NE YAPMALIYIZ?
İnsanlık adına, kültür adına, doğal olaylar adına, ekonomik olarak, ahlaki yozlaşma olarak derin bir dönüşümden geçiyoruz.
Bir çıkış yolu bulmalıyız, çıkış yolu bulamazsak bizlerde bu topraklarda önceden var olan diğer devletler gibi tarihe karışabiliriz.
Çıkış yolunda en önemli etkenin eğitim olacağı kanısındayım. Eğitim deyice de önce “EMİLE” J.J Roesseau akla gelir.
Emile onun önemli bir kitabıdır, eğitimi anlatır. Birey-yurttaş Emile ve vatandaş Emile nasıldır, nasıl yetişir.
Birey Emile için beş aşamayı öne alır
-Doğacılık,
-Deneyimlemenin Önemi,
-Hümanizm,
-Ölçülülük,
-Özerklik.
Birey Emile, Rousseau tarafından, doğa ile uyumlu bir
şekilde, deneyimleme yoluyla öğrenen, ölçülü davranan ve yaşayan, hümanist ve özerk bir birey olarak yetiştirildi.
Ya vatandaş Emile nasıl yetiştirilecek?
Vatandaş Emile için “Politik Ekonomi Üzerine Söylem ve Polonya Hükümeti ve Reform Tasarısı Üzerine Düşünceler kitabında ele alır.
Rousseau için vatan sevgisi; esas itibariyle kanun ve
özgürlük sevgisidir. Bu sevgide devlet tarafından eğitimle verilir, temelinde toplum sözleşmesi ve kanunlar vardır, vatandaşın bu kanunları özümsemesi ve uyumu ile mümkündür. Bu uyumu vermek için sınıf ayrımı gütmeyen bir eğitim sistemi uygulaması, eğitimde fırsat eşitliği imkânı ve olanağı sağlanmasıyla kurulur, bu eğitimlerde en önemli kıstas ise deneyimsel eğitimdir.
Deneyimsel ve uygulamalı eğitimi de daha sonraki yazılarımda gündeme alacağım, burada ise Anadolu’dan bir PİR örneği vereceğim “Ahi Evran” ve bizim köy enstitülerimiz.
Yer küremizin tahmini yaşı 4,5 milyar yıldır, bizi yaratan, bize rehberlik eden, bizi doyuran hala orasıdır.
İnsanlığın tahmini yaşının 25 milyon yıl olduğu söylenir, bizim atamız sayılan homo erectus yaklaşık 2 milyon yıl önce Afrika’dan çıkıp bizim yaşadığımız topraklardan geçip Avrupa’ya yolculuk etti, Nature dergisine göre ise modern insan ( homo sapiens) in ortaya çıkışı ise 300 bin yıl öncesine dayanır, çıkış noktası da tek yer değildir(Fas’taki bulgular).
İnsanın modern insana dönüşmesi- ortaya çıkışı evrimleşmenin oldukça uzun zamana ihtiyaç duyduğunu gösterir, kuyruk sokumunun küt olarak kalması, beynin gelişimi ve iki ayak üzerine çıkış kolay olmamışa benziyor.
Zorun rolünü F.Engels Anti-Duhring te ele alır ama tarih sadece zorun rolü ile açıklanamayacağını belirtir.
İnsanlığın evrimin de acaba hangi faktörler devreye girdi, yer kürenin iklim değişimleri, kıtlık, kuraklık, yangın, hayvanların telef olması, salgın hastalıklar v.b. Demek ki bazı koşullar evrim sürecini hızlandırarak bizim iki ayak üzerinde yürümememizi sağladı.
Doğal olayların zorlaması, insanların gözlemi, uygulamalar, deneysel uygulamalar ile birleşince bu günkü beyinsel gücümüze erişmememize neden oldu. Her bir sonuç yeni olguları gündeme getirdi, basitten karmaşık yapıya doğru dönüşen bir yaşam meydana geldi.
Gözlemler, uygulamalar, deneysel uygulamalar her bir zaman diliminde bize yeni şeyler öğretti, öğrendikçe de üretim araçları değişimi, üretim ilişkileri sarmalını yarattı. Heraklitos “Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz” der, bu gözlemlere, sonra ise deneysel uygulamalara dayanan maddeci bir tanımdır.
Akıp giden nehirler, akıp giden zaman girift ilişkiler yaratarak bir birine eklemlen dirilen süreçleri doğurdu.
1788-89 Ortaya çıkan Fransız burjuva devrimini 100 yıl önce yaşayan dünya aydınları bize fısıldıyordu. J.J. Roessaue, Voltaire, Montesquieu.
Onlardan önceki aydınlar, bilim insanları olmasaydı, mesela Eflatun’un ( Platon) “yasalar” kitabı v.b olmasaydı Montesquieu “Kanunların Ruhu” adına kitabını yaza bilir miydi? (3-Y- yasama- yürütme- yargı bağımsızlığı- nin babası sayılan bu filozofun demokrasi anlayışına biz bu gün hala sahip değiliz)
Epikuros( Epikür) meşhur filozoflar kitapları olmasaydı, dönemin filozofları ne ile besleneceklerdi? Volteire meşhur “Felsefe Sözlüğü” nü yazabilecek miydi?
Loncalarda ki emek birikimleri ile burjuva devriminin doğuşunu adeta bize fısıldayan J.J.Rosseue “Toplum Sözleşmesi ve Kanunlar” kitabını yazabilecek miydi?
Dünyadaki buluşlar, sermaye yapıların karmaşıklaşması, psikanalizin babası Freud, evrim yasalarının babası C.Darwin, felsefenin babası Hegel olmasaydı bir Marx doğabilir miydi, kendi deyimiyle baş aşağı duran Hegel diyalektik yasalarını ayaklar üzerine çevirebilir miydi?
İnsanlık evrimi ve gelişimi sürekli birbirine bağlıdır, basitten karmaşık yapıya, birikim yapıp değişerek ilerler.
Emile’de Rossaue, eğitimde; doğacılık ve deneyimlemeden söz ediyordu. Doğadaki olayların gözlemlenmesi, gözlemlemenin deneysel yapıya kavuşması, deneysel yapının uygulamaya geçmesi ile yepyeni ufuklara yolculukların önünü açtı.
Uygulamalar “temrinli” eğitimi yarattı, Alman ekolünün atası sayılan Pir Ahi Evran felsefesindeki usta, kalfa, çırak ilişkileri, hiyerarşik yapısı yepyeni bir eğitimin müjdesini bize vermedi mi? Mithat Paşa’nın meslek liseleri, Ethem Nejatlar, Mustafa Necatiler olmasaydı, ulusal bağımsızlığını kazanan ülkemizde H.Ali Yücel’ler, Tonguçlar, Ruştu Uzeller olabilir miydi?
1900 başlarında 1. Dünya savaşının en ağır dönemlerinde yurt dışına gönderilen dahi öğrencilerimiz, cumhuriyet ilanından sonra bağımsızlık takını eğitimde devreye alarak, Alman- Sovyet (PoliTeknik) sisteminin harmanlanması ile tamamen bize ait bir sistemi ortaya koymuşlardır, bunun adı da KÖY ENSTİTÜLERİ dir. Köy enstitüleri, bağımsızlıktan, cumhuriyetten ayrı düşüne bilir miyiz? Uygulamalı eğitim ile KARANLIĞA meydan okuyan bakir- gururlu- çalışkan ve efendi Anadolu insanına yapılan en büyük armağan olarak tarihe geçe bilir miydi? Şayet o “TEMRİNLİ” eğitim devam etseydi daha o yıllarda 1960 larda kalkınmış 10 devlet arasında Türkiye gösterile bilinir miydi? Bu gün hala köy enstitülerinin üç beş ağa nın baskısı ile kapatıldığı yalanı söylenir, onun kapatılışı cumhuriyetin ekonomideki bağımsızlığını yitirip okyanus ötesi anlaşmalara imza attığı 46-47 li yıllara rast gelir, bu aynı zamanda; eğitimde, uluslararası ilişkilerde bağımsızlığımızın yitirilişi tarihidir. Dünyaya örnek olan bu modeli kaybettik.
Bu gün ise “temrinli” eğitimimizden tamamen uzaklaştık, Pir’imizi öğretisi çırak-usta- kalfa ilişkileri de son bulmak üzere. Peki o zaman eğitim, bağımsız bir eğitim politikamız olmadan nasıl kalkınacağız? Muasır medeniyet seviyesine nasıl ulaşacağız?
Arabistan, Çanakkale, Filistin, Galiçya, Garp, Irak, Makedonya, Romanya, Kafkasya cephelerinde bir oyana bir bu yana koşturan Osmanlı askerleri artık sıfırı tüketmek üzeredir.
Hasan Pulur’un deyimi ile Durak Ağa’dan son çocuğunu da askere isteyen vali için “Vali paşa, git padişaha söyle, ben artık elden ayaktan düştüm, yaşlandım, benim şeyime güvenip ona, buna savaş açmasın!” demesi Osmanlı’da sonun tüketilmesidir.
Bu deyim nüfusun % 85 e yakını köylü olan Osmanlı’da artık savaşacak insan kalmamıştır, halk bitkindir, perişandır, yarı açtır. Zorlama ile askere gitmek istemeyenler ise dağa çıkmaktadır. Bunun aynısı Rus köylüsü ( Mujik) içinde geçerlidir. Her iki ülkede de sefillik artık isyan boyutundadır.
Çanakkale savaşı ile Rusya’da yayılan devrim imparatorluğu yok ederek Sovyetlere dönüşecektir. 1. Dünya savaşındaki ağır yıkımlar, İspanya da başlayan pandemi ise bunun tuzu biberi olacak halklar artık savaşmaktan bitap düşmüştür. Egemen devletler savaşta istedikleri bir çok başarılar kazanmış ama iki devletin bağımsızlığını önleyememiştir, bunlar Sovyetler ve Türkiye’dir.
Bağımsızlığını kazanan bu iki devlet planlı kalkınma ile hızlı sanayileşme ve büyüme sağlamışlardır. Sağlıklı ve kalıcı büyüme, kalkınma içinde eğitim seferberliği uygulamalıdırlar. Her iki devlet de ağırlıklı nüfus kırsalda yaşamaktadır, iki temel sorun vardır, iyi YETİŞMİŞ İŞ GÜCÜ. Tek yolu eğitimdir, çocuk ölüm oranları düşürülerek iyi yetişmiş nüfus artışı sağlanmalıdır, bir taşla iki kuş.
%80-85 i Kırsal kesimde yaşayan Türkiye’de; kalkınması için eğitim- sağlık politikalarına programlarına, ihtiyaç vardır. Bu nedenle bağımsız eğitim politikası ile Türkiye şartlarına uygun okullar açılmalıdır, bu okulların adı da köy enstitüleridir. Okullarla; eğitilmiş, çocuk ölüm oranlarını düşürerek nüfusunu arttırmış bir Türkiye hedeflenmektedir, bu nüfus aynı zamanda cumhuriyet ve bağımsızlık politikalarına da uygun olmalıdır. “…Köy Enstitüleri ilkesi, bu pratik ilke tamamıyla bizimdir. Taklit değildir. Türkçe buluştur. Benzersizdir. Çünkü millet sevgisi gibi bir kaynaktan ilhamını almıştır. Pedagoji kitapları yazmaz, klasik pedagoji bilmez. Bilmezler, çünkü bir eğitim kuramı değil, ulusal bir kalkınmanın temel ilkesidir ve onun gerçekleşmesi, hayata geçmesi atılımdır…” Hasan Ali YÜCEL.
Enstitünün temelinde yaparak, yaşayarak öğrenme yatar. Onları temrini okullar ve sınıflardır, bunları tek tek kendi elleri ile yaparlar daha sonra ise uygulama alanı tarlalardır. Bölgelere uygun tarımsal eğitimi içeren dersler görürler. Bizzat tarım alanında uygulama yaparlar, köyde tarım için gerekli olan kaynakçılık, demircilik gibi benzer dersleri de alırlar.
Gözlem, deney, inceleme, araştırma, tartışma gibi öğrenme tekniklerine geniş yer verilmiştir. Onları düşünmeye, sorgulamaya, doğruları ve gerçekleri akılcı bir yol ile araştırmaya özendirici bir nitelik gösterilmektedir, bu aynı zamanda iş sevgisini, çalışana saygıyı, iş sorumluluğu gibi soyut kavramların yaparak, yaşayarak ve gözlemleyerek öğrenilmesini yaratır. İş eğitimi le birlikte pedagoji dersleri alarak ilerde ki öğretmen özelliğine kavuşturulmuşlardır. Okudukları klasikler ile sorgulamayı- soru sormayı- neden, niçin gibi kavramların sorgulanır olduğunu görmeleri- yaşamaları öz güvenlerini arttırmıştır. Haftalık ders programlarının yarısı kültür diğer yarısı ise uygulamalı dersleri içermektedir.
Okullardan uygulamalı eğitim almış, pedagojik bilgi ile donatılmış yepyeni bir insan yaratılarak cumhuriyetin öğretmenleri, sağlık görevlileri yaratılmıştır.
Her öğrenci tarım dersleri yanında, pozitif bilimleri, mantık dersi alarak da sorgulamayı öğrenmişlerdir, klasik kitaplar yanında her bir öğrenci en az bir çalgı aleti çalmayı öğrenmiştir. Kafasında bit, beyninde ise bin bir düşünce ile okullara gelen öğrenciler birer cumhuriyet öğretmeni, sağlık görevlisi, öz güveni ile köylerine dönmüşlerdir.
Köyümüze komşu olan köy 200 haneye yakındı ve köyde sağlık ocağı mevcuttu. Sağlık ocağı yanında da sıhhiye için tam daire olan bir konut yapılmıştı. Yılar sonra bile o binalar dimdik ayaktaydı. Kurtuluş savaşından beş kuruşsuz çıkan bir ulusun köyünde 1940 larda sağlık ocağı, köy enstitülerin ve cumhuriyetin başarısıydı. Her başarı cezasız kalamaz mantığı ile 46-47 de ABD ile yapılan ikili anlaşmalar ile Türkiye bağımsız eğitim politikasını kaybedecek ve onu yaratanların görevden alınması ile tarihe karışacaktı.
Köy enstitüsünün yaşadığı yıllarda kalkınmada dünyanın ilk 10 ülkesinden biri olacak diye düşünülen ülkemiz ne durumdadır?
Gelinen nokta da umudunu yitiren bir gençlik, değersiz bir para birimi, borç içinde yüzen bir ülke, dış açık, bütçe açıkları, yüksek enflasyon ve yüksek faiz.
Acaba böyle mi olmalıydı?
TRT Belgesel de “Ravenseat Farm” diye bir belgesel dizi halinde yayınlanıyor, ilginizi çekti mi bilmem? Özellikle köy hayatı ve hayvancılıkla uğraşanlar için güzel bir dizi. Olay İngiltere’de geçmekte ve kalabalık bir aileyi kapsamaktadır. Feodalite kalıntıları, tarım kesiminde emek yoğun yaşam hala bu aileleri en gelişmiş ülkelerde bile yaratmaktadır.
Neden İngiltere?
Sizi şimdi de Anadolu bozkırına götüreceğim; sene 1935 Sümerbank Bursa’da bir tesisin temeli atılır. Yine Sovyet’lerin parmağı vardır, tesisler o zaman için çok ses getiren büyük bir fabrikaya dönüşen yapıdır, entegre bir yapı olması ile dikkatleri çeker, için de kendi elektriğinden sosyal tesislerine kadar bir dizi yapıyı barındır. Merinos’un açılması ile dünyada bir numara olan İngiliz yünlü kumaşına rakip çıkmıştır, Çanakkale’de başına bela olan grup bu kez bozkırlarda harikalar yaratarak onlara yine meydan okumaktadırlar, Merinos açıldığı günden darmadağın edildiği güne kadar İngiltere’nin hedefinde kalmaya ve yok edilmesi gerektiğine dip not düşülen bir tesistir.
Merinos aynı zamanda ülke içinde ENTEGRE bir tesistir, neden mi? Köylünün en büyük destekçisi Merinos’tur.
Sizi bu kez 1969 taki bir köy kahvesine götüreceğim, burası Eskişehir’e bağlı Rıfkıye( Aktepe) köyüdür, doğduğum büyüdüğüm köy. Dönemin AP vekil adayı Prof.Dr Orhan Oğuz. Seçim çalışmaları nedeni ile köy kahvesindedir. Hoca, bilgili tecrübeli ve iyi bir hatiptir ancak karşısındakiler de yabana atılmayacak derece de TİP e oy verecek düzeydeki insanlardır. Konu eğitime gelir ve bu sorunu “taşımalı Sistem” ile çözeceğiz diyen hoca köy kahvesinden nazik bir şekilde kovulur.
Merinos ve köy okulları?
Ne ilgi diyeceksiniz.
Anlatalım, k.baş hayvancılık karlı bir iştir, o yıllarda köylerde ki nüfus oranı biraz azalsa da hala %60 düzeylerinde bir dağılıma sahiptir. Hemen her bir köylü ailenin az sayıda olsa da koyunları vardır, koyun altındır, geçim aracıdır. Üç çıktısı vardır ( boku bile paradır ama) et- süt- yapağı. Ürünlerin kazanç hanesine getirilmesinin bir şartı var “HAYVAN DAMA GİRMEZ” yani hazır yem yememelidir. Meralarda onun bakılması için ise çobana ihtiyaç vardır, püf noktada buradadır, yapağı çoban parasını karşılamakta, diğer 1/3 kazancın bir kısmı da kar yağdığı zaman koyunun yediği yem parasıdır, geriye kalan 1/3 ise sahibinin karıdır.
Gelişmiş ülkelerde nüfusun %3-5 i kırsalda yaşar(T.Piketty; Kapital) biz de ise bu nüfus bir türlü kırılamaz, aşağı düşürülemez. Düşürülmesi için daha katı uygulamalar gereklidir, nüfus hareketlerin kararlı direnişlerinden korkulur, ancak faşizm gibi güçlü iktidarlarca yapıla bilinir.
Köylü nüfusun dağıtılması için iki sert önlem alınır, onu besleyen pınarı (Merinos) yok etmek, geleceği olan çocuklarının eğitimini aksatmak.
Köy okulları kapatılır, taşımalı sisteme dönüşür, Merinos kapatılır hayvancılık biter.
Bu gün kırsal kesimde yaşayan nüfus oranı %7 lere indiği söylenir.
Neler elde edilmiştir.
1-İngiltere ve batı kendi ile rekabet edip bir türlü yenemediği yünlü kumaş tesislerini kapatmıştır,
2-Köy okullarının kapatılması ile cumhuriyetin( şu an?) köyde iki bayrak diktiği ocak ( okullar- sağlık ocakları) yok edilmiştir.
3-Kentte ucuz emek gücü sağlanmıştır,
4-Üretimden koparılan geniş kitle tüketici durumuna düşmüştür
5-Türkiye gibi bir ülkenin kalkınma planları ötelenmiştir.
Daha akla gelmeyenleri de eklersek bir taşla kaç kuş. Egemenler bir kez daha başarılı olmuştur. Çanakkale’de dize getirilemeyenler Merinos’ta karşısına çıkan Türk-Sovyet eseri tarihe gömülmüştür, onu lime lime ederek yok etmişler, tv lerin karşısında sırıtarak poz verip “onu parça parça ettik bir daha bir araya getiremezler” demişlerdir, işte bu kin ÇANAKKALE ve SOVYET ortaklığı kinidir.
Merinos sadece bir fabrika değilmiş. Köylüyü finanse eden ve tekstilin öncülüğünü yapan bir kurummuş, ayrıca içinde barındırdığı sosyal alanlar eğitim ile de bir öncü.
Sümerbank’lar böyle bir tesislerdi, bir yandan yün girişi diğer yandan kumaş- elbise olarak çıkış. Tamamen yerli ve Anadolu’lu. Siz hiç Van Sümerbank tesislerinde yün- keçi kılı- tiftik ile dokunan bir battaniye gördünüz mü? Battaniyeydi, %100 yerli, sağlam ömürlük. Bir tarafta emek istihdamı diğer tarafta köylüye destek. ENTEGRE tesis bu olsa gerek.
Fırsat verildiğinde Anadolu köylüsü- insanı neler yapabilir, cumhuriyetin birkaç örneğini sizlere anlatmaya çalıştım.
Sanat enstitüleri, köy enstitüleri, entegre fabrikalar. Tümünde emek var, tümünde “TEMRİN” var. Peki, bu gün hangisi ayakta?
Meslek liseleri işlevsiz kılındı, ona öğretmen yetiştiren okul kapatıldı, köy enstitüleri yok edildi ona öretmen yetiştiren Hasanoğlan yok edildi, ekonomiyi- köylüyü üretimi ayakta tutan cumhuriyetin öz sermaye ve Sovyet yardımları ile birlikte kurduğu tesisler yok edildi. Üretim kanallarını yok eden bir ülke nasıl kalkınır?
Thomas Piketty’ e göre tarımda ki kazancı % 70 i hayvancılıkla elde edilir. Bu gün süt- et- peynir diğer hayvansal ürünler almış başını gidiyor, halk bunu bu ederlerle nasıl tüketsin, hayvancılığı tamamen bitirme noktasında da MERA ların yok edilmesi işin tuzu biberi olmuştur. Ya biz tarımı nasıl kurtaracağız?
Size son olarak ülkemizin en saygın bld liğin lideri sayılan Eskişehir bld den kötü örnek vererek yazımı bitireyim.
Alpu ovasındaki geniş alanlarda nöbetleşe sulama sistemleri vardı, Alpu’dan yaklaşık 1000-1500 b.baş ve binlerce k.baş hayvan bu alanlarda otlardı, şu an bu alanlar B.Şehire geçmiş durumda, ne mi oldu? Sıkı durun bir tafında Raylı sistemler adı altına tesisler ve onun yanında hayvancılık tesisi kuruldu, insan bindiği dalı KESER mi? Hayvanın otlayacağı yere tesis, var mı böyle bir şey?
Otlamayan hayvan KAR etmez, protein alamayan insan da nasıl gelişir?
Baharın coşkusu ve yortu günlerinin tatilleri ile birleştirerek nisanın son günleri Stuttgart’tayız (2018), hedef Avusturya- İsviçre- Liechtenstein-İtalya; göller bölgesi, tarih ve doğa gezisi.
Havalimanından çıkar çıkmaz kiralayacağımız oto için son rötuşları yapmak üzere acenteye gittik, yarım saat sonra aracımızı alıp şehir merkezine geçtik, ertesi gün erkenden yorucu ve uzun bir yola çıkacağız, planlarımıza göre 8-10 gün 3500-4000km yol.
Böyle başladı İsviçre turu, oraya gitmişken köyleri ve hayvancılığın merkezinde bir çiftliği- damı gezmeden olmazdı.
İki gün sonra bir çiftlikteyiz( Naturpark Beverin cıvarında). Köy kenarındaki ahırı gezmeden sahibinden bilgi alıyoruz, güler yüzle bizi karşılayan ( Almanca konuşulan bölgesi) babacan köylü Alfred bey başlıyor anlatmaya; yaklaşık 45-50 adet b.baş hayvanımız var, bu hayvanları yaşları gereği dişi buzağı ile belli aralıklarla yeniliyoruz. Kar olmadığı zaman günde iki kez otlaklara çıkarıyoruz sonra dinlenme ve süt zamanı, kar olduğu zamanda yazın hazırlanan yem- balyalar ve hazır yem ile takviye yapıyoruz.
İşleri hanım ve ben çok sıkışınca da destek alarak yapıyoruz diyor. İçeri giriyoruz, sanki ev ortamı gibi, her şey milimetrik olarak hesaplanıp yapılmış, nem oranı, kışın soğuğu, süt sağma makinelerinin yeri, buzağılara ve yeni yavru yapmış hayvanlara ayrı bölge. Havalandırma mükemmel hayvanların üşümesi, terlemesi mümkün değil. Her hayvanın başında tanıtım levhası var ve üzerinde hayvanın ismi- geçmişi- yaşı- süt verimi bulunuyor.. Yani hayvanlara kişilik verilmiş ismi ile hitap edince, sahibi yanına gelmeden hayvanlarda bir hareketlenme ve canlılık geliyor, sanki gülümsüyorlar. Yıllık verimi 12 ton/yıl olan bir ineği bize gösterdi, inek sağıma hazırlanıyordu, memelerinin genişliği belimden kalındı. Sağılan sütler kendi kurdukları kooperatife, pazar sorunu yok.
Yol boyunca çiftlikleri gördük, karın kalktığı bölgelerden kesilen otlar balya yapılmış, kesimi yapılan tarlalarda eriyen kar sularının gelmesine rağmen sulama yapılıyor, nöbetleşe otlatma, nöbetleşe sulama, hayvanlar mutlu, mal sahibi mutlu bu eti- sütü tüketenlerde elbet mutlu, çünkü organik.
Gelelim bize; meralarımızın üzerine olmayacak tesisler kurmuşuz, onları yok etmek üzereyiz, mera olacak yere ahır yapılmış hayvanlara hazır yem veriliyor, HAYVAN DAMda. Hu hayvanın eti et değil, sütü süt değil, bir de üstüne taşıma su ile değirmen döndürmeye çalışıyorsun. Ne demek bu biliyor musunuz? Bu et- süt yerine başka bir şey tüketmek demek, pahalı ürün, sıralı hastalıklar, yetiştiriciler için iflaslar. Hıyanet değil de nedir?
Birçok geniş otlakların olduğu ülkeler gördüm tümünde serbest dolaşan- otlayan hayvanlar vardı, dinlenme ve süt sağımı için hazırlığın dışında damda hayvan görmedim. Benim çocukluğumda bizlerde de aynıydı, hayvan içeri girmezdi.
Üretim de hayvancılıkta, bu durumdayız.
Üretimi sağlayacak temrinli eğitim ile eğitilen insanımız- iş gücümüzü de yok ettik, Pirimiz Ahi Evran felsefesi öğretisi ile yetişen çırak- kalfa- usta ilişkisi kopmak üzere, meslek liselerimizi kaybettik, köy enstitülerimiz yok edildi. Herkes mühendis olacak.
Var mı böyle bir şey? Üretimin lokomotif iş gücü teknik elaman ve işçilerdir. Bütün dünya bunlara özel ilgi gösterip eğitiyor, ya biz? Var olanı kapatıyoruz.
Bir çok ülke insanı ile birlikte bulundum, iş yerinde gezilerde, kamplarda. Brezilya-Fransa-İtalya-Çin-Hindistan-Almanya insanları ve bir kampta 50 farklı ülke insanı ile. Onlarla konuştuğum, yaptıkları işleri incelediğim zaman şu farkı gördüm; İnsanlar yaptıkları ve davranışları ile ülkelerinin yansımasını gösteriyordu. Çinlilerin disiplin yanında hırsını, G,Koreli’lerin çalışkan disiplinli, öz güvenlerini, Almanların disiplin ve kuralcılığına şahit oldum.
Bunların eğitim, üretim ilişkileri, üretim araçlarının gelişmesi ve bağımsız dış politikaları ile doğru orantılıydı.
Bizlerde yeni bir nesil yaratırken bu kurallara uymak zorundayız, bağımsızlığını- bağımsız eğitim politikalarını sağlayamayanlar geri kalmaya devam edecektir, bizim de eğitim politikamız bu doğrultuda olmalıdır. Bu politika zordur, pahalıdır, zaman alır ancak bu günden başlarsan yarın için bir gün erken başlamışsın demektir. Bazı şeyleri yeniden denemenin gereği yoktur, tıpkı genç cumhuriyetimiz gibi yakın- orta- uzun hedefler koyacağız, eksik gördüğümüz yerleri yenileyeceğiz.
Eğitimde ağırlık mesleki teknik okullar olacaktır, iş yeri çalışma oranları doğrultusunda diğer meslekler de ihtiyaç oranında olmalıdır. Biliyoruz ki şu anki eğitime göre bir mesleki teknik eğitim öğrencisinin yetişmesi- temrinli eğitimle- için 5-10 arası mühendis yetiştirme parası harcanacaktır.
O halde önce ülke resmi çıkarılmalıdır, orada ne durumdayız;
-80-85 milyona yakın bir nüfusa sahibiz,
-Dağılım %90-95, 5-7 kent/kırsal,
-Batı ülkelerine göre genç bir nüfusumuz var,
-Çalışabilir nüfusumuzun yarıdan fazlası işsiz,
-Kadınlarımızın % 65 i işgücü dışında,
-Gençlerimizin % 40 ı işsiz,
-Ücret dağılımında Hindistan- Vietnam altına indik,
-Paramızın değeri çok düşük,
– Dış, iç açık veriyoruz, ürettiğimizden fazla tüketiyoruz,
-Al-tak sanayimizi, üret tak pozisyonuna getirmemiz gerekir,
Bunlar için;
-Adalet, demokrasi birinci şart, 4-Fakülteler ve Yüksekokullar
-Planlama; eğitimde, tarımda, sanayileşmede, kalkınmada yakın- orta- uzun hedefler ile devreye girmelidir.
Biz Pirimizin kuşak felsefesini terk ederken, Çin yeni bir yol- kuşak ile batıya meydan okuyor. Batının bunu kesmesi gerek, bu kapsamda iç içe geçmiş bir çok üretim unsurları bizim ülkemize neden gelmesin, gelecektir de ancak sadece ucuz iş gücü değil eğitimli iş gücü de gerekir.
Temrinli eğitimimizi Pirimizin kuşak felsefesini kaybetmeyelim. Ülkemizin genel resmini çıkardık; ağır borç yükü, sıfırlanmış (eksi) rezervler, eğitimde sıfırlama, fabrikaların yabancılara geçmesi, ahlakta sıfırlama, mafya filmlerinde gördüğümüz herkesin bir birine silah çektiği sahneler gerçek hayatta, yönetilemeyen iç ve dış politika ve geleceğin borçlandırılması.
Çıkış var mı? Elbette var.
Denenmiş bir genç cumhuriyet yönetimi var, ekonomide, eğitimde neler yapmışlar belli. Yeniden keşfetmenin gereği yok iyi olanlar yeniden uygulanacak, olmayanlara ( dejenere edilenlere) yenileri eklenecektir. Bu nedenle tarımdan çok örnek verdim, tarımda dönüşler erken olur, tarıma öncelik verilmeli, tarımla entegre tesisler derhal devreye alınmalı, dünya konjonktürü bizden yana batı Çin ve Rusya’nın önünü kesmeye çalışıyor, ucuz iş gücümüz oluştu, bunu iyi bir eğitim ve adalet ile taçlandırmak zorundayız, merak etmeyelim önümüz çok ama çok açık.
Ben burada uzun süreli hedeflerle nasıl bir eğitim olmalıdır, onu anlatacağım.
Anaokulları zorunlu olacağı için onu yazmadım, ancak öğrenci ölçme teknikleri buralar da başlayacaktır.
1-İki tip ilköğretim olacak 8 yıl eğitim süreli
A- Normal ilköğretim
B- Özel ilköğretim
-Özel ilköğretimde, üstün zekâlı öğrenciler ve özür gruplu öğrencilerin eğitimi olacaktır. Bu öğrencilerin seçimi anaokullarında ölçme teknikleri ile yapılmalıdır.
Özür grubuna göre özel eğitim alarak en az kendine yetebilen ve ya üretime katkı sağlayabilen bir nesil yetiştirmek öncelik olacak.
Üstün zekâlılar ise çok özel eğitim alacak, bilimde, sanatta( müzik+ resim, tiyatro v.b), yeni çok özel mesleklerde istihdam edilecek biçimde 8 yıl ilköğretim+ 4 yıl lise+ 5 yıl akademik eğitim alacaklardır, ilköğretimden sonra deneysel uygulamalı özel programlarla eğitim almaları sağlanacaktır.
2- Normal ilköğretim 8 yıl olacak.
-İlk 6 yılı normal eğitim ve son iki yılı meslek seçimi ile yönlendirmeli eğitim.
3- Liseler, 4 yıl eğitim.
A- Ruhban okulları,
Kendi içinde her din için ayrı eğitim verecek okullar olacak, çok başarılı öğrenciler 4 yıllık okul bitiminden sonra bir üst okula giderek akademik eğitim yapacaktır, kendi branşı kapsamayan bir bölüm kesinlikle olamayacaktır, sadece ilahiyat ve benzeri okullar
B-Askeri liseler 4-6 yıl eğitim olacaktır.
Askeri konularda eğitim görecek, askeri personel, subay, astsubay yetiştirecek.
İlk yıl çok başarılı olan öğrenciler ihtiyaç ölçüsünde 4 yılsonunda subay olarak eğitimlerine devam edeceklerdir, 5 yıl akademik eğitim sonunda subay olacak, yine çok başarılı olanlar ise kurmaylık için 3 yıllık özel eğitime yönlendirileceklerdir.
Diğer öğrenciler ise askeri personel ve astsubay olarak eğitimlerine devam edecek 6 yıl eğitim alacaklardır, burada da branşlaşacak olanlar özel uygulamalı eğitim alacaklardır, kültür-teknik+ uygulama %40+40 geriye kalan % 20 lik süreç askeri eğitim ile ilgili olacaktır.
C- Mesleki Teknik eğitim 4-6 yıl olacak,
a) Sağlık Meslek Liseleri, ilk yıl çok başarılı öğrenciler ihtiyaç oranında ayrılarak ileride akademik eğitim alarak hekim olarak eğitimlerine devam edeceklerdi, bunları eğitim süresi 4 yıl lise ve 5 yıl akademik eğitim olacaktır, 3 yılı normal eğitim burada %20+%80 uygulama/ kültür- teknik, geriye kalan 2 yıl hastanelerde %80 uygulama % 20 kültür- teknik- ağırlıklı olacaklardır. Geriye kalan öğrenciler ise hemşire, sağlık elamanı v.b ihtiyaçlar ölçüsünde eğitileceklerdir, eğitimlerin ilk yılından sonra %50+50 oranında uygulama ve kültür- teknik ağırlıklı dersler olacaktır, 6 yılsonun da meslekleri ile mezun olacaklardır.
b) Endüstri Meslek liseleri, 4-6 yıllık eğitim
İlk yıl çok başarılı öğrenciler teknik liselere ayrılacak %10 uygulama %90 kültür- teknik dersleri alarak 4 yıl eğitilecek okul bitiminden sonra ilgili mühendislik fakültelerine gideceklerdir.
Geriye kalan öğrenciler normal eğitime devam edecek %50-%50 ağırlıkla kültür- teknik ve uygulama dersleri alacaklardır, bu eğitim toplamda 6 yıl olacaktır ilk 4 yıl okullarda sonra ise % 90 ağırlıkla işletmelerde uygulamalı % 10 ise teknik eğitimlerine devam ederek mezun olacaklardır.
c) Diğer mesleki okullarda( turizm, ticaret, kimya, fizik, ziraat, tarım v.b) Endüstri meslek lisesi kapsamı gibi olacaktır.
D- Liseler, 4-6 yıl eğitim görecek, ilk yıl başarılı öğrenciler ayrılarak ileride üst düzey devlet memuru olabilecek ön eğitimi alacaklardır bu branşlar kamu yönetimi( kaymakam, vali v.b), dış işleri, hukuk, gümrük, v.b okullara yöneleceklerdir, akademik aşamada 3 yıl kültür- teknik son iki yıl ise uygulamalı eğitim alarak kaymakam, avukat, savcı, gümrük sorumlusu v.b olarak mezun olacaklar. Buraya yönelemeyen öğrenciler 6 yıl eğitimin sonunda bu daldaki kamu kurumlarında memur olacak biçimde eğitim alacaklardır, ilk 4 yıl normal eğitim son 2 yıl ise işyerinde uygulamalı eğitim alacaklardır.
a-Teknik dalda eğitim gören bütün akademik okullar 3 yıl kültür- teknik ve 2 yıl uygulamalı( işletmelerde) eğitim alarak mezun olacaklardır.
İlk 3 yıl %10 uygulama, %90 kültür- teknik, son 2 yılda ise % 90 uygulama % 10 kültür- teknik eğitimi alacaklardır.
b- Normal fakülteler 3 yıl temel eğitim ve 2 yıl bulundukları bölümde uygulamalı eğitim (işletmelerde) alarak okullardan mezun olacaklardır.( hukuk, kamu, dış ilişkiler, gümrük v.b)
c- İlahiyat Fakülteleri, normal 4 yıl eğitim ile Arapça zorunlu ders alacaklardır.
d-Diğer mesleki okullarda okuyanlarda tıpkı mühendislik normal fakülteler gibi eğitim alacaklar, teknik dalda olanlar ilgili bölümlerde uygulama, hizmet sektöründe ise ilgili bölümlerde uygulama eğitimleri alarak mezun olacaklardır.
Sonuç olarak uygulamalı eğitim almayan hiçbir branş olmayacaktır, fakülte ve yüksekokul seçmeleri çok özel ölçme teknikleri ile yapılacak geçişlerde sınav sistemi yerine başarı ön planda olacaktır ağırlık olarak % 80 başarı % 20 özel sınav- uygulamalar gibi. Bu okullara seçilen öğrenci sayısı plan kapsamında olacak ve planlanan öğrenci sayısını % 5 geçmeyecek biçimde olacak devlet kurumlarınca belirlenecektir.
Öğrenciler yaz ayları boyunca yabancı dil eğitimleri alacak, son iki yıldaki uygulamalarda yabancı dil kullanımı gerekli olan bölümlerde yabancı dil ağırlıkla kullanılacaktır ( özellikle ar-ge, elektronik, uzay sanayi, yazılım, savunma v.b)
Eğitimlerde devlet okulları ağırlıkta olacak, uygulama alanlarında ise özel- devlet sektörü devreye girecektir. Ruhban okullarından olanlar imam olarak görev yapabilecekler ancak imam parasını devlet karşılamayacak o alanla ilgili gruplar kim ise o karşılayacaktır (Alevi- Sünni- Hristiyan- Musevi cemaati kendi imam parasını karşılayacaktır) bura da çalışanları devlet sadece sigortasını ödeyecektir.
Kısacası uzun soluklu eğitim sistemimiz temeli uygulamaya dayalı bir eğitim olacaktır, toplumda eğitim almayan hemen hemen hiçbir birey kalmayacaktır, temel olarak devlet yurttaşını eğitmek ve iş vermek zorundadır. Sosyal devlet anlayışı ile bu kapsamda eğitim verilerek kalkınmanın ve ekonomik gelişmenin önü açılacaktır.
Kısa süreli eğitimler ise uygulamalı kurslarla olarak istihdamın ihtiyaç duyduğu alanlarda olacaktır.
İyi eğitim alarak kalkınmış bir ülke yaratmak amacı ile saygı ve selamlarımla.
Vehbi Mutlugeldi.