Meral Akşener’le yan yana bir resim çekinir hava atarım. Büyük kameralar, cep telefonlarından oluşan bir ordu Meral Hanım’ın oturduğu masanın etrafına hilal şeklinde dizilmiş çekim yapıyorlar. Çok kalabalıklar. Kameramın sığacağı kadar iki santimetrekarelik bir ara buldum resim çektim. Meral Hanım, başörtüsünü ve maskesini takmış, sadece gözleri gözüküyor. Resme baktım tanıyamadım. Yoksa ben başka birini mi çektim?


Ezan okundu. Pırıl pırıl aydınlatılmış salonda pırıl pırıl giysileri içindeki pırıl pırıl insanlar yemeğe çorba ile başladılar. Ben açım ve hiç yer yok. Bir süre dolandım ortalıkta. Bir garsona: “Yemekler nereden geliyor?” diye sordum ki kaynağına gideyim. Garson: “Şu siyah perdelerin arkasından” dedi. Siyah perdelerin arkasına geçtim. Sanki Norveç’ten Somali’ye geçmişim gibi hissettim. Loş ışık içindeki etrafa bir göz gezdirdim; çorbasını alıp, yere bağdaş kurup yiyenler, yemek ve diğer malzemelerin boşaldığı plastik kasanın birini masa, diğerini oturak yapmış Somali halkı çalıyor kaşıkları. Baktım bir elinde seramik çorba sürahisi diğer elinde porselen tabak olan garsonu biri durdurmuş tabağına çorba döktürüyor. Hemen gidip bir tabak aldım ve garsonun sürahisinin önüne uzattım. Bana da çorba doldurdu sağ olsun. Yere bağdaş kurup yiyemem ben bir basın mensubuyum. Plastik kasalara yöneldim. Tabağı koyacak kadar bir yer buldum, koydum. Oturacak yer yok.

Çömelip yiyeceğim artık. Kaşık, ekmek yok. Somali sakinlerine: “Kaşığı, ekmeği nerene aldınız?” diye sordum söylediler. Gittim kaşık ve ekmek aldım. Çömeldim yemeye başladım. O sırada biri yemeğini bitirmiş, kalktı gitti. Hemen onun yerine oturdum başladım yemeye. Çorba bitti ana yemek almam lazım. Yine Somalili dostlara sordum, “nerene aldınız ana yemeği” diye. İki yer işaret ettiler. Birine gidip; “Yemek alabilir miyim? “diye sordum; “Hayır hayır alma. Masalara yetişmiyor zaten” dediler. Öbürüne gittim onlar da vermeyince geri döndüm. Biçare otururken biri; “Hani yemek? Alamadın mı?” dedi. Bir başkası: “Ya arkadaş sen sormuşsundur sormadan masadaki yemeklerden birini kap gel” dedi. Demek ki burada adet böyleymiş. Kibarlık ederken insan aç kalırmış.

Gittim sormadan bir yemek aldım geldim. Artık Somali’ye uyum sağlamaya başlamıştım (Ah patron yaktın beni! Hani basın locasından bana yer ayırtmıştın?).
Yemek yerken konuşmalara kulak misafiri oldum biri: “Başka partilerin milletvekilleri, belediye başkanları da gelmiş.” Diğeri: “Ne var bunda davet etmişlerdir.” Bir diğeri: “ Ben bunların ciğerini bilirim. Yaranmak için gelmişlerdir. Kendi partileri aday göstermezse İyi Parti’den aday olabilir miyim diye gelmişlerdir.” diye konuşuyorlardı. Milletin ağzı torba değil ki büzesin…
Yemeğim bitti.

Somali’yi terk edip Norveç tarafına geçtim. İl başkanı Selçuk Türkoğlu kürsüde konuşuyor. Konuşması bana çok sıcak ve tanıdık geldi. İç Anadolu şivesi seziliyor konuşmasında ve tavırlarında. Sıcak ve yakın hissetmem ondandı. Selçuk Bey’i yirmi yıl önceden, sendika başkanı olduğu zamanlardan tanırım. Kayserili bir öğretmendir. Meral Hanım’da öğretmendir.
“Âşık Veysel, Neşet Ertaş, Âşık Mahsuni Şerif gibi halk müziğinin devlerini çıkarırsak Halk müziğimiz öksüz kalır” diye düşünürüm hep. Öğretmenleri de siyasetten çıkarsak siyasetimiz de öksüz, yetim kalır. Muharrem İnce de vardır öğretmen siyasetçiler arasında. Muharrem Bey’de iftar verecekmiş Bursa’da ona da gideceğim (patronum öyle istiyor). Hem bana basına ayrılan masada yer ayırtır yine(!).


İl başkanı Selçuk Bey: “Sayın genel başkanım, giriş kapısına darağacı kurup zeytin dalını asmak istedik yetkililer izin vermediler.” diye şikâyetini dile getirdi. Zeytin dalını asmak sakıncalı bizim memlekette. Darağacına adam as ama zeytin dalı zinhar asma Selçuk Başkan.


Meral Hanım çıktı sahneye; Siyah ceket ve pantolon giymiş. Büyük Atatürk onu görse gurur duyardı. İşte ben böyle; “kadın ve erkeğin birlikte omuz omuza çalışmasını istedim” derdi. “Başbakan Meral” sloganları salonu inletti. Meral Hanım halkın nabzını tutmayı çok iyi bilen bir lider.


O sırada benim patron geldi. “Merhaba patron. Yemek yediniz mi?” dedim. “Dur hele hoca zaten geç kaldım. İftar vakti yaklaşınca otobüs seferlerini azaltmışlar herhalde. Otobüs bulamadım. Biraz resim çekeyim.” dedi. “Şu siyah perdelerin gerisinde yemek var. Yemeğini ye ben çok resim çektim sana Watsap’tan atarım” dedim ayrıldım yanından. O da Somali’ye gitti mi gitmedi mi bilemiyorum.


Boynunda görevli kartı asılı bir adama: “Sence bu salonda kaç kişi vardır?” diye sordum; “ben Karacabey’den geldim. Bizim başkan dedi ki: “iki bin beş yüz kişilik yemek için şirket ile anlaşma yapılmış.” Böylece önemli bir bilgi daha aldıktan sonra salondan ayrılıp eve doğru yola çıktım.

Trende eve doğru giderken yemek değil de iyi bir dayak yemiş gibiydim. Basın mensubu olmak ne zor işmiş meğer! Muharrem İnce’nin iftarında buluşmak dileğiyle…

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>