Haberde Bursa

YORGUN ATLAR TEKKESİ/HALİME YILDIZ

23.04.2022

Eğitimci, Şair, Yazar, Sunucu, Radyocu Halime Yıldız’ı Vikipedi şöyle tanıtmış : “1967 senesinde Bulgaristan‘ın Şumnu şehrinde dünyaya geldi. 1978’de Türkiye‘ye göç etti. Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Eğitimi bölümünü bitirdi. Bursa’da bulunan radyolarda şiir konulu programlar oluşturdu ve sundu. Daha sonra meslektaşlarıyla beraber Yansımalar adlı dergiyi çıkardı. Günümüzde Bursa’da Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni olarak görev yapmaktadır” demiş;  şiir, deneme, öykü, masal kitaplarını sıralamış, aldığı ödülleri de unutmamış.

Halime Hanım, yakın dostu olduğunu tahmin ettiğim ünlü sanatçı Hafize Beysim Gün’ün  55. Sanat yılı kutlamasında sunuculuk yaparken dikkatimi çekti. Kutlamayı yazıp gazeteye gönderdim.  Messenger’dan sanatçının adını yanlış yazdığımı nazikçe bildiren mesajı ile ilk kez muhatap oldum. Hemen düzelttim tabi. Yazışma arkadaşlığı başlayınca araştırdım; yazamaya, tanımaya, tanıtmaya değer buldum. Halime Öğretmen meğer bir yıldızmış…

Sönmez’den kitaplarını aradım. Yorgun Atlar Tekkesi kitabını bulabildim. Yazarları yakından tanımanın en iyi yolu kitaplarını okumaktır.

Edebiyat Fakültesi’nden heybesine bolca sözcük, tümce, deyim, atasözü doldurmuş,  yazım teknikleri ve yetenek de olunca; Anadolu ve Rumeli’ye; deneme, şiir, öykü, masal bırakmış bolca heybesinden.

Bursa Hamitler Mezarlığı ziyaretiyle başlıyor söze. Önce bir yoklama yapıyor(ne de olsa öğretmen); “Bosna, İskeçe, Gümülcine…” Şumnu’ya sıra gelince;  “Burada” diyor babası yerine bir ses. Biri, “…alime” diye sesleniyor. Göçmenlerin diyemediği “H”yi o da diyemiyor bir seferliğine.

On yaşında güçlükle oluşan yapbozun bozulmuş halini özlüyor; “yerleşirken ölmüşüz, ayrılırken ölmüşüz. Buralı olsak da ölülerimiz hâlâ oralı” diyerek Balkanlar’dan kopamayacağını söylüyor. Balkanlar’a fırlatılan bumeranga benzetiyor kendilerini. Bumerang atıldığı Anadolu’ya geri dönüyor.  Gül kokulu Balkanlar’dan, iğde kokulu Kayseri’ye göçüyorlar önce.

“Bir gecede yaşam biçimini değiştirmek bellek travmasıdır.” yazmış Kavala Köyü ziyaretinde. Yarasına kuş seslerini toplayıp sarmış, iyi etmiş yarasını. Düz yazı şiir gibi yazılınca kitap, bir denemeden çok şiir kitabına dönmüş.

Kırşehirli Halime kız çay aşağı giderken; Şumnu doğumlu, cıncık mavisi gözlü Halime de Meriç ve Tuna boylarından gelirken bavulunu hazırlayıp, Diyarbakır -Silvan da bir yatılı okula öğretmen olarak gitmiş. Mars’tan bir fotoğrafı Harran’a koymuş, bakmış aynısı. İğde kokusundan Akasya kokusuna göç etmiş geçici bir süreliğine.

Yemekhanede çalışan Çavuş lakaplı kadının kuması ile ilgili; “Ben dışarıda o evde çalışıyor, işlerimizi kolaylaştırıyor” kabullenişine şaşmış. Heybesindeki sözcükler yetersiz kalınca Nazım’dan birkaç dize ile Çavuş’a yanıt vermiş;

“ve hiç yaşamamış gibi ölen

ve soframızdaki yeri

öküzümüzden sonra gelen”

Rumeli’nin şekillendirdiği bedenini Güneydoğu Anadolu’nun sıcağında pişmeye bırakmış bir süreliğine. Sözcük dolu heybesini omuzuna asıp düşmüş yollara; Nemrut’un tepesinde güneşin doğuşunu izlemiş tanrıların gözüyle. Hasankeyf’te ateş böceği olmuş; Kezban’ın “Ahmeet!” ünlemesi bugün bile yankılanırmış bedeninde( Buradaki ünlenen Ahmet ben değilim).

Toprağından koparılmanın yan tesiri huzursuzluk ve yerinde duramamak, bire yerlere sığamamaktır kuşkusuz. O da heybesini omzuna atar başlar doğuyu gezmeye…

Tuna’nın selamını iletir Dicle’ye. Balıklı Göl’de Mehmet Dede’nin oğlu olur, şaşırmaz; “oğ”un doğma kökünden yavru, çocuk anlamına geldiğini bilir.

Nemrut Dağı, Hasankeyf, Urfa, Harran ve Dersim Silvan. Dersini almış da ediyor ezber… Bir yakın akrabam da girmiş kitaba! Nizamettin, içine kertenkele sakladığı bir demet çiçek sunar mavi gözlü; kısa, kumral saçlı öğretmene. Ne çocuksun be Nizamettin! Hayallerinde bile morluklar olan çocuklardan olmalısın sen de…

İnsanın heybesi dolu olunca yerinde duramaz, gezer-yazar olur. Gezdiğin yerler senin olsun; gördüğün güzelleri anlat bize Halime Öğretmen edebiyatça.

Balkanlara; dedesini, anneannesini, babasını bulmamak için gider; ‘bal’ı ve ‘kan’ı bol olduğundan bu ismi aldığını yazar. Ay Perisi Kavala Köyü, devler doğuran Selanik, Atina, Şumnu, Ah! Pusto Trusko Üsküp, Manastır, Ohri, Kalkandelen, Kosova, Prizren’i  gezer, gördüğü güzelleri anlatır şiir dilinde.

Kayıp Kuşak Atlantis olarak adlandırır kendi kuşağını. Atasözlerindeki çelişkileri bir bir anlatır kitabında. Kadınları yazar; kâğıt gibi yırtılan hayatlardan dinledikleri bir kulağından girip diğerinden çıkmaz; “yazamasam infilak edecektim” diyerek konunun önemini ve yıkıcılığını vurgular.

Yazarlığın en güzel yanı, diyemediklerini deme olanağı sunması olmalı. Kitabının sonundaki “Diyemeyişlerim” bölümünde diyemediklerini bir bir der ve rahatlar. Resimler de koymuş siyah beyaz ki; tanıklık etsinler yazdıklarına.

Siyaset, iftar yazılarından sıkılan okuyuculara içinde mavilikler olan bir yazı yazmak, dinlendirmek istedim. İki yönden(yazar, öğretmen) arkadaşım olan bir eğitimciyi ve kitabını değerlendirdim. On parmağında on marifet olan Halime Hanım, başarılarınızın devamını diliyorum.

ahmet.kocak16@hotmail.com

YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

>