Haberde Bursa

Psikologlar salgının etkilerine karşı uyarıyor!

14.05.2021

Gelen son dakika haberine göre, Ramazan bayramının birinci gününde Türkiye genelinde 201 bin 295 Kovid-19 testi yapıldı, 11 bin 534 kişinin testi pozitif çıktı. Ağır hasta sayısı 2 bin 765 oldu, 238 kişi ise hayatını kaybetti. Öte yandan Psikiyatrist-psikoterapist Dr. Agah Aydın, Kovid-19 salgını sona erdiğinde yaşanacaklara dair önemli açıklamalarda bulundu.

Türkiye’de koronavirüse karşı uygulanan birinci ve ikinci doz toplam aşı miktarı 13 Mayıs saat 23.00 itibarıyla 25 milyon 503 bin 259’a ulaştı. Son 24 saatte 201 bin 295 Kovid-19 testi yapıldı, 11 bin 534 kişinin testi pozitif çıktı. 55 bin 472 kişinin Kovid-19 tedavisinin/karantinasının sona ermesiyle iyileşen sayısı 4 milyon 856 bin 763’e yükseldi.

Ağır hasta sayısı 2 bin 765 oldu, 238 kişi hayatını kaybetti. Kovid-19 salgını sürecinde aşılamada öncelikli gruplar arasına dahil edilen sağlık çalışanlarının eşleri aşı olmaya başladı. Tam kapanma tedbirleri devam ederken Psikiyatrist-Psikoterapist Dr. Agah Aydın, pandemi sonrası dünyanın toparlanma sürecini dünya savaşları sonrası döneme benzetti. Dr. Aydın’ın dikkat çeken tespitleri şöyle…

Bayramlar sizin için neyi ifade ediyor? 

Çocukluk yıllarımda yani 70’li yılların sonu, 80’lerin başında bayramlar önemliydi. Şimdi düşündüğümde bu kadar önemli olmasının nedeni aslında büyüklerin bizim sevincimize seviniyor olmasıydı. Büyüklerimizin mutluluğu bizim mutluluğumuz olurdu.

‘Nerede o eski bayramlar’ diyenlerden misiniz? 

Erişkin olunca yaşıtlarım geçmiş bayramları yüceltmeye başladı. Geçmiş bayramları erişkin kafasıyla yeniden gözden geçirdiğimde bayramların çocukların insan yerine konduğu zamanlar olduğunu görüyorum. Erişkinler bayramlarda çocukları insan yerine koymanın göstergesi olarak onlara hediyeler alırdı. Aslında bu yönüyle ‘Nerede o eski bayramlar’ denen nesneye dayalı bir ilişkiydi.

Geçmiş bayramların güzelliği çocukların değil erişkinlerin mutluluğuydu. Büyüklerin az sevilmiş çocukluklarının o kadar çok sevilmeye ihtiyaçları vardı ki şimdi geriye dönüp baktığımda aslında bir önceki kuşağı mutlu etmek için kendimizi kurgulamışız. Geçmiş bayramları yüceltmekten ziyade erişkinlerin ‘Neden çocuklar mutlu oluyordu?’ diye kendilerini sorgulamaları gerekir.

‘Biz büyüdük ve kirlendi dünya’ diyebilir miyiz? 

Tersini düşünüyorum. Büyüyünce dünyanın kirli olduğunu anladık. Dünya geçmişte daha kirliydi. Şu an temizleniyor ve yaşadığım çağdan çok mutluyum. Yaşadığım çağda efkarlandığım anlarda ‘Keşke ben de genç olsaydım’ diye hayıflanıyorum. Delikanlı çağlarımızda insanın hayatın ne olduğu hakkında en ufak bir bilgimiz yoktu.

Körü körüne bazı fikirlere saplanmış insanların dünyayı ve ülkeyi mahvettikleri bir ortamda yaşıyorduk. Çocukluğumuzu gençliğimizi, 2 Dünya Savaşı’nı yaşamış, yaratmış kuşakların, kendisiyle övündüğü bir ortamda geçirdik. Kadına, çocuğa şiddetin ne olduğunu bile bilmiyorduk.

O kuşağın ne kadar günah işlediğini ne hatalar yaptığını, dünyayı mahvettiklerini, ağaçları kesip, yeryüzünü kirletmiş olduklarını büyüyünce anladım. Şiddetin olduğu bir kuşaktan bahsediyoruz. O kuşağın bugünkü gençleri suçlaması, dramatik olduğu kadar, ayıp.

Bugünün gençleri de tek tipleşen duruma evrilmedi mi? 

Bir önceki kuşağın bugünün gençleri eleştirmeye hakkı yok. Bugünkü gençler çok daha duyarlılar. Bir önceki kuşak, sağcılar, solcular; Amerikancılar, Rusçular gibi ikili bir düzen üzerinden düşünen bireylerin toplamıydı.

Bugünkü gençler doğaya, cinsel kimliğe, insana, hayvanlara çok daha duyarlı. Bir önceki kuşak bugünkü gençlerinin eline su bile dökemez. Genellikle rezil bir fikre saplananlar, o fikirde olmayanları ‘Cahil, aptal, apolitik’ şeklinde yaftalar…

Tüketime odaklı daha bireyci veya bencil bir kuşak ortaya çıkmadı mı?

Bu saydıklarınız da önceki kuşağın günahıdır. Onlara bıraktığımız dünyada gençlerin ne suçu olabilir ki? ‘6.Filo defol’ diyen veya Amerikalılar, Ruslar, Hristiyanlık, Müslümanlık söylemleri üzerinden dünyayı kavramsallaştıran erişkinler şimdinin akademisyenleri, iş insanları, kanaat önderleri olarak sahnedeler.

Bir önceki kuşak bugünkü gençleri Z kuşağı olarak kategorize ediyor. Oysa ki Z kuşağı bugünün sömürülen grubu. ‘Şımarık, apolitik, duyarsız’ diye sınıflandırılan gençler, kendilerine vadettiği hiçbir şeyi bulamamış insanlar. Üniversiteyi bitirmiş, yüksek lisans yapmış  asgari ücretle bile iş bulamayan gençlere, ilkokulu bitirip banka müdürü, polis şefi olanlar laf atıyor.

Bugünkü gençler verdiklerinin onda birini bile geri almış değiller. Bir önceki kuşak dünyayı sömürdü, yerle bir etti. O kadar çok sömürdüler ki, bugünkü gençler, bir önceki kuşağın yaptıkları yüzünden iş bulamaz haldeler. Yaş ve kuşak üzerinden değil, sınıfsal bir yapılanmadan bahsedebiliriz. Bir önceki kuşak gençleri Z kuşağı diyerek köşeye sıkıştırarak sömürmek istiyor.

Z kuşağının hiç mi hatalı düşünce veya davranışı yok? 

Bugünün gençleri, bir önceki kuşağın hegemonyasından kurtulacak bir dil geliştirdiklerinde ızdıraptan kurtulacaklar. Bu gençlere ‘İşsizler’ yerine, ‘Z Kuşağı’ demek sömürünün sinsi bir yol izlediğini gösterir. Bu tanımlamalar bir önceki kuşağın utanmazlığıdır. Bir önceki kuşak kendi günahlarını yansıtıyor.

Kendi hatalarını karşısındaki gençlere yüklemeye çalışıyor. Bugünkü gençlerin kesinlikle önceki kuşağın daha ilerisinde olduğunu görüyorum. Siyasal tavırları, kadın-erkek eşitliği, demokratikleşmeye bakış, hayvan hakları ve ekolojiye saygı açısından kesinlikle daha duyarlılar.

Anlam nedir ve biz anlamı nerede bulacağız? 

Anlam aslında anlam aramanın kendisi. Sahte anlam tacirlerinin tuzağına düşmekten kurtulabileceğimiz bir dönemdeyiz. Açılıkla, işsizlikle boğuşan insanlar olmasa Kovid-19 insanın kendi iyiliğini düşünmesi için iyi bir fırsat sunuyor. Hayatın anlamı olduğuna inanarak insanlaştık. ‘Kendini gerçekleştirebilirsin’ gibi tuhaf, saçma söylemlere kandık.

Varlığımız ötekinden bağımsız kendini kuramaz. İnsanın tek arzusu gözüne girecek birilerini aramaktır. Kimin gözüne gireceğiniz kendi aile öykünüzde saklıdır. ‘Şunu yaparsak hayat daya iyi olur’ demek iktidarla, kapitalist sistemle kol kola girmiş söylemlerdir. İnsan âşık olduğunda tüm önemli konular önemini yitirir.

Çelişkili düşünce ve duygu dünyamızın nedeni ölüm korkusu mu? 

İneklerden, buğdaydan, elma ağacından farksız olduğumuzu kabullenemediğimiz gibi uydurduğumuz yalanlara inanmayı tercih ediyoruz. Hepimiz azot kaynağıyız ve öldüğümüzde diğer hayvanlara besin kaynağı olacak bir malzemeyiz. İnsan canlısı uydurduğu şeyleri kanıtlamaya çalışan bir varlık. Anlamın olduğuna inanmak, bunu aramak anlamın olduğu anlamına gelmez.

Bizler anlam aramaktan zevk alan varlıklarız. Böylesi de güzel ve yaşanabilir. İlle de anlamlandırmamız gerekmiyor. Asıl soracağımız arzularımın nedenidir. Ben neden makine mühendisi olmak istiyorum sorusu, nasıl makine mühendisi olurumdan çok daha anlamlıdır!

Pandemi sonrası yaşamlarımız düşünsel olarak nasıl şekillenecek? 

Çocuk ve gençlerle ilişkiyi metalaştıran önceki kuşak, gençleri metalaşmakla suçluyor. Dramatik değil mi? Gençlerle ilişki ve iletişim kurmak istiyorsanız, onları sevmeniz gerekiyor. Bir önceki kuşak, ideolojik şartlanma ve nesne dışında hiçbir şey bilmiyordu. Günümüz gençleriyle iletişim kuramadıkları gibi, ‘Nesneye tapınıyorsunuz’ diye suçluyorlar.

Oysa önceki kuşak, bir çocuğu sevindirmeyi bir şey almak sanıyor. Şimdiki çocukları elma şekeriyle kandıramazsınız. Gerçekten sever, onları gerçekten insan yerine koyarsanız ilişki kurabilirsiniz. ‘Dijital kuşak’ gibi ezberler önceki kuşağın vahşi kavramları.

Dijitalleşme olmasa bir önceki kuşağın dramı hüzün verici olurdu. Kent meydanlarını, kahvehaneleri, komşuluğu kaybetmiş bir kuşak, sosyal medya olmasa insanlıktan çıkardı. Sosyal medya kent meydanlarının yerine geçti ve erişkinler kısmen iyileşti.”

Pandemi en çok da yalnız yaşayan yaşlıları olumsuz etkilediği fikrine katılır mısınız? 

Bence en az etkilenecek grup yaşlılar. Maruz kaldıkları şiddete ve haksızlığa rağmen yaşlılar dayanıklıdırlar. Süreç yaşlılara değil gençlere zarar veriyor.

İşi gücü ve hali vakti yerinde olanlar da süreçten sıkıldıklarını söylüyorlar… 

Nasıl bir dram içindeyiz ki bir yıl önce bir gün izin için 50 takla atarken şimdi kendi başımıza kaldığımız için kendimize bile 5 dakika dayanamıyoruz. Üstelik maaşımız da yatıyor. Demek ki pek çekilir değiliz.

‘Ben kendime dayanamıyorsam arkadaşlarım nasıl dayanıyormuş’ diye sorgulamamız gerekmez mi? Bu kadar çekilmez olanlar, sadece nesnelerle motive olup yaşamını idame ettirenler için pandemi düşünmek için fırsat olabilir.

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>