Memleket’ten Havadis Var!
Gazetelerde yazıyorum ama bana ne sivil toplum kuruluşlarından ne siyasi partilerden herhangi bir davet gelmiyor. Benim haber muhabirliğine başladığımdan kimsenin haberi yok. Gazetelerinde köşe ve haber yazdığım iki patronum var. Onlar da olmasa hiçbir şeyden haberim olmayacak.
Memleket Partisi’nin bugün saat on birde basın açıklaması için il başkanlığına gittim. Baktım iki patronum da oradalar. Benimle ilgilenip, aralarına oturttular. Başkanın oturacağı koltuğa yakın oturmuşlardı. Dikdörtgen, şeklinde açık mavi renge boyalı salonda bulunan uzun masaya diğer gazetecilerle karşılıklı oturup beklemeye başladık. Toplantının başlamasına daha on beş dakika var. Salon sessiz, gerin. Gazetecilerin çoğunu tanımıyorum. Bir ara ortalıkta el arkasında dolaşan patronum Erdal Orhan, il başkanının oturacağı koltuğa oturdu; “il başkanlığına el koydum. Başkan benim. Basın açıklamasını başlatıyorum.” derken kalın camlı gözlüğünün altından bana bakarak; “sen de böyle zamanlarda böyle hareketler yap. Yoksa bu meslek çekilmez.” der gibi baktı. Beni yetiştirmeye çalışıyordu sağ olsun. Bir parti görevlisi basın açıklamasında okunacak metni dağıttı.
Başka bir parti görevlisi; “arkadaşlar ön tarafları boşaltalım gazeteciler yer açalım lütfen” dedi. Ben hemen ayağa kalkıp arkalara gitmek, yerimi gazeteciler bırakmak için ayağa kalktım. İkinci patronum Turan Turan: “Otur hocam nereye gidiyorsun? Sen de bir gazetecisin unutma.” dedi geri yerime oturdum.
Saat tam on birde il Başkanı Güner Aklan odasından çıkıp yerine oturdu. “Hazırsanız basın toplantımıza başlayalım arkadaşlar” dedi. Başkanı on yıldır tanırım. Deneyimli bir siyasetçi ve aynı zamanda başarılı bir avukattır. Basın bildirisini mikrofonlara ve salondaki bizlere okudu. Biliyorduk ki; bu bildiri Memleket Partisi’nin 81 il başkanı tarafından aynı saatte okunuyordu.
Bildiride; ülkemizde yaşanan gıda krizi, gıdaya ucuza ulaşabilmek için oluşan kuyruklar, gıdanın ülkemiz için bir beka sorunu haline gelişi, Rusya- Ukrayna savaşından sonra oluşan gıda krizinin sebebinin hükümetin son on yıldır uyguladığı yanlış tarım ve hayvancılık politikalarından kaynaklandığı, kendi ürettiğimiz ürünlerin ithalatçısı durumuna geldiğimiz, Karadeniz’den gelecek gemilerin yolunu gözler hale getirildiğimiz, gıdanın stratejik bir öneme sahip olduğu ve partiler üstü ele alınması gerektiği gibi konulara temas edilmişti.
Deprem olunca her gün depremi konuşur; depreme dayanıklı evler yapılması, çürük binaların yıkılarak geri dönüşümle depreme dayanıklı hale getirilmesi, deprem anında nasıl hareket etmemiz gerektiği günlerce gündemde tutulur. Barajlarda su kalmayınca; suyun önemi gündemden düşmez; “dişinizi fırçalarken musluğu kapatın, arabalarınızı musluk suyuyla yıkamayın” gibi uyarılar yazılı ve görsel basında yer alır. Aradan biraz zaman geçince deprem, barajlar yağışlarla dolunca su unutulur gider, gündeme bir daha gelmez. Yeterli Ayçiçek yağımız, unumuz, gıdamız olsa gıda krizi de pek gündem olmayacaktı ama yok. Olan da çok çok zamlandı maalesef.
Akılcı yönetimler; deprem olmadan, su ve gıda krizi oluşmadan gerekli önlemleri almalı değil midir? Her konuda “saldım çayıra Mevla’m kayıra” yöntemi ile yönetildiğimiz, Ortadoğu ülkesine döndüğümüz için krizlerimiz daha da çoğalacak gibi.
“Sorusu olan var mı?” diye sordu Güner Bey. Gazeteciler sorularını sorup yanıtlarını alırken; çiçeği burnunda stajyer muhabir olarak dikkatle dinledim onları. Dilimin ucuna gelen soruları sormadan yuttum. Eğitim, kitap yazma ve köşe yazarlığı olsaydı; az buçuk bunlardan bilgi sahibiydim soru sorabilirdim. Çömez bir muhabir olarak susup dinlemem gerektiğini düşünüp, sessizce dinledim olanı biteni. İlerde, büyüyünce ünlü bir gazeteci olursam sorarım artık.
“Bu ne biçim bir haber sunuş?” diyenler olabilir. Gazetecilik hakkında bildiğim; “ köpek bir insanı ısırdığında haber olmaz, insan köpeği ısırırsa haber olur” dan ibaret.
Ben öyle ana yoldan sapmadan yazı yazamıyorum. Ana yoldan tali yollara sapıyor, patikalarda, orman yollarında devlerle çarpışa çarpışa oralarda oyalanıp, tekrar ana yolu zor şer, kan ter içinde kalarak gelebiliyorum. Sivrihisar- Eskişehir arasında dümdüz yolda gitmek bana göre değil. Bana virajlı, inişli çıkışlı yollar gerek. Sürekli ana yolda gitmek beni sıkıyor. Ben yazarken sıkılıyorsam okuyanlar da sıkılır sanıyorum. Hazır acemi bir muhabirken tadını çıkarayım, canımın istediği gibi bir haber yapayım dedim. İlerde ünlü bir gazeteci olduğumda; “ünlü bir gazeteciye böyle haber sunmak yakıştı mı hiç!” sözünden kurtulmuş olurum böylece.
Yine ana yola düşeyim; Güner Başkan katılımımız için bizlere teşekkür etti. Yavaş yavaş yerimizden kalktık. Giderken Yıldırım İlçe Başkanı Mesut Bey’le vedalaştım. O sırada yanındakiyle konuşan Güner Başkan’a doğru baktım. Beni gürünce elimi kaldırarak selam verdim. Hemen yerinden kalktı bana doğru geldi; “Ahmet Hocam, partimizin iftarını ne kadar güzel yazmışsınız. Beğenerek okudum. Çok teşekkür ederim. Ayağınıza sağlık!” derken beni mahcup ve onore etti sağ olsun.
Artık bu tuhaf haber yazımı gazete sahibi dostlarım köşeme mi yoksa haber bölümüne mi koyarlar artık kendileri bilir…
ahmet.kocak16@hotmail.com